23 yıl önce…

Tam da bugün aramızdan ayrıldı…

1999 Sonbaharı'nın…

Bir Cuma sabahı…

Veda etti hayranlarına…

Bir asrı geride bırakan Yeşilçam aleminin…

Gelmiş, geçmiş…

En güzel kadınlardan biriydi…

'Afet-i Devran' diye anılırdı…

Bir dönemi yaktı, geçti…

Hiç unutulmadı…

Ne kendisi…

Ne filmleri…

Ne de 'romanlardaki gibi' büyük aşkı…

Başlıyoruz…

***

Dalyan gibi bir genç kız…

Doğuştan sarı saçlarını…

İstanbul'un meşhur Beyoğlu semtinde…

Savura savura dolaşırsa…

Ve dahi…

O günlerde takvim yaprakları…

Türkiye'nin 50'li yıllarını gösteriyorsa…

Dönüp dönüp bakmaz mı herkesler?

Tam bir 'afet-i devran'

Yani, döneminin en güzel kadını…

Zaten…

Sonradan lakabı olacak bu yakıştırma…

***

Dedeleri Arnavutluk'tan gelmişti…

Çocukluğu Feriköy'de geçti…

Erkek gibi kızdı…

Mahalledeki çocuklarla futbol maçı yapar, uçurtma uçurur hatta…

Tekme-tokat kavga ederdi…

Babasını minicikken kaybetti…

Annesinin ikinci evliliğinden doğan kardeşiyle büyüdü…

Hayata 'öksüz kız' rolüyle başlamıştı…

Kaderin O'na vurduğu ilk silleydi bu…

***

Alımlı bir kızdı, demiştik ya…

O gün yine Beyoğlu'na çıkıyor gezmek için…

Üstünde siyah bi'tayyör var; yakası kürklü…

Herkes dönüp bakıyor o güzelliğe…

Sonra bi'farkına varıyor ki…

İki erkek sürekli O'nu takip ediyor…

Adamlar, eve kadar geliyorlar hiç sıkılmadan…

Erkeklerden biri, 'Ben yönetmen Çetin Karamanbey, çok güzelsiniz… Sizi bir filmde oynatmak istiyorum' demez mi?

Bizimki, havalı ve bi'kaşı hep yukarıda ya…

Çakıyor, ret cevabını:

'Ben artistlik filan yapamam…'

Aslında rol şahane…

Refik Halit Karay'ın ''Çete'' romanındaki…

Rus Prensesi Nina'yı oynayacak…

Sonunda ikna ediyorlar o güzel kızı…

Eline tabanca veriyorlar, tüfek veriyorlar…

Ata bindiriyorlar ve…

Al sana 'afet-i devran' Prenses Nina…

Film, müthiş ilgi görüyor…

Gişelerde uzun kuyruklar…

Neden?

Erkeklerin rüyalarını süsleyen bir kadın oluyor da ondan…

***

Taze artistin nüfustaki adı; Hatice Kökçü

'Bu isimle yıldız olamazsın, sana fiyakalı bir isim bulalım' diyorlar…

Ona da itiraz ediyor…

'Adımı, Neriman olarak yazın afişe…' diye kestirip atıyor…

Neden ille de 'Neriman'?

Çünkü…

Neriman, Farsça'da 'Cesur' anlamına geliyor…

Kişiliğine de pek uygun…

Çünkü kabadayı gibi bir kız…

O günden sonra adı hep bir tekerleme ile anılıyor:

'Afet-i Devran Neriman…'

***

Yeşilçam'ın tozunu yutmaya başladığı günlerde…

Garip bir gelenek vardı bizim Yeşilçam'da…

Filmin 'iyi kadın'ı esmer…

Kötü ruhlu, fettan ve vamp kadınları 'sarışın' olurdu…

Bu kural hiç değişmezdi…

Türk Sineması'nın ilk 'vamp' kadını olmuştu…

O tarihlerde…

Cinselliği ön planda olan bir kadına ihtiyaç vardı…

'Afet-i Devran Neriman', işte o boşluğu yıllarca dolduran…

Güzelliğinin tadını çıkardı…

O tarihlerde beyazperdede tespih çeken özgür kadını…

O'ndan daha iyi oynayan çıkmadı…

Hüzünlerini, aşklarını ve hayal kırıklıklarını…

Şen kahkahalarının arkasına gizledi…

Kimselere belli etmedi…

Vamp rollerde…

Güzelliğini ve seksapelini başarıyla sergiledi ama…

Toplumsal değerlerin sınırlarını hiç aşmadı…

Yeşilçam'daki özgür kadın imajını daima korumasını bildi…

***

Boyu, ayakkabısız 1.75 metreydi…

Dönemin starları Belgin Doruk ile Muhterem Nur

O'na gıptayla bakıyorlardı…

***

60 yıl önce Orhan Günşıray'la birlikte çevirdiği…

'Fosforlu Cevriye' ile…

Ünü yurtdışına taştı…

Oscar'lık bir oyun sergiledi…

Ondan sonra adı, hep 'Fosforlu Cevriye' kaldı…

Kendi sesiyle okuduğu…

'Karakolda ayna var, ayna var… / Kız kolunda damga var… / Gözlerinden bellidir Cevriyem… / Sende kara sevda var… / More de Fosforlum… / Sende kara sevda var…' şarkısının plakları yok sattı…

***

Yaşadığı aşkların neredeyse tamamı…

Hüsranla sona erdi…

İçinden geldiği gibi yaşadı, kafasına estiğini yaptı…

Flörtlerini bile film seçer gibi belirledi…

Beğendiği erkeği sahiplenmeyi seviyordu…

Aklına esti evlendi, aklına esti bitirdi…

İlk evliliğini filmci Feridun Kete ile…

İkinci evliliğini de…

Çok şaşıracaksınız ama…

Sette çay servisi yapan gençle nikahlanarak yaptı…

İki evliliği de bir yıldan kısa sürdü…

Bir rivayete göre…

Ünlü bir erkekle süren 16 yıllık beraberliğini…

Sette evlenme teklif eden bir kameraman için…

İki günde bitirmişti…

Yine bir rivayete göre…

Farklı dönemlerde…

İzzet Günay'ı, Orhan Günşıray'ı, Ediz Hun'u, Ali Poyrazoğlu'nu…

Hatta…

Dönemin önemli Yeşilçam yapımcılarından Nevzat Pesen'i…

Kah için için…

Kah göstere göstere sevmiş…

Ne var ki; kalbine ve diline hep fren yaptırmıştı…

***

'Fosforlu Cevriye', 400 filmin arasına…

Televizyon dizileri sığdırdı…

TRT'de yayınlanan 'Bizim Mahalle'de oynarken hastalandı…

Yarım asırlık sanat hayatında tek 'onur' ödülünü…

18'inci İstanbul Film Festivali'nde aldı…

Dakikalarca ayakta alkışlandı; hüngür hüngür ağladı…

Hastalığı ondan sonra başladı…

Birdenbire zayıfladı, kalan birkaç kadim dostu…

O'nu Ermeni Hastanesi'ne yatırdı…

İşine o kadar düşkündü ki…

Yedi yıl boyunca oynadığı TV dizisinin bazı bölümleri…

O'nun hatırına hastanede çekildi…

***

Küllenmiş bir aşk'ın acıklı kısa öyküsü ile…

Belki de bu ayrıntıyı ilk kez okuyacaksınız…

Masal gibi anlatırlar yarım asırdır…

Rivayet değil; en harbi haliyle…

Bir zamanların 'Afet-i Devran'ı Neriman Köksal ile…

O günlerin yakışıklısı İzzet Günay

Taaa 60'lı yıllarda büyük aşk yaşamışlar…

Hem de masallara konu olacak kadar kocaman bir aşk…

Sonra yollar ayrılmış…

İzzet Günay, 1970'de hayatını İpek Hanım'la birleştirmiş…

Ne Neriman Köksal…

Ne de İzzet Günay birbirini bi'daha görmemiş…

Taaa ki…

1999'un Ekim ayına kadar…

Neriman Köksal, tedavi olduğu hastanede…

Son isteğini…

Çolpan İlhan ile Ediz Hun'a seslendirir:

'Bana İzzet'i getirin… O'nu son bi'kez görmek istiyorum…'

Araya girenler İzzet Günay'ı hastaneye çağırırlar…

Yakışıklı aktör, 'Yapamam!' der ve ekler:

'Ne derim sonra karıma?'

Sonra kendini İstanbul sokaklarına vurur…

Üç saat sonra ayakları tahmin ettiğiniz gibi O'nu hastaneye götürür…

Neriman'ın yattığı odanın kapısını açtığında bi'de ne görsün?

Eşi İpek orada…

Gerisini İpek Günay anlatıyor:

'Duyunca çok üzüldüm ve İzzet'e, gitmesi için rica ettim… Baktım hala tereddüt içinde, (Sen gitmezsen ben gidiyorum) dedim! Onu da anlıyorum, beni kırmak istemiyor… Ama bu tek taraflı bir aşk ve saygı göstermek zorundayız…'

Belki inanmayacaksınız ama…

72 saat sonra…

Neriman Köksal, vefat eder…

İçin için sevdiği adamı son kez görebilmenin büyük huzuru ile…

***

Cenazesini taşıyan araç…

Emirgan'daki bir kahvenin önünden geçerken…

O'nun sesindan 'Fosforlu Cevriye' türküsü çalıyordu…

İmam aracı durdurdu, şarkının bitmesini bekledi…

Hoca da gözyaşlarına engel olamamıştı…

Türkü bitti, imam 'Allah'ın emri geçerli' dedi ve…

Şoföre devam edelim işaretini verdi…

***

Bitiriyoruz…

'Afet-i Devran Neriman Köksal'

50 yıl boyunca Türk Sineması'nın itici gücü oldu…

400 filmde oynadı…

Resmen bir dünya rekoru kırdı…

23 yıl önce…

Meme kanseri denilen illet…

O'nu alıp götürmeseydi, bugün 94 yaşında olacaktı…

Dostlarına hep…

'Eğlenmeyi bilen insan çok güler… Çok gülerse ömrü uzar' derdi…

Naftalinli filmlerini dikkatle izleyin TV'de…

Göreceksiniz ki…

O'nun şuh kahkahalarının arkasında…

Bir türlü gizleyemediği…

Devasa bir 'hüzün' saklıdır…

Oynadığı her rolü çekinmeden…

O içindeki adını koyamadığınız ama…

Saygı duyduğunuz güçle yorumlayarak kendisini izlettiren…

Şahane bir kadın geçti…

Bizim neslin o günlerdeki dünyasından…

Hatırlayın…

Nasıl izlerdik Neriman Köksal'ın…

O siyah kombinezonlu halini!

Nokta…

Sonsöz: 'Bazı insanlar bize armağandır; bazıları ise ders… / Hz. Mevlana…'