Yaşamımda askerlik dışında kamu hizmetim sadece üç ay olabildi. Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Gümrük ve Tekel Bakanlığından aldığım burs karşılığında 1963'te İzmir Gümrüğünde göreve başlamıştım. Askerden sonra tazminat ödeyerek memuriyetle ilişkimi bitirdim. Karadeniz Ereğlisi'nde avukatlık yaparak geçimimi sağlamaya uğraşıyordum.
1973 seçimlerinde merhum Bülent Ecevit'le birlikte CHP Zonguldak listesinden parlamentoya girdim. 1977'de tekrar Zonguldak Milletvekili seçildim. O gününün Zonguldağı Türkiye'nin ağır sanayi merkeziydi. Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) yani bugünkü TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu) yeraltı ve yerüstünde kırk bin kişi çalıştırıyordu. ERDEMİR (Ereğli Demir ve Çelik Fabrikası) ile KARDEMİR (Karabük Demir Çelik Fabrikası) nitelikli metalürji işçi ve mühendisleri istihdam ediyorlardı. Bartın'da çimento, Filyos'ta Sümerbank'ın ateş tuğla, Çaycuma'da SEKA'nın kağıt fabrikaları vardı. Ulus Ulupınar'da Orman Bakanlığı'na ait ağaç işleyen fabrikalar bulunuyordu. Bu nedenle parti yöneticileri beni ünlü KİT (Kamu İşletmeleri) Komisyonunda görevlendirdiler.
***
1961 Anayasası ile TBMM iki kanattan oluşturulmuştu. Bir kanat Millet Meclisi, diğeri de Senato idi. Meclis ve Senatonun ayrı ayrı komisyonları vardı. Ancak iki komisyon ortaktı. Birincisi Plan-Bütçe, ikincisi de KİT komisyonu. Bunlara 'karma komisyon' denirdi. Bu iki komisyonda görev alan milletvekili ve senatörler şanslı sayılırlardı. Birinde devletin bütçesi parlamenterlerin önünden geçerdi; diğerinde de ülke ekonomisinin olmazsa olmazı kurumların bilonçoları. Siyasette deneyim kazanmak ve devletin işleyişine tanık olmak önemli bir kazançtı. Bunun için 'Plan-Bütçe fakülte, KİT de akademi' olarak tanımlanırdı!
1973'ten parlamentonun faşist darbe ile kapatıldığı 12 Eylül 1980'e kadar aralıksız yedi yıl KİT komisyonunda çalıştım. O günlerde dünyaya neo liberalizm ve özelleştirmeler egemen değildi. Ülkedeki tüm ekonomik kurumlar; hatta o zaman YÖK diye bir kurum olmadığı için OTDÜ bile bize bağlıydı. Denizcilik Bankası/DB Deniz Nakliyat, PTT, TRT, THY, Toprak Mahsulleri Ofisi, Ziraî Donatım Kurumu, Et-Balık Kurumu, TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri), Demir Çelik Genel Müdürlüğü, SEKA (Selüloz Kağıt Fabrikaları), Ziraat ve Emlak Kredi Bankalarından tutun Karadeniz Bakır İşletmelerine uzanan elli KİT bütçesi bizim komisyonca denetlenirdi.
Başbakanlık Denetleme Kurulu üyeleri devlet kademelerinde görev almış ve mesleğinin üstadı kimliğine bürünmüş çok değerli memurlardan oluşurdu. Kurulun yine değerli kamu görevlilerinden oluşan uzman kadrosu vardı. Bu uzmanlar, aralarında yapılan görev bölümüyle adı geçen kuruluşlara dağıtılır ve onlar yıl boyunca denetimlerini sürdürürlerdi. Verdikleri raporlar Denetleme Kurulundan geçerdi.
Denetlenen kurumun yıllık raporları da KİT ana komisyonunda müzakere edilir ve bütçeleriyle çalışmalarının 'ibra oylaması' yapılırdı. İstisnai de olsa ibra edilmeyen KİT, siyasal gündemin konusu olurdu. Bir yıl Ziraat Bankası ibra edilmemiş ve banka ile yöneticileri çok zor durumda kalmıştı.
Bu çalışmalara paralel, komisyon üyesi milletvekili ve senatörler de elli alt komisyona dağıtılır ve yıllık denetimlere katılırlardı. Ben Demir-Çelik Alt Komisyonu Başkanı ve Denizcilik Bankası/ DB Deniz Nakliyat alt komisyonu üyesiydim. Demir-Çelik Genel Müdürlüğü'nün bulunduğu Karabük'te ve ayrıca İSDEMİR'in (İskenderun Demir Çelik) bulunduğu İskenderun'da alt komisyon üyeleri ve uzmanlarla birlikte denetleme yapardık. Üyesi olduğum Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğü'nün Karaköy'deki denetlemelerine katılırdım. Alt komisyonlar o yıllarda yapımı süren Karşıyaka'daki Atakent konutları ve Alaybey Tersanesi denetlemeleri için İzmir'e gelmişlerdi.
***
Bütün bunları niye yazıyorum? Siyasal yaşamımda devletin ve kurumlarının işleyişini KİT komisyonunda tanıdım. Daha sonraki dönemlerde görev aldığım Anayasa ve Plan-Bütçe Komisyonlarında deneyim ve bilgilerim zenginleşti. Uzun yıllara dayanan bu çalışmalarda öğrendiğim ana kural KİT'lerin başındaki yöneticilerin nitelik sahibi olmasıydı. Onların görev tarifini de yasa şöyle tanımlamıştı: 'Müdebbir bir tüccar gibi davranmak!' Malûm müdebbir tedbirli demek. Tedbirli sözcüğünü ise TDK sözlüğü şöyle tanımlıyor: 'Önceden hazırlıklı davranan, önlemini zamanında alan.' Yani bir tüccar sahibi olduğu ticarethanenin eski deyimle selameti için ne yapması gerekiyorsa aynı anlayışa sahip olacak, aynı sorumluluğu duyacak! Kısaca kurumunun iflas değil, kar etmesi için çalışacak.
Cumhuriyet'in ve başta büyük Atatürk'ün yarattığı kurumları yönetenlere verilen yetki ve görev bu. Doğal olarak yetkili olan da sorumlu olur. Evrensel kural da bu! Devlet memurunun sorumluluğu idarî ve cezaî, ona emir veren bakanınki de siyasî ve gerekirse yüce divan yoluyla cezaî. Cumhuriyetimizin geleneksel, hukuksal ve siyasal anlayışı bu kadar açık.
Bunun dışına çıkmanın cezasını sadece sorumlu yönetici ve politikacı değil halk çekecek çünkü. Önemli olan halkın mutluluk ve refahı değil mi?
Şimdi konuya ve günümüze gelelim. Dünya ve Türkiye salgın belasıyla karşı karşıya. Her gün bir Soma faciası yaşıyoruz. Her gün bir yolcu uçağı düşüyor. Kaybettiğimiz insan sayısı bu kadar fazla. Mezarlıklarda yer bulunmuyor. Esnafın, dar gelirlinin, tüm çalışanların yaşamı zehir oldu. Yoksulluk artık açlığa dönüştü. Varlıklı ülkeler yurttaşlarına karşılıksız ödeme yapıyorlar. Bazı vergiler alınmıyor, esnafa bir yıl önceki cirosuna yakın nakit yardımda bulunuluyor. Ülkeyi yönetenler ne derlerse desinler ülkemiz dünya istatistiklerine göre bu konuda en alt sıralarda!
Herkesin aklına Yap/İşlet/Devret (YİD) modeline göre yapılan ve çalıştırılan Marmaray, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim Köprüleri ile İzmit Körfezi'ndeki Osman Gazi Köprüsü, İstanbul, Zafer ve diğer hava alanlarını yapan yüklenicilere ödenen paralar geliyor. Çünkü onlarla öyle anlaşmalar yapılmış ki, öyle yüksek rakamlarla geçiş ve yolcu garantisi verilmiş ki, sonuçta buralardan geçen ve uçan olsun veya olmasın bedelini geçmeyen ve uçmayan yurttaşlar ödüyor! Hem de dükkanları kapanan esnaflar, işsiz kalan işçiler, açlık sınırındaki emekliler, intihar eşiğindeki müzisyenler kısaca yoksulluk ve sefalet içindeki insanlarımız yani gerçek anlamda 'yerli ve millî' olan yurttaşlarımız!
Bu alt geçit, köprü, otoyol ve hava alanlarını yapan müteahhitlere hem de dolar/avro üzerinden yapılan muazzam ödemeler salgın süresince durdurulsa… Bu paralar hane başına dağıtılsa, salgınla savaşan sağlık personelinin ücretlerine ilave edilse, her öğrenciye birer tablet verilse ülke çapında rahatlayacağız. Bir ölçüde de olsa rahat bir nefes alacağız; bir 'Ohhh' çekeceğiz… Bunları hayata geçirmenin hem hukuksal hem de evrensel geçerliliği var. Kovit 19 tüm dünyayı ve insanlığı tehdit ediyor çünkü…
O da ne? Devletle müteahhitler arasındaki bu sözleşmelerin metnini sorduğunuzda 'ticari sır' yanıtını alıyoruz. Benim bildiğim ticari sır iki özel kişi arasında söz konusu olur. Millet adına görev yapan TBMM üyelerinin bunu sorma ve öğrenme hakları var. Pek iyi; dünya ve ülkeyi saran salgın hastalığının 'mücbir sebep' sayılması ve ticari hayatta geçerli olması gerekmez mi? Tam yanıt alamasak bile sözleşmelere 'mücbir sebep' maddesinin konulmadığını öğreniyoruz. Ödemeleri yapmasak ve bunun için mahkemelere başvursak? Bu kez yetkili mahkemelerin Londra olarak belirlendiğini anlıyoruz.
***
Şimdi başa dönelim… Bu tesislerin yüklenicileriyle devlet adına sözleşme yapan, imza koyan temsilcilerin 'müdebbir bir tüccar gibi' davranmak yerine tam tersine karşı tarafı kolladıkları açık. Eski deyimle terettüde mahal yok! O zaman bugün, bugün olmazsa yarın hukuksal ve siyasal bir sorgulama gerekeceği açık. Bilimsel anlamda bir fizibilite hazırlanmadan eski deyimle afakî yolcu ve araç güvenceleri neye dayanarak verildi? Her sözleşmede olması gereken sel, deprem, yangın ve salgın
hastalık durumundaki 'mücbir sebep' maddesi neden, niçin konulmadı? Yetkili mahkeme neden yabancı?
Devlet ve hükümet adına bu sözleşmelerin altına kim, hangi makam sahibi imza attı? Bu makam sahibinin bağlı olduğu bakan kim? Bu sorgulamanın bugün veya yarın mevcut demokratik ve hukuk sisteminin içinde yapılması kaçınılmaz. Kimsenin kuşkusu olmasın!
***
Bu arada eski bir milletvekili ve KİT komisyonu üyesi olarak bir borcumu yerine getirmeyi görev sayıyorum. Meclisin yetkilerinin iyice budandığı ve denetimin çok zorlaştığı bir ortamda adeta dedektif gibi çalışarak ve devletin belgelerine dayanarak çok başarılı görev yapan CHP Zonguldak Milletvekili ve KİT komisyonu üyesi Deniz Yavuzyılmaz'ı yürekten kutluyorum. Demek ki her türlü kısıtlamaya karşın başarılı muhalefet yapılabiliyormuş!