Tarih felsefesi;ister materyalist ister idealist okulu temsil etsin, tarihi kişiliği; hem içinden çıktığı toplumun ürünü, hem de toplumun kaderini etkileyen ve ona damgasını vurabilen kişilik olarak tanımlıyor.

Atatürk konusunda en ayrıntılı ve nitelikli biyografiyi kaleme alan Şevket Süreyya Aydemir,'Tek Adam' adlı kitabında;

'Mustafa Kemal Atatürk de tarihi bir şahsiyettir. Bu şahsiyetin de tarihin akışında bir rolü vardır. Hem de içinden çıktığı Türk Toplumunun kaderine damgasını vuracak ve çağının olaylarına yön verecek kadar güçlü ve etkili bir rol. Bu bakımdan milletinin kaderine olan müdahalesi şüphe götürmez…

Çağımızın gelişmelerine olan müdahalesine gelince, Türkiye'de başardığı ve bütün sömürge, yarı sömürge ülkeleri milli kurtuluş hareketlerine önder olan, yön tayin eden milli istiklal, iktisaden ve siyaseten egemenlik savaşı dediğimiz hareket, O'nun çağdaş hüviyetinin orijinal cephesidir'. diyor

Atatürk Halkçılığı

Bu bağlamda Atatürk'ün Türk toplumunu yeniden inşa etmede ekonomi-politikaları açısından öngördüğü ilkeler içinde 'Halkçılık' ve 'Devletçilik'in öne çıkarıldığı gözlemlenmektedir.

O, yaptığı çeşitli konuşmalarda 'Halk devrindeyiz, Halk Hükümetiyiz ve Halkçılık yapacağız' diyor ve Halkçılık'ı 'sosyal nizamı emeğin hukukuna dayandıran sosyal meslek' şeklinde tanımlıyordu.

Bu anlamda Halkçılık, kapitalizme, ağa ve eşraf yönetimine karşı doğrudan doğruya çalışan sınıfların iktidarı ele alması demekti.

Atatürk Devletçiliği

Ekonomi tarihçileri Atatürk'ün 'Devletçilik' politikasının ise, birbirini izleyen iki evrede farklı özelliklere sahip olduğunu bildiriyorlar .

1923-1929 yılları arasında açık ekonomi koşullarında yeniden inşa yaklaşımının egemen olduğu, ancak ekonomik hayatın denetiminin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı korumacılığı öngören tezlerin öne çıkarıldığı gözlemleniyor. Anılan evrede, yabancı sermayenin belirli koşullarda desteklenmesini öngören yaklaşımlar olmakla birlikte, demiryolları ve tütün rejisinin devletleştirilmesi göze çarpıyor. Limanların ise devletin imtiyaz verdiği yerli şirketlerce işletilmesi yeğleniyor.

1930–1939 evresinde ise ekonomi-politikaları bakımından iki belirleyici özelliğin; 'korumacılık ve devletçiliğin öne çıktığı' görülüyor.

Bu yönelişte,1930'lu yıllarda kapitalist dünya ekonomisinin yaşamakta olduğu büyük buhranın etkisi olduğu söylenebilir.

Anılan evrede, devletin tarım dışındaki üretken alanlarda asli yatırımcı üretici unsur olarak ortaya çıktığı, sözgelişi; demir ve deniz yolarında, belediye hizmetleri, enerjide, sanayi ve maden sektöründe, tarımsal alt yapı, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerde egemen olduğu gözlemleniyor.

Devletin bu alanlardaki etkinlik ve yatırımları,1934 yılından itibaren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı içinde programladığı biliniyor.

'Devletçilik' olarak nitelendirilen bu uygulamalar Türkiye'nin sanayileşmesi ve kalkınmasında başat rol oynamıştır.

Bununla birlikte, devletçilik uygulamalarının salt ekonomik alt yapıyı oluşturma etkinlikleri olarak görmenin eksik bir tanımlama olduğu, bu etkinliklerin aynı zamanda sosyal ve kültürel merkezler oluşturmada toplumun kalkındırılmasında önemli işlevler gördüğü bildirilmektedir.

Bu bağlamda, Atatürk'ün ekonomi-politik görüşünün 'Devletçilik ve Halkçılık Temelinde Planlı Karma Ekonomi' olduğu açıktır.

Kısaca;

Atatürk, içinden çıktığı toplumu dönüştüren, dönüştürürken eşitlikçi bir toplum düzeni yaratmak için ilkeler koyan ve eylemler yapan, aynı zamanda emperyalizme karşı verdiği başarılı bir savaşla sömürge ve yarı sömürge ülkelere örnek olan tarihi bir kişiliktir.