Dünden beri düşünüp duruyorum ölüm çukurunda çalışmak nasıl bir duygudur diye.
Aklıma gelen tek şey ise, karanlıkta dibe doğru giderken umutla her vurulan kazmanın evde bir lokma ekmek olduğunu bilen insanların kaderine mıhlanıp kalan zamansız ölüm olduğudur.
Evet, her daim makineleşmeden ve emeğin değersizleşmesinden dem vurup, çalışma koşullarını iyileştirmemekte ısrar eden zihniyetin bir katliamı daha, Soma'daki maden kazası…
Kapitalist sistemin insan hayatını nasıl hiçe saydığını bize gösteren, doğru dürüst güvenceleri olmadan yerin onlarca metre altına inip, birilerinin zenginliğini kat be kat arttırmak uğruna, ailelerinin geçimini sağlamak adına hayatlarını riske atmak zorunda bırakılanların hayat hikayesi.
13 yılda 21 bin 291 işçinin sürekli iş göremez hale geldiği ve 14bin 315 işçinin hayatını kaybettiği, Soma faciasında ise yerin altına kaç personelini indirdiğini bilmeyen bir işletmenin olduğu ve güya onları denetliyorum diye ortalıkta kasım kasım kasılanların Türkiye'si…
İşletmeciler, sermaye sahipleri daha fazla kar etsin diye, sağlıksız, güvenliksiz koşullarda çalıştırılıp, şuursuz politikacıların demeçlerine konu olup ' güzel ölümün ' yakıştırıldığı,' ölümün kaderleri ' olduğu yaftasının yapıştırılıp, kömürle uyutularak oylarını aldıkları halkın vicdan yarası…
Yerin yedi kat altında çalışan, göğün yedi kat üstünde yeri olan ve ailelerine ekmek götürmek için kara kömürün kirini tozunu yutup, dört gözle eve gelmesini endişeyle bekleyenlerin kara sevdalıları;
Siz gün ışığına ırak öldünüz ama bizler yüreğimizin aydınlığına yolluyoruz sizleri…