Bu yazıda Kazım Karabekir'in İstiklal Harbimiz adlı hacimli kitabından yaptığım alıntıları sonlandırmak istiyorum:
Mustafa Kemal Paşa, akşam yemeğinde Ulu Cami konuşmasını nasıl bulduğumu sordu. Ben de;
'Dünya işlerini camilere soktuğumuzun acısını az mı çektik Paşam! Milli işlerimizi neden camilere sokuyoruz? Neden bilhassa siz Başkumandan olduğunuz halde dinle, hilafetle bir din adamı gibi meşgul oluyorsunuz? Aydınlarımız haklı olarak bu gidişi iyi bulmayacaklardır. Memleketin Doğusunda ve Batısında birçok sorun varken siz neden din ve hilafet konusuna bu kadar önem veriyorsunuz? Görülen o ki muhafazakarlara dayanmak istiyorsunuz… Bundan vazgeçmelisiniz!..'
Gazi, görüşlerimi samimi bulduğunu yüzüme karşı söylediği gibi arkamdan da söylediğini duydum.
8 Nisan 1923'teki Halk Fırkası'nın ilkelerinden 5. madde aynen şöyle kaleme alınmış; aktarıyorum:
Dayanağı Büyük Millet Meclisi olan Hilafet makamı, İslam alemi nezdinde yüce bir makamdır. İslam Dini'nde bütün namazlar cemaatle kılınır. Cemaatin bir başı vardır ki, cemaatin bütün fertleri ona bağlanır. Bu suretle imam, cemaatin örnek alacağı kişidir.
Cemaatin fertleri arasındaki uyum, imamın şahsında tecelli eder. Her imamın kendi cemaatini namaz esnasında birleştirerek birçok ruhtan tek bir ruh meydana getirir ve bir dayanışma olur. İslamiyet'te bundan başka daha büyük bir dayanışma vardır ki, bütün ümmeti tek bir ruh haline getirir. Bunun şekli de, bütün imamların manevi bir surette bir büyük imama bağlanması ile olur. İşte bu imama 'Halife' denir.
O halde, namaz kılınırken cemaatin imamda oluşan ruh birliği ile yetinmemeliyiz. Bilmeliyiz ki, bu cemaatten başka, milyonlarca cemaat de aynı zamanda bir 'ümmet' halinde birleşmişlerdir. Bu birleşme bütün milletin bir büyük imam etrafında yani 'Halife'nin çevresinde birleşmesiyle meydana gelir. Demek ki, küçük imamlar, küçük cemaatleri oluşturacak, büyük imam da bütün ümmeti birleştirerek İslam alemindeki imamlar dayanışmasını meydana getirecektir. Bundan dolayıdır ki, bütün İslam alemi halife meselesiyle yakından ilgilidir. Yeryüzünde bir halife makamı olmazsa İslam alemi kendisini imamesiz kalmış bir tespih gibi dağılmış görür.
Seçimlere hazırlanan Halk Fırkası'nın programına bakınca dinin siyasete hangi ölçüde alet edileceğini söylemeye gerek yok.
Gazi'nin bu ve benzeri görüşleri her geçen gün biraz daha aşırıya gidiyordu. Bir ara Çankaya'da çifte minareli büyük bir cami yapma hevesi de uyandı ki, bu da gazetelere manşet oldu.
***
Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923)'nda sona doğru yaklaşılan günlerde M. Kemal Paşa'nın yakın çevresinde önemli değişiklikler olmaya başladı. Milli Mücadeleye katılmadıkları halde gazilik madalyası alanlar öne çıkıyor, bizzat katılanlar ve önde olanlar da arkalara ve kenara itiliyordu.
'Dindar ve namuslu olanlar aç kalmaya mahkûmdur.'…
'Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar!'…
'Dini ve ahlakî inkılap yapmadan önce hiçbir şey yapmak doğru değildir. Bunu da ancak bu prensibi kabul edecek gençlerle yapabilirim…'…
Ben; dinsiz ve ahlaksız bir millete bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteriyor. Paşam bu yeni felsefe bizi Bolşevikliğe götürür. Hatırlarsanız İngilizler Mütarekenin ilk zamanlarında bizi Bolşevikliğe teşvik ediyorlardı… Yapmayı düşündükleriniz asla halkın hoşuna gitmeyecektir. Benim bile derin bir uçurum ördüğüm bir formülü, zorla halka kabul ettirecek bir idare kurmaya çalışıyorsunuz. Bunu yapmayınız… Asalak bir tabakayı milletin başına geçirerek kanlarını emmelerine sebep olacaksınız…. Dedim.
Gazi beni sükûnetle dinledi. Fakat tartışmadı. Anladım ki, yeni bir çevre Gazi'yi yeni havaya çekmeye çalışıyor. Ama henüz kesin kararını vermiş değildi.
18 Temmuz'da yeni çevreyle de tanışma fırsatım oldu.
Ankara istasyonundaki özel kalemde Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa)'nin bazı maddelerinin değiştirilmesi konusu tartışılmış ve toplantı da dağılmıştı. Benim bu toplantıdan haberim yoktu. Geç de gelsem kalanların tartışmasına tanık oldum:
Mahmut Esat (Bozkurt) 'İslam ilerlemeye engeldir! İslam kaldıkça yüzümüze kimse bakmayacak…' diyordu, Tevfik Rüştü(Aras) de itiraz ederek 'İtirazımı Meclis kürsüsünden de haykıracağım!' diyordu.
Ben de İslamlığın ilerlemeyi engellediği görüşünün Avrupalıların kötü propagandası olduğunu anlattım. Bu kez Fethi (Okyar) söze karıştı:
'Karabekir, Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslam kaldıkça da, bu halde kalmaya mahkûmdurlar!' dedi.
Gazi, bu tartışmayı dikkatle dinliyordu. Tartışma uzadı ve daha uzun açıklamalar yapmak zorunda kaldım. Sonra Gazi'ye bakarak 'Salalar, Ezanlar, Namazlar, Hutbeler ve Vaazlarla çıktığımız yoldaki aşırılığınız şimdilerde başka bir aşırılığa doğru gidiyor. Bu çok yanlış ve kanlı bir maceraya gideceğimizi gösteriyor…' dedim.
Bu noktada Gazi sözümü keserek;
-Müzakere çok hararetlendi, burada kesiyorum!' dedi.
***
Lozan Antlaşması imzalanmıştı. 16 Ağustos'ta İsmet Paşa ile görüştüm. 18 Temmuz'da Gazi'nin huzurunda Fethi Beyle yaptığım tartışmayı anlattım. İsmet Paşa da 'Birinci Dünya Savaşı'nda bizimle aynı safta savaşan Macarlar ve Bulgarların tekrar istiklallerini almalarının nedeni onların Hıristiyan olmalarıdır. Bize istiklal vermek istememelerinin nedeni de Müslüman olmamızdır. İslam kaldıkça özellikle İngiltere gibi sömürgeci devletler daima aleyhimizde olacaklar…'
İsmet Paşa bana bunları anlattı. Ben de;
'Bu ancak bir baskı yönetimi ile gündeme gelebilir ki henüz neticelendiremediğimiz bağımsızlık mücadelemizi, milli neşemizi bozacak ve milletle aramızı açacaktır. İçeride birçok olaya neden olacağı gibi. Bu aklı bize verenler, dışarıda da 'Türkler, Hıristiyan oluyor' diye propaganda yaparak İslam alemini bizden nefret ettireceklerdir.
… Sultan Mahmut döneminde 'Türkler Hıristiyan oluyor' diye Arap ordularını Anadolu içlerine kadar sevk edenler, bu orduları idare edenler Fransızlar değil miydi? Öteden beri hükümetlerimize 'Avrupalı olun; Batı hayatını aynen alın… başka kurtuluş yoktur' diyenler, diğer taraftan da iç isyanları teşvik ettikleri gibi İslam aleminde de 'Türkler Hıristiyan oluyor' propagandası yaptılar. Bunda ısrar edersek kendi elimizle milleti anarşiye sürükleriz…. Lozan bize baskı rejimi getirmesin?!' dedim.
Lozan'da İstanbul neden payitaht olarak gösteriliyor… bunu da sordum. İsmet Paşa beni dikkatle dinledi fakat cevap vermedi.
***
14 ve 19 Ağustos tartışmalarımın sonunda şu kanaate vardım ki Gazi'yi Hilafet ve Saltanatı kendi uhdesi almaktan vazgeçirmiştim. Artık hutbe okumuyor, İslam ve Hilafet lehine konuşmuyordu.
Gazi'nin yeni çevresi onu açıkça diktatör olmaya teşvik ediyordu. Milli mücadelenin bütün başarısını Gazi'ye ve alakasız kişilere mal ediyorlardı. Ülkenin yeni dönemde nasıl gelişeceğini ve kalkınacağını düşünen yoktu. Tek adamlık kaçınılmaz gibiydi. Ankara'dan ayrıldım, yurt gezilerime ve teftişlerime geri döndüm.
***
16 Ekim 1923'de Müdafaa-i Milliye müsteşarı Selahaddin Adil Paşa'dan bir mektup aldım. Ankara'dan ayrılmanız iyi olmadı, Gazi tekrar Halife ve Sultan olma teşebbüslerine girişti… diye.
Gazi'yi bu sevdasından vazgeçirdiğime inanarak Ankara'dan ayrılmıştım; meğer yanılmışım. Bu tehlikenin önüne geçecek benden başka kimse yoktu. Hayatıma da mal olsa bunu durdurmaya karar verdim….
***
Sonunda Gazi halife ve sultan fikrinden vazgeçti. Bu mesele Gazi ile aramın açılmasına neden oldu. Çok geçmeden Musul meselesi çıktı. Bütün dikkatler benim üzerimdeydi. Musul'u ancak ben alabilirmişim…
Gazi ve yakın arkadaşlar öyle diyorlardı.
Hilafet ve saltanatta direndiğim gibi Musul Meselesinde de direndim. Çünkü Milli Mücadeleyi başarı ile sonuçlandırmış arkadaşlar dışlanmıştı. Yerlerini ise hiç alakası olmayan Allahsızlar ve asalaklar almıştı.
Musul'da başarılı olsaydım da bu durum değişmeyecekti. Başarısızlığımız ise ülkenin mahvolması demekti ki, bu askeri müdahaleye asla yanaşmadım.
Gazi de Musul'a müdahale yapacak bir komutan bulamadığı için bu konu kapandı.
Kapandı ama bunun faturasını hayatım boyunca ödedim.
***
Karabekir anılarında bu günlerde yaşadıklarını, direnişlerini, ısrarlarını uzun uzun anlatıyor. Fakat Milli Mücadele'nin ve Lozan'ın hangi koşullarda yapıldığına değinmiyor.
Mustafa Kemal Paşa'yı halifelikten ve sultanlıktan vazgeçiren başta İngiltere idi. Rusya, Fransa, İtalya idi.
Mustafa Kemal Paşa, hilafetin Osmanlı Hanedanından alınmasını istiyordu. Çünkü savaşın galipleri de istiyordu. Karabekir'in hilafet Osmanlı hanedanında, İstanbul'da kalmasını istemesinin dış dünyada bir karşılığı yoktu. Sonunda işin 'Cumhuriyetin ve Hükümetin mana ve mefhumunda esasen var…' denilerek hilafet makamı yer değiştirdi!
Musul harekatını kabul etmemesi ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın ısrarlı başbakanlık teklifini reddetmesinin mantıkî bir açıklamasını yapmıyor.
Bu adamlar varsa ben yokum, bu adamlarla birlikte başbakanlık yapamam… söylerinin hakikaten siyasette karşılığı yok!
Musul'u alsaydım başkaları kahraman olacaktı!
Bunlar mazeret olabilir mi?
Milli Mücadele'de Rusya'nın yaptığı altın, elbise, silah, hatta uçak yardımlarını sayıp aldığını bir güzel anlatan Karabekir, Fransızların, İtalyanların ve İngilizlerin hangi yardımları yaptığını unutarak ben şunu dedim, o da şunu dedi… gibi konuları, gerçeğin önemli bir kısmını göz ardı ederek anlatıyor ki, okuyucuyu bence yanıltıyor.
Sanki kendi kahramanlığına gölge düşmesinden korkuyor gibi!