Nedendir bilinmez oğlum kendini bilmeye başladığı andan itibaren ona hep masallar anlatmaya başlamıştım. Belki, vermek istediğim mesajları masallar aracılığı anlatmanın daha kalıcı olacağını düşünmüştüm. Yada onun yaratıcı, hayalleri peşinde koşan bir çocuk olmasını istemiştim bu nedenle de masalların bunun için çok özel bir araç olacağına inanmıştım. 1,5 yaşından itibaren de her gece farklı masallar anlatarak anne-oğul ilişkimizi güçlendirmeye çalışmıştım. Bu düşünce zaman içinde doğal olarak da bazı zorlukları gündeme getirmeye başlamıştı. Cem, her gece farklı masallar isteyerek, benim de hayal gücümü zorluyordu. Bu bahsettiğim yıllar, oğlumla birlikte Muğla'da yaşadığımız yıllardı. Türkiye'nin ilk kadın valisi Lale Aytaman ile çok yakın bir dostluğum vardı. Onun Muğla'ya geldiği ilk günden, bir milletvekili olarak Ankara'ya gidinceye kadar ki günlerinde hep yanında olmuştum. Onu sevmenin ötesinde, müthiş de saygı duyuyordum. İlkeli, dürüst politikası ile çevresindeki pek çok siyasetçiyi oldukça kızdırmaya başlamıştı. Bu siyasetçiler o dönemin Doğru Yol Partisi Muğla Milletvekillerinden birisiydi. Devamlı Lale Hanım ile uğraşıyor, tayinini çıkartıp, onu atmak için uğraşıyordu. Bir erkeğin, nasıl olurda görevini en iyi şekilde yapan bir kişi ile hatta bir kadın ile uğraşmasına bir anlam veremiyordum. O yıllarda Muğla'da 'Hamle Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapıyordum. Yaşanan bu olaylara bazen seyirci de kalsam, gerekli bulduğum zamanlar da bir Muğlalı olarak, kalemimi elime alıp, Lale Hanım'ı onaylayan yazılar yazıyordum. Yine bu gergin olayların yaşandığı bir zaman diliminde, bir gün sonra gazeteye yazı yetiştirmem gerekiyordu. Bir yandan da oğluma o gece masal anlatmam gerekiyordu. Ne yapacağım, ne yazacağım derken birden aklıma çok hoş bir fikir gelmişti. Lale Aytaman ile Muğla Milletvekilinin arasında geçen bu sevimsiz olayı bir 'masal 'şeklinde anlatma imkanım olabilirdi. Oğlumu uyuttuktan sonra hemen masanın başına oturdum ve başladım kendi masalımı anlatmaya izleyicilere…

Bir varmış bir yokmuş, bir ülkenin bir padışahı varmış. Kendinden o kadar eminmiş ki, herkesin kendisine uymak zorunda olacağına inanırmış. Gel zaman git zaman ülkenin bir şehrinde halkın çok sevdiği bir yönetici çıkmış. Ama padışah onu o kadar kıskanmış ki, ne yapayım ne edeyim de onu kötü duruma düşüreyim demiş. Bu arada çevresinde bir dolu dalkavuk, onun ne kadar büyük ve ulaşılmaz olduğunu söylüyor, onun daha da kabarmasına neden oluyorlarmış.

Zavallı yönetici, bütün bu sıkıntılara maruz kalmasına rağmen, yine halkının istediği gibi davranıp, doğru ve dürüst olmaya devam etmiş…. Masal böyle devam ediyordu. Sonu nereye vardı tam olarak bilmiyorum ama bir iki gün sonra Milletvekilinin o zamanlarda eşimi arayarak 'neler oluyor, benim neden böyle bir yazı yazmış olduğumu' sorduğunu çok iyi hatırlıyorum.

Bu geçmişte yaşadığım olayın birden aklıma gelmesine neden olan olay bugün hepimizin de kulağına çalınan Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Bülent Arı'nın bir televizyon programında verdiği demeç oldu. Arı'ya göre: 'Cahil Halk ülkeyi ayakta tutacak' sözleri tahmin edebiliyorum ki, hepinize şok etkisi yaratmıştır. Arı sözlerine: 'Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halkın ferasetine ben güveniyorum' şeklinde devam ediyordu.

Bugünkü 'Örgütsel Davranış' dersimde, ülke değerlerinden, kişinin kendisinin sahip olduğu değerlerden ve kişilik özellikleri ile ilgili konulardan bahsederken, bir öğrencim :'Hocam, siz ne diyorsunuz, bir Rektör Yardımcısı bile halkın cahil kalmasını istediğini'söylerken, siz neden halen kendinizi paralıyorsunuz' dedi. Sabahtan bu yana gazetelere yansıyan ve internette tepki ile karşılanan bu sözlerin doğruluğuna emin olmadan yazmanın çok hatalı olduğuna karar vererek, beklemeye karar verdim. Ancak konunun doğru yada yanlış anlaşılma durumu yoktu. Bütün sayfalar bu konuda gerçek bilgiyi zaten bizlere yansıtıyordu. Yukarıda anlatmış olduğum padışah masalı gibi bazı dalkavuklar nedendir bilinmez rahatlıkla konuşma haklarını kendilerinde bularak açıklamalarda bulunabiliyorlardı.

Bu haberi bana aktaran çocukların tepkilerini dikkate aldığımda ise, 'çok şükür, gelecek nesil, yani gençlerimiz bu sözlere tepki gösteriyor'dedim içimden ve aynı soğuk kanlılıkla onlara :'sizce, bir ülkede okuma-yazma oranı artarsa neler değişir diye? sordum. Kızlar, erkekler başladılar saymaya, farkındalıktan tutunda, ekonomik değişime, şiddetten inovasyova, iş gücünün kalitesinden iş sağlığına, kantiteden kaliteye yani sayısız bir dolu evrimsel ve devrimsel değişimin ülke için yararlarından bahsettiler. Bütün bu yanıtlar üniversite öğrencilerinin, Bülent Hoca'nın vermiş olduğu beyanatı onaylamadıklarının bir göstergesiydi.

İyi de Üniversite Hoca'sı olarak gördüğümüz; padışah'ı koruyan ve onun duygu ve düşüncelerini etrafındaki kişilere aktarmak isteyen bu dalkavuk kimdi acaba? Neden 21.yüzyılın bu son günlerinde, uzay çağına gireceğimiz şu günlerde, bir türlü belimizi doğrultamadığımız ekonomimiz ile, çevre ülkelerdeki itibar kaybımızın yaşandığı bir ortamda, bir eğitmen hem de nasıl olurda 'cahil kalmanın' yararlı olduğunu anlatabiliyor ki?

Pes dedim, bir üniversite öğretim üyesi olarak, pes…. Yapmayın beyler, cahil olduğunuzu kimselere göstermeyin artık. Önce okuyun, sonra kendinizi geliştirin. Çünkü biz eğitmenlerin ilk ASLİ GÖREVİ; sorgulayan, okuyan, kendinden emin, düşünen bireyler yetiştirmektir. Bunu yapmıyorsanız, bırakın da biz görevimizi yapalım. ?!!!!