Her belediye başkanının bir makam odası vardır…

Doğal olarak…

Bir de makam koltuğu…

O'nun…

Ne makam odası var ne de makam koltuğu…

Resmi evrakları bile…

Misafiriyle birlikte yan yana oturduğu koltuğun…

Dibindeki küçük sehpanın üstünde atıyor…

Telefon bile o sehpanın üstünde!

O'na nedenini sormayın…

Sadece tatlı tatlı gülümser…

Anlarsınız o zaman…

Vatandaşla 'aynı seviyede' olmak için…

Makam koltuğu ile masasını kaldırtmıştır!

***

Neden?

Bana göre şundan:

'Aslında bir makam, sadece başında olan insanın o makamda ne yaptığı ile değer kazanır…'

Ötesi boş laf…

Yerel seçimi kazandığında… (30 Mart 2014)

Reisi olduğu belediyenin başkanlık makamı…

Toplam 148 metrekareydi…

Bir bölümü eski, diğer bölümü yeni binadaydı…

İki bölüm körükle birbirine bağlanıyordu…

Top koştur içinde yani, o derece kocaman…

O ne yaptı?

Yeni binadaki 100 metrekarelik makamı odasını…

'Al sizin olsun…' diyerek…

Tabure koyacak yer bulamayan…

Planlama Müdürlüğü'ne verdi…

48 metrekarelik kalan kısmın yarısını da…

Belediye içindeki başka bir oluşuma tahsis etti…

Kendisi de…

'Ben buraya rahat rahat sığarım, fazlası işgal olur' diyerek…

'Başkanlık Odası' yaptı…

Buraya dikkat!

'Başkanlık Makamı' değil; 'Başkanlık Odası'

Ardından hemencecik ne yaptı?

Makam masası ile makam koltuğunu da postaladı…

Şimdi konuklarıyla…

Aynı seviyede, yan yana oturarak çalışıyor…

Telefonu yanındaki sehpada…

***

Avusturyalı ünlü yazar Stefan Zweig'ın bir sözünü çok severim:

'Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir… İnsanı soylu kılan, makam, kanın ayrıcalığı, yeteneği değil; kişiliğini korumayı ve kendine özgü biçimde yaşamayı başarma ölçüsüdür…'

Son zamanlarda…

İş görüşmesi yapan her genç soruyor:

'Bir masam, koltuğum ve telefonum olacak di'mi?'

Hoş hak vermiyor değilim ama…

Sormam da abes değil herhalde?

'Peki, sen o masanın ve koltuğun hakkını verebilecek misin?'

***

Dönelim yine İzmir'in genç belediye başkanına…

Ne makam odası var ne makam masası…

Konukları ile yan yana oturuyor…

Onlarla masanın arkasından değil…

Yanı başından merhabalaşıyor…

Başlar aynı seviyede…

Gözler aynı seviyede…

Tepeden bakış di'ye bi'şi kitabında yok!

Çok iyi biliyor ki…

Her şey gibi…

Makamlar da gelip geçici…

Bunun farkında o yaşta…

Makamın getirdiği hırsa kapılmıyor…

Ne insanlığından…

Ne de inandığı değerlerden ödün vermiyor…

Odaya giren hemşehrisine…

'Gel buyur şöyle yanıma otur…' demenin…

Dayanılmaz mutluluğunu yaşıyor ve…

Yaşatıyor…

Soranlara da diyor ki:

'Belediye başkanın nefes alıp verdiği her yer makamdır… Makamı belediye başkanı temsil eder…'

***

Rus roman yazarı Dostoyevski şöyle diyor:

'Şeytan uyuyakaldı bir gün... Rüzgar sert esti... Üç tüy düştü Şeytan'dan dünyaya… Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa... O günden sonra Şeytan hiçbir iş yapmadı…'

Makam ve mevki sahibi olmak…

Toplum içinde iyi konumlara gelmek…

İnsanları küçümsemek, hor görmek, onlara hakimiyet kurmak…

Anlamına gelmez…

Bilakis…

Onlara hizmet etmek…

Neye ihtiyaçları olduğunu gözünden anlamak gibi…

Tanrı'nın bahşettiği bir özelliğe…

Sahip olmaktır…

Unutmamak gerekir ki…

İnsanın en büyüğü…

En yüksek mevkide iken tevazu gösteren…

Kudret sahibi iken affeden ve kuvveti olduğu vakit…

Adaletle hareket edendir…

***

İzmirli bu belediye başkanı…

Bornova'nın genç reisi Olgun Atila'dır…

Makamsız… Makam koltuksuz…

Yanıbaşınızda…

Gözleri sizinle aynı seviyede…

Varsın makam odası olmasın…

Varsın makam koltuğu olmasın…

Kalbi sizinle / hemşehrisi ile aynı ritimde atıyor mu?

Gerisi teferruat!

Sonsöz: 'Makamlar insanlara değil, insanlar makamlara şeref kazandırır… / Arap Atasözü…'