Mehmet köyünden çıktığında daha yirmili yaşlardaydı.
Belki bu güne kadar hiç gitmemişti vilayete.’¶
Gitmişliği varsa bile kasabayayadır. Oda bilemediniz ya bir ya da iki kere.
Şimdi içinde uçuşan kelebeklerle köyden vilayete gidiyor Mehmet, köyden bir elin parmağı kadar arkadaşıyla.
Otogar ne kadar da kalabalık her tarafta davullar çalıyor.
Otobüse bindiğinde cama alnını dayayıp dalmıştır artık maziyi düşünerek geleceği nasıl şekillendireceğini.
Bu güne kadar, kimseyle sorunu olmamıştı Mehmet’’in.
Belki bir zamanlar kızmış hatta biraz kin bile beslemiş olabilir saflığıyla arada alay eden emmisinin oğluna.
Ama onu da unutmuştur emmisinin oğlunun düğününde. Nede olsa bacanak olacaklardır emmioğluyla.
Anası, "Dön gel şart olsun Zeynep’’i alacağım sana" demiştir.
"Şimdi geçer mi on beş ay köyümden, evimden uzakta, Zeynep’’ten uzakta" diye düşünür Mehmet, içinde ilk kez köyünden uzaklaşmanın vermiş olduğu heyecanını bastırmaya çalışırken.
Acemi birliğinde bir sürü arkadaşı olur Mehmet’’in.
Hele bir tanesi vardır ki uyanık mı uyanık. Tam da anasının gözü ama en çok da onunla anlaşır Mehmet.
Usta birliği zamanı geldiğinde bir de bakar ki en iyi arkadaşıyla aynı yeredir dağıtımı Mehmet’’in.
Sevinir’…
Resimlerde bile pek görmedikleri yamaç dağların arasındaki birliğe, dağıtım izninden sonra beraber giderler.
Hep birlikte dizilirler komutanın önüne.
Gözlerinin içine bakınca Türkiye’’nin üç büyük şehrinin birinden geldiği belli olan uyanık ve Anadolu’’nun bağrından kopan saf samimi iki arkadaşı, aynı time verir komutan.
Siz badisiniz der. Gerçi badinin ne olduğunu anlamaz Mehmet sadece biri nereye giderse öbürünün bunu bilmesi gerektiğini anlar.

Derken bir gün kuşanırlar silahlarını. Kumanyalarını alırlar sırt çantalarına. Dağlara çıkarlar beraber. Ovalardan geçerler. Sessiz sakin otururlar gece vakti bir yerlerde. Sohbet ederler. Çocukluk anıları, memleket havaları anlatılır yüzlerdeki tatlı tebessümle.
Sıla kokusunun, burunların direğini nasıl sızlattığının delili olan gözyaşları saklanır büyük bir marifetle
Derken sabah olur, gün ağarır yine yürürler.
Yine karanlık bastırmaya başlamıştır, gecenin ayazına ise hafif hafif yağan yağmur karışmaya başlamıştır.
Islanır Mehmet ama üşümez.
Çünkü hayatında ilk kez vatanı için yürüyordur dağlarda.
Ertesi gece durmazlar devam ederler yürümeye.
Arkadaşı birkaç metre önündedir. Birden acayip ışıklarla gürültüler yükselir gökten.
Önünde bir toz bulutu oluşur. Arkadaşının havaya yükselip yere düştüğünü görür Mehmet.
O an korkar adeta kanı donar.
Silah sesleri telsiz seslerine karışırken, ateş et seslerini duyar bir yerden.
Uzandığı çamurlu toprak yığınından doğrultur tüfeğini. Karanlığa doğru rast gele çeker tetiği. Mermiler biter, yıl gibi geçer saatler ama gürültüler bitmez.
Anam ne yapıyordur acaba şimdi diye düşünür Mehmet arkadaşına doğru sürünürken.
Ve oraya vardığında görür ki gözleri açıktır arkadaşının.
Cingöz gözleriyle bakmakta olduğu göklerdedir ruhu besbelli.
Onun şarjörlerini de alır Mehmet.
Devam eder karanlığa ateş etmeye.
Önce bir sıcaklık hisseder omzunda.
Uzaklardan gelen helikopterin sesi ona ninni gibi gelirken, bir rüyaya dalar Mehmet.
Besbelli anacığının sıcak kucağında sanır kendini.

Ertesi gün gazetelerin manşetlerinde onlu sayılardan oluşan bir rakam içerisindedir Mehmet...
İlk kez resmi gazeteye çıkıyordur halbuki.
Ama bundan hiç olmaz haberi.
Tanımadığı, hiç düşmanlık beslemediği ellerden çıkan kahpe kurşun omzundan girerek ulaşmıştır kalbine işte, o hayalini kurduğu Zeynep’’ine kavuşmanın yerine.
Mehmet’’ti bizim kara yağız ama Mehmetçik olmuştu işte tıpkı 30 yılda giden 30 bin canla birlikte
Sözün bitti yer’…
Son sözün söylendiği şey ise,
Sen gerçekten de kitlesel, örgütsel, dinsel şiddetin kendinden olmayana yönelmiş hali misin?
Söylesene?
İnsanoğlunun yarattığı en büyük yüz karası olan terör’…