Latin yazar Gabriel Garcia Marquez bir yayınevi tarafından Türkiye'ye davet edilmişti. 2008 yılının Haziran ayı olmalıydı.
Söyleşi sonrası birlikte yemeğe çıktık. Kordon her zamanki gibi kendi havasında şen şakraktı. Masamıza yanaşan 40'lı yaşlardaki roman kadın kim olduğunu bilmeden Marquez 'in önüne bir gül bırakarak uzaklaştı. Para filan da istemedi.
Aynı masada üç gazeteciydik. Marquez'e Romanları anlattık. Bütün gece Romanlar konuşuldu. Kültürleri, ağır yaşam koşulları ve büyük yalnızlıkları.
'Ömrüm yeterse İzmir'e geleceğim, bir çadıra yerleşip Romanları yazacağım' dedi.
O yıllarda Star Gazetesinin Ege Temsilcisiydim. Bende asistanlık, rehberlik sözü verdim.
Marquez 'in ömrü yetmedi. 'büyülü gerçeklik' ve 'Yüz Yıllık Yalnızlık' eserlerini geride bırakarak 2014 yılında öldü. O gazetecikten yazarlığa geçiş yapmış Başkan Babamızın Sonbaharı (1975) ve Kolera Günlerinde Aşk (1985) yapıtlarını dünya edebiyatına kazandırmıştı. En çok okunan yazardı.
Gabriel Garcia Marquez kaleminden İzmir Romanları yazılsaydı, ortaya nasıl bir eser çıkardı bilemiyorum…
Ancak bildiğimiz bir şey var.
Bir kuşak daha risk altında.
Romanlar hala ilkel koşullarda, eğitimden yoksun, beslenme ve barınma koşulları oldukça kötü ve en önemlisi onlara dair beynimize kazılmış algıyı değiştirememişiz.
Kullandığımız günlük dilden, yaşamımızın diğer alanlarına kadar Romanlar hep 'ÖTEKİLEŞTİRİLMİŞTİR' sinema sanatında, filmlerde, dizilerde, sosyal hayatta, eğitimde, üretimde romanlara dair oluşturulan algı bu güzel yürekli insanların 'KENARLARDA 'kalmasına neden olmuştur.
İnsan olmanın hem çok zor hem de çok kolay olduğu bu gezegende, her şey eğitime bağlıdır. Toplumların gücü bilgileri kadardır. Havadan, sudan, topraktan, güneşten besleniriz, lakin bilgiyle, eğitimle de yaşama tutunuruz.
Romanların bu anlamda tutunacakları dalı yok gibi.
İzmir ve Torbalı'daki Roman vatandaşlarımızın sayısı bilinmiyor. Ancak UNICEF' in raporuna göre, ülkemizde 2,5 milyon, Türkiye'nin yedi bölgesindeki şehirleri kapsayan Avrupa Roman Hakları Merkezi ( ERRC ), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Edirne Roman Derneği ( EDROM ) aştırmasına göre ise bu sayının 4,5 milyon olduğu belirtiliyor.
Burada sayıların, yaşadıkları kentlerin hiç önemi yok. Asıl önemli olan roman çocukların büyük çoğunluğunun eğitimden yoksun yaşıyor olmaları ve Romanlar dahil toplumun büyük bir kesiminin bu meseleyi görmezden geldiğidir.
Çoğu Avrupa ülkesi bu sorunu yerel yöntemlere aktardıkları kaynaklarla yerinde çözmeyi başarmıştır.
Roman vatandaşımızın en çok yaşamayı tercih ettiği illerin başında ise İzmir geliyor.
Bu özgür ruhlu güzel insanlar, İzmir'e renk katmışlar, lakin kent onlara renklerini verememiş. Halen barınma, çalışma, sosyal güvenlik ve eğitim konularında ÖTEKİLER olmaktan kurtulamamışlar.
Sosyal bilimcilere göre; Roman kültürü aslında bir yaşam felsefesidir ve felsefenin temeli sevgiye, neşeye, müzik üretmeye, şarkı söylemeye, dans etmeye ve özgürlüklerini doyasıya yaşamaya, hoşgörülü olmaya, herkesi kucaklamaya, ön yargısız, sıradan, kompleksiz, ( kibirsiz) yaşamaya dayanır.
Londra'da toplanan Dünya Romanlar Kongresi'nde, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sında toplama kamplarında ve tüm Avrupa'da öldürülen Romanlar için 'Djelem Djelem' şarkısı milli marş olarak kabul edilmiştir. Bu şarkının marşa benzemediği ve neden bir şarkının seçildiği sorusuna romanlar ders niteliğinde bir yanıt vermişlerdir:
' Biz uygun adım yürümeye alışık insanlar değiliz, hep hür yaşadık ve hür yaşayacağız. Özgürlük ve müzik bizim kanımızda var.' cevabını vermişlerdir. Romanlar aslında toplumsal ezberimizi de bozan 'anti militarist' bir ruh da temsil ederler.
Yerleşik düzen alışkanlıkları fazla yoktur. Yada sistem onlara bu şansı vermemiştir.
O halde Romanların barınma, eğitim, çalışma sosyal hayatlarına dair bütün projeler oldukları yerde çözülmelidir. Kültürel dokularına zarar vermeden dillerini, lehçelerini, müziklerini, bütün zenginliklerini besleyerek bunu yapmak zorundayız.
İZMİR'DE AVM'LERDE ROMANLARI GÖREN VAR MI?
Romanlar ceplerindeki paraya göre yaşayan çok fazla kaygıdan beslenmeyen insanlardır. Taneyle zeytin, gramla peynir, yağ, şeker, dilimle ekmek alırlar. Paraları kadar yaşarlar.
Bu yüzden onları AVM kuyruklarında fazlaca göremezsiniz.
DÖRDÜNCÜ SINIFTAN SONRA OKULU BIRAKIYORLAR.
Roman çocukları üzerinde yapılan araştırmalarda, elde edilen verilerde 4.sınıftan sonra okulu bıraktıkları ortaya çıkıyor.
Bunu eğitimciler birçok nedene bağlıyor.
4.sınıf derslerin zor olması ve öğrencinin aileye ekmek götürecek yaşa yakın olduğu kabul edilmesi.
Roman ailelerin, annelerin, babaları eğitimi ve bilgisi de yetmeyince, çocuklar destek alamıyor ve okuldan kopuyor. Anne-baba çalışıyorsa çocukta genellikle onlarla birlikte çalışmaya gidiyor.
Ya da evdeki diğer kardeşlerine bakma görevini üstleniyor. Baba çalgıcı ise çocuk, onunla birlikte akşamları enstrüman çalmaya gidiyor. Anne evlere temizliğe gidiyorsa kız çocuğu da onunla birlikte temizliğe gitmek zorunda.
Avrupa Birliği ülkeleri Roman nüfusuna yönelik uyum ve eğitim politikalarına dair projeler gerçekleştiriyor. Özellikle belediyelerin bu dezavantajlı gruplar için özel fonları bulunuyor.
Bizde yerel yönetimlerin bölge-bölge mahalle- mahalle özel projelerle bu sorunu çözmesi gerekiyor.
Ne acıdır ki..
Seçimden seçime hatırlanan bu güzel yürekli insanların çok önemli bir kısmı ülke kaynaklarından eşit biçimde yararlanamıyor.
Günün sözü
( Ucuz insanlara pahalı gelmen senin değil onların suçu. Unutma ki, insan anlayana çok, anlamayana eksik görünür. Hepsi bu! Gabriel Garcia Marquez )
Kaynak ve Fotoğraflar:
Torbalı Belediyesi Dergisi