Bugün Pazar…
Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…
Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü…
Bir kez daha…
Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…
Bunu yaparken de…
Bu anıyı bugünlere taşıyan Cemal Granda'yı…
Saygıyla analım…
***
Herhalde üniversite birinci sınıftaydım…
70'li yılların başında olsa gerek…
Kitapçı vitrininde gördüğüm an…
Bütün harçlığımı verip 'o kitabı' aldım…
Hürriyet Yayınları'ndan çıkmıştı…
Adı; çok ilgimi çekmişti:
'Atatürk'ün Uşağı İdim'…
Yazarı ise, Cemal Granda'ydı…
Granda, 1927'den Atatürk'ün ölümüne kadar yakın hizmetkarıydı…
Tam 12 yıl O'nun buyruğunda Çankaya'da çalışmıştı…
O dönemin tüm gerçeklerini O'nun ağzından dinlemişti…
İki gecede okuyup bitirdim…
Hala kütüphanemin en güzel eseridir…
O günlerde kaç 'kuruş'tu, hatırlamıyorum…
Şimdi sahaflarda o kitap 120 TL.'ye 'ikinci el' satılıyor!
İnternette bulabilirsiniz…
Bugün o kitabın 252'nci sayfasından bir özel anı ile sizleri baş başa bırakmak istiyorum…
***
Din konusunda Atatürk tam anlamıyla laik'ti… Kimsenin inancına karışmaz, dindar kişilere saygı gösterir, yobazlara, softalara çok kızar, din kavramının sömürülmesine izin vermezdi... Allah ve Peygamber konuları, Atatürk'ün yanında tartışma konusu yapılmazdı… Bir gece sofrada Peygamber üzerine bir konu açılmıştı... Peygamber'i küçültür şekilde konuşmalar yapıyorlardı... Atatürk, bu konuşmadan sıkıldığını belli etti… Elini masaya indirerek; 'Bu bahsi kapatın! Peygamberi küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz…'dedi… Konuşmalarında din sorununa değindikçe ciddileşir, adeta kendine çekidüzen verirdi. Bu konuda düşüncesini açmazdı…
***
Atatürk, Harbiye'de okurken abdestsiz olarak toptan namaza giderlermiş... Ordu'ya katıldıktan sonra da cepheden cepheye koşmaktan namaz kılmaya vakit bulamamış… O günleri hiç unutmazdı…
***
Cumhuriyet'in ilanından sonra din ve devlet işlerini birbirinden ayırınca rahat bir nefes almıştı… Kadir gecesi ağzına içkinin katresini (damla) koymaz, o gecelerde sofra bile kurdurmazdı… Saygısı büyüktü… Bazen Mevlit dinlediği de olurdu... Sofrada Hafız Yaşar Bey'in mevlidini saygıyla dinlerdi… Mevlid'in Miraç bölümünde, 'Göklere çıktı Mustafa…' denince gözleri yaşarırdı… O zaman hemen kolonya götürürdük… İnanışı samimiydi, Allah'a inanıyordu… Öyle bir 'Allah…' derdi ki yalnız kalınca, onun gibi kimse diyemez… Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar, kendi kendine, 'Allah..' derdi… Böyle güzel 'Allah…' diyen adam yoktur…
***
Bir gün sofrada çevresindekilere:
'Bana Allah'ın büyüklüğünü anlatır mısınız?' diye sordu...
Konuklar birer birer, Allah'ı nasıl anlayabildiklerini dile getirdiler…
Atatürk, hepsini dikkatle dinledi…
***
Bir yaz akşamı, Dolmabahçe Sarayı'nda kadınlı erkekli 30 kadar davetli vardı… Protokol Şefi Saffeti Ziya Bey'in yemek masasındaki yerlerin şemasını önceden hazırladığı şekilde konuklar yerlerine oturdular… Fakat Atatürk, bu resmiliğin çabucak farkına vardı ve herkesle eşit şekilde ilgilenerek kimsenin hatır ve gönlü kalmamasına çalıştı…
Sekiz dokuz saat süren yemek sona ererken muayede salonunun büyük kapısının parmakları arasından güneş doğuyordu... Eşine çok az rastlanan muhteşem bir manzaraydı bu… Atatürk'ün bir işaretiyle manevi kızlarından Nebile Hanım, sandalyenin üzerine çıktı… İnce endamıyla bir heykeli andırıyordu... Başladı sabah ezanını okumaya... Ahenkli bir ses geniş salonda yankılandı… O sırada Atatürk başını yukarı doğru kaldırmış, kendinden geçmiş bir halde ezanı dinliyordu... Bir an geldi, yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı…
Sonsöz: 'Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür… Dinimiz son dindir, en mükemmel dindir… Çünkü dinimiz, akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor… / M. Kemal Atatürk…'