EGEDESONSÖZ - İzmir Barosu Kadın Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Elçin Kılınçer Ot, SONSÖZ TV'de Gazeteci Yazar Muhittin Akbel'in sorularını yanıtladı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bu özel güne dair değerlendirmelerde bulunan Av. Ot, 'Bugün buraya, hepimiz gibi yaklaşık bir aydır süren üzüntü içinde olduğumuz deprem felaketinin etkisiyle geldim. Çünkü başta kadınların da yaşama hakkı olmak üzere barınma hakkından tutup temel bir ihtiyaç olan suyun da karşılanamadığı bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla biz 8 Mart'a enkaz altında girdik. Bugünlerde aldığımız tek iyi haber, Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda göğsümüzü kabartan Tuğba Danışmaz oldu' dedi.

BU ÖZEL GÜNDE BİLE KADINA ŞİDDET UYGULANIYOR
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarında kadınların 2014 yılında Taksim ve İstiklal Caddesi'nin siyasi irade tarafından gösteri yapılacak alanlar arasından çıkarıldığını hatırlatan Av. Ot, 2019 yılında birtakım bahanelerle kadınlara göz yaşartıcı bombadan, plastik mermilerle gösterilerin engellendiğini anlattı. Bu özel günde bile kadına devlet eliyle şiddet uygulandığını öne süren Ot, şu değerlendirmelerde bulundu:

'Gece yürüyüşü, kadınların patriyarkaya, cinsiyet eşitsizliğine, erkek şiddetine, heteroseksizme karşı haykırdığı bir gündür. Bugün yine haberlerde dinledim, İstanbul'da Taksim ve İstiklal caddesinde barikatlar kurulmuş, sokaklar abluka altına alınmış. Ama biz bu gerici düzenle mücadele etmeye devam edeceğiz.'

KADINA ŞİDDET, SON 10 YILDA YÜZDE 1400 ARTTI
Av. Elçin Kılınçer Ot, İzmir Barosu'nun kadın hakları ile ilgili hassasiyetini şu ifadelerle özetledi:

'Baromuz bünyesinde çalışan Kadın Hakları Merkezimiz 25 Kasım 2011'de kuruldu. Yaptığımız araştırmalar ve karşılaştığımız vakalar sonucunda şu veriye ulaşıyoruz; son 10 yılda ülkede kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı. Dolasıyıyla bu artış nedeniyle bizim özellikle kadınların insan haklarına ulaşması yönünde, hukuki destek sağlanması konusunda durumun önem arz ettiği konusunda bir fikrimiz var. Biliyorsunuz ülkede kadın yoksulluğu had safhada, kadınların adalete erişimi çok mümkün değil. O nedenle biz Kadın Hakları Merkezimizde kendimize şunu düstur edindik; kadının mutlak eşitliği sağlanana kadar sahip olacağı hakların etkin kullanımının gerçekleşmesi için bunu vatandaşlara aktarabilmek için yine meslektaşların bilgilerini bu anlamda tazeleyebilmek için hem hukuki destek hem de bilimsel çalışma yönünde faaliyetlerimiz devam ediyor. Kadın Hakları Merkezi meslektaşlarımızla iki haftada bir Çarşamba günleri toplanıyor. Burada ''kadınlar için ne yapabiliriz? Meslektaşlarımıza bu alanda nasıl ufuk açabiliriz?' planlamasını yapıyoruz. Bunun haricinde toplumsal davalar yürütümünde biz de ya merkezlerimizden ya da yürütmeden arkadaşlarımızı o davalarda görevlendirerek hukukun üstünlüğünü sağlamaya çalışıyoruz. Bunun haricinde vatandaş için şöyle bir hizmetimiz var; eğer kadın şiddetle karşılaşmışsa ve bir avukata başvuracak gücü yoksa, İzmir Adliyesi Bayraklı ana binasında E blok 3. Kat 311 Nolu odada Kadın Hakları Merkezimiz var. Şiddet öyküsünün olduğu yerde başka hiçbir koşul aramaksızın kadını bu şiddete korumak için orada gönüllü meslektaşlarımız nöbet tutuyor. Gerek aile mahkemesinde 6284 sayılı yasanın kendisine verdiği hakları kullanarak, gerekse savcılığa şikayet yönünde gönüllü meslektaşlarımız orada her gün nöbet tutarak kadınlarımıza hukuki destek vermeye çalışıyor. Telefon numaramız 400 00 04... Bu numaradan bize ulaşabilirler. Kadınlarımız için her zaman desteğe hazırız.'

KADINA ŞİDDETİN ÇAĞDAŞLIKLA, OKUMUŞLUKLA ALAKASI YOK
Kadına şiddet konusunun çağdaşlıkla, okumuşlukla ilinti olmadığının altını çizen Av. Elçin Kılınçer Ot, 'Çünkü bu bizim mutlak suretle sağlayamadığımız eşitsizlikle – eşitlikle ilintilendirilebilir bir durum. Sayısal anlamda geri gitmek yerine ilerliyoruz, Hukuk anlamında ileriye gitmek yerine geriliyoruz. Bunu açıklamak gerekirse; ben bunu ülkede her anlamda bir geriye gidişin varlığından söz ederek bunun sebebinde öncelikle hukukun üstünlüğünün bilerek sistematik bir şekilde yok edilmesinden, liyakatsizlikten ve bilimin aklın önderliğinden çıkıp, tek adam rejiminin bir gecede ben istedim İstanbul sözleşmesinden çıkıyorum demesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında bizim yasalarımızda mevcut düzenlemelere baktığımız zaman bunların etkin olarak sağlanması söz konusu olduğunda başka bir dünya mümkün. Ama biz İstanbul sözleşmesi gibi ilk imzacısı olmakla övündüğümüz sözleşmeden bir gecede çıktık. Çıktık ama biz o sözleşmenin feshedilmesine dair ilişkinin iradenin hukuka aykırı olduğunu düşünerek bir, iptal davası açtık. Otobüslerle Danıştay'a gittik. Danıştay tarihinin en kalabalık duruşmalarına tanıklık ettik. Ülkenin her yerinden, barolarından, siyasi partilerinden, kadın örgütlerinden insanlar oraya toplandı. Anlattığımız her şey dinlendi. 'bizim anlattığımız her şey dinlenirse orada bir sakatlık var demektir'(!) aslında sonuç bizim için çok şaşırtıcı olmadı. Fakat enteresan olan şu ki bize karar tebliğ edilmedi henüz, biz basından dava hakkında karar verildiğini öğreniyoruz. Biz beklerken de hala İstanbul sözleşmesinin kazanımlarından vazgeçmiyoruz. Mahkemelerde taleplerimizi ileri sürerken sözleşme yürürlükteymişçesine hala kadınların korunması için etkin yolların kullanılmasını talep ediyoruz. İstanbul sözleşmesi; kadına karşı şiddetle mücadele et, diyor.. Öncelikle şiddeti önle, şiddet gerçekleşirse şiddetle mücadele edip şiddeti kovuştur, kadının eşitliğinin sağlanması için de kadını koru ve koruyucu politikalar uygula, diyor. İstanbul sözleşmesi kadar önemli olan bir başka husus, biz toplumda, toplumun bakış açısında veya toplumun kodlarında toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak zorundayız. Kadına atfedilen görevler, unvanlar var. Bunların önünü alabilsek, küçük yaştan hatta belki okul öncesi eğitiminden başlayarak eşitlik konusunda bir takım adımlarımız olsa o zaman Cumhuriyet'in 100. yılına yakışır yerlere gelmek belki daha kolay olur. Yine de umutluyuz' diye konuştu.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLMİŞ OLMAMIZDAN CESARET ALIYORLAR
Av. Ot, 'Erkekler kadınlara şiddet uygularken nereden cesaret alıyor?' sorusuna şu yanıtı verdi:

'Şiddetin failleri dışarıda elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Manisa'da yaşanan bir olay vardı. Adam karısını öldürüyor, tekrar cezaevine giriyor çıkıyor, ikinci eşini de öldürüyor, üçüncüde yine partneri olduğunu söylediği kişiyi öldürüyor. Kendilerine bir şey olmayacağını düşünüyorlar. İstanbul Sözleşmesi'nden çekinilmesi bence erkeklere bu anlamda güç verdi. Onun dışında topluma baktığımız zaman erkeklerin şiddete yönelik duyguları, onların kişisel öfke, psikolojik durumuna indirgenmeye çalışılarak basitleştiriliyor. Dolayısıyla erkeğin şiddeti normalize ediliyor. Bu toplumsal bir sorun. Ayrıca aile kavramı o kadar kutsallaştırılıyor ki, o kutsallaştırılan kavram içinde kadından o şiddete razı kalması bekleniyor. Bunu dışında 6284 sayılı yasamızdaki koruyucu ve önleyici tedbirler etkin biçimde uygulansa, yine ceza kanununda iyi hal indirimleri veya haksız tahrik indirimleri erkeklere uygulanmasa belki bugün bunları konuşmayacaktık. Kravat takıyor, kıskandım diyor, haksız tahrik diyor, üzgündüm, öfkeliydim diyor böylelikle etkin bir kovuşturma yöntemi devlet yürütmediği için ve cezasızlık politikaları bir yerden sonra 'ya nasılsa bana bir şey olmaz, içeriye girsem de birkaç ay yatarım çıkarım' zihniyetiyle suç işlemeye devam ediyor. Şiddet akademisyende de var, doktorda da var. Eğitimin önemi yadsınamaz burada eğitileceğimiz husus kadın ve erkek cinsiyet ayrımını gözetmeksizin eşit haklara sahip olduğu konusunda olmalı.'

İŞ VE SİYASETTE KADINLAR ARKA PLANDA, ÇÜNKÜ...
Kadınların iş ve siyasetteki durumlarını değerlendiren Av. Ot, şunları söyledi:

'Öncelikle işverenin kadına bakış açısı önemli. İşveren bir kadını işe alırken; evli, gebe kalma ihtimali var; gebe kalırsa, iş hayatından uzaklaşabilir; çocuğu varsa hastalanır işe gelemez, ama erkek mutlaka evi geçindirmekle yükümlüdür, kadının böyle bir yükümlülüğü yok, zihniyetiyle hareket ediyor. Zihniyet bu şekilde. Yine kadına biçtiğimiz, sen evde bir şefkat merkezisin. Sen iyi anne ol, iyi eş ol, senden beklenen bu, evde otur, bakış açısı var. İşverenin bakış açısı, toplumun bakış açısı, bunun yanında da kadınların eğitime ulaşmada da erkeklerle fırsat eşitsizliğin olması istihdam açısından da önemli. Kadınların yasal hakları işverenlerin işine gelmiyor. Bu yüzden ülkemizde kadın istihdamı yüzde 28'de kalmıştır. Kadının elinin değdiği her yer güzelleşir. Çünkü kadın, hassasiyet göstererek, titiz, disiplinli çalışıyor. Bir işveren olsam, bir istihdam gibi şansım olsa ben önce kadınlardan seçerim. Siyasete bakılınca erkek egemen anlayışı var. Kadınlarla erkekler nüfus anlamında baktığımızda yarı yarıya olduğunu görüyoruz. Çok fark yok ama temsiliyete baktığımızda bunu göremiyoruz. TBMM'de kadının temsiliyeti yüzde 17 civarında. Bu aslında bir yandan da demokrasi meselesi. Kadının temsil edilmemesi de bizim ülkemizde çok normal karşılanıyor. Bu normal karşılandığı zaman şu da önemli, kadının istihdam, eğitim veya ekonomik olarak güçlü olmaması da siyaseten onu geri planda bırakıyor. 20 senedir aldığım notlara bakılırsa kadın erkek eşitliği olduğuna inanmıyorum. Kadın erkek eşitliği fıtrata ters. Kadınlar iş aradığı için işsizlik oranı yüksek. Kadının anneliği o kadar hayatının merkezinde olmalı ki başka bir kariyer planı olmamalı, kadın erkeğe köle olmalı. Böyle isteniyor. Biz 2022 yılında İzmir Barosu seçimlerini yaptık. Kurullarımız var, yönetim kurulu, denetleme kurulu, disiplin kurulu, barolar birliği delegasyonu. İzmir Barosunun 24 kurul üyesi var bunun 15'i kadın meslektaşlarımızdan oluşuyor. Denetleme kurulunun hepsi kadın üyelerdir.'

AİLE BAKANLIĞI MAALESEF KADINI KORUYAMIYOR
Gerçekleri konuşmak, gerçeklerle yüzleşmek gerektiğini belirten Av. Elçin Kılınçer Ot, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın kadına şiddeti önleme konusundaki çalışmalarını da değerlendirdi:

'Bu ülkede depremde enkaz altından çıkan, ebeveynleri olmayan çocukları koruyamadık. Onların tarikatlara veya cemaat evlerine, yurtlarına teslim edildiğine dair duyumlar aldık. Hatta buna ilişkin Aile Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulunduk. Yine onu bırakın toplumda infial yaratan bir vakfın kurucusunun 6 yaşındaki çocuğun sözde evlilik, evlilik değil o bildiğiniz istismar. Altı yaşındaki bir çocuğu tarikat üyesiyle evlendirilmesinde bakanlık sessiz kaldı. Dolayısıyla böyle bir bakanlığın, kadına karşı şiddette yasayla veya uluslararası sözleşmelerle hedeflenen etkin mücadele yöntemini kullandığını ben düşünmüyorum. Aile bakanının demeçlerinde ise şiddetin sebebinin yüzde 75 oranında alkolizmle ilgili olduğunu savunuyor. Kendileriyle görüşmelerimiz oldu, taleplerimiz dinleniyor ama sadece dinleniyor. Eylem konusunda yeterli etkinlikte olunmadığını düşünüyorum.'

SIĞINMA EVLERİNİN YARI CEZAEVİNDEN HİÇ FARKI YOK
Boşanmış kadınların, eski eş baskısından kurtulamadığını, kadın sığınma evlerine sığındığını belirten Av. Ot, kadınların rehabilite edilmesine yönelik bir çalışma olmadığını iddia etti:

'Kadını, boşandıktan sonra merkeze alacak düzenlemeler yapılması lazım. 2022 yılının Kasım ayı bakanlık verilerine baktığımızda Türkiye'de 149 tane sığınma evi var. Bu evlerden 112'si bakanlığa bağlı. 3600 kadın, yaşantısını orada sürdürecek durumda. Ama buraların yarı cezaevlerinden hiç bir farkı yok çünkü güvenlikleri söz konusu. Güvenliğin sağlanması için de sığınma evlerinde bütün kadınların elektronik aletlerine el konuluyor ve dışarısıyla hiçbir irtibat sağlanmıyor, tecrit ediliyor. En fazla 6 ay kalabiliyorlar. Hatta bir erkek çocuğu varsa ve 12 yaşını doldurmuşsa, o çocukla birlikte orada yaşaması söz konusu dahi olmuyor. Ya hayatını ya çocuğunu seç şeklinde bir durum söz konusu ve 6 ay sonra kurumdan gönderiliyor. Kadınların rehabilite edilmesine ilişkin bir çalışma yok. Önemli olan o kadını şiddet öyküsünden, psikolojik olarak kurtarmak lazım. Aldığımız duyumlara göre Diyanet'le yapılan protokoller gereği haftada iki gün vaizler gidip dini değerler adı altında eğitim verip rehabilite edildiği bilgisini aldık. Kadınların bunlarla rehabilite edileceğini düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız maalesef. Şiddet uygulayan erkekler için Erkek Islah Evleri açılması lazım. Şiddet uygulayan erkeklerin Islah evine gönderilmesi; kadınların günlük, rutin yaşamlarının devam ettirmesi, bunun sağlanması gerekir. Bunu ne zaman görürüz bilmiyorum. Kadın zaten şiddete uğruyor, eşitsiz bir konumda belki de herhangi bir ekonomik özgürlüğü yok, kadını evinden koparıp, dünya ile iletişimini kesip 6 ay sonra kurumdan çıkartmak doğru bir şey değil.'

KADINA ŞİDDETİN ÖNÜNE BİR ŞEKİLDE GEÇMEMİZ LAZIM
Torbalı'da, iki polisin korumasında, çocuklarını görmek için gittiği eski eşi tarafından bıçaklanarak öldürülen kadınla ilgili değerlendirmelerde bulunan Av. Elçin Kılınçer Ot, şunları söyledi:

'Ülkedeki güvenlik seviyesinin ne durumda olduğu ortada. Bu öyle bir zihniyet ki iki polisi açığa aldığında sorunu tamamen çözüleceği düşünülüyor. Siz kadın ve erkeği eşit konumda konumlandırmadıktan sonra bu vakalar yaşanır. Bakın bunu normalize etmiyorum, konuşuyoruz üstüne düşünüyoruz ama bu kadının korunmasına ilişkin bütüncül politikaların birlikte yürütülmesi halinde bizim üstesinden gelebileceğimiz bir sorun. Ama iki polisin açığa alınmasıyla yapılacak iş değil. Bizim öncelikle bundan sonra ülkeye bahar gelecekse yapılacak ilk iş İstanbul sözleşmesinin yeniden imzalanması gerek. İstanbul sözleşmesinin hükümlerinin orada devlete yüklediği bütün yükümlülüklerinin yerine getirilerek, sonrasında 6284 sayılı yasanın etkin uygulanarak, cezasızlık politikalarından vazgeçilerek, erkeklerin lehine uygulanacak cezai hükümlerinin de uygulanmadan etkin bir şekilde şiddet mağduru kadınlar korumamız halinde bu sorunlar çözülecek. Aksi takdirde çok zor. Yüzde 1400 çok ciddi rakam. Son 10 yılda bu artık şiddetten çok bir cins kırıma doğru gidiyor.'

NAFAKA NEDEN EN ÇOK KADINLARA ÖDENİYOR?
Nafakanın, cinsiyet gözetmeksizin kullanılabilecek bir hak olduğunu belirten İzmir Barosu Kadın Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Elçin Kılınçer Ot, bu konuda şu görüşlere yer verdi:

'Nafaka, ne kadar ödenmeli? Bunu geçen sene bir yokladılar, toplumun nabzını tutmaya çalıştılar ama kadın örgütleri çok iyi çalıştı. Tabii şimdilik sessiz kalmaları bu konuyu tekrar önümüze getirmeyecekleri anlamına gelmiyor. Hukuken, nafaka eşlerden birinin, cinsiyet gözetmeksizin, özellikle kastedilen yoksulluk nafakası diye geçer. Kadın veya erkeğin boşanmakla yoksulluğa düşmesi halinde ve boşanmadaki kusurun diğer eşten fazla olmaması kaydıyla alacağı bir bedeldir. Bu süresiz değildir. Süresizlik, dilediği kadar alabilir olarak anlatılıyor. İndirimi, kaldırılması yasada vardır. Nafaka sadece evlenme halinde değil, kadının fiilen başkasıyla yaşamaya başlaması, diğer tarafın ölümüyle sona erer. Nafaka, evet daha çok kadınlara veriliyor çünkü kadın çalışmıyor, istihdam edilmiyor, erkeğe bağımlı kılınıyor. Eve kapatılıyor, evden çıkartılmıyor dolayısıyla kadın boşandığında hayatını hiçbir şey olmaksızın devam edecek gibi planlamasını gerçeğe uygun buluyor musunuz? Mümkün değil! Siz kadını bağımlı kılıyorsunuz, evde oturtuyorsunuz, sen anne ol diyorsunuz, bana bak diyorsunuz, çamaşırımı yıka diyorsunuz, bu bana yeter diyorsunuz daha sonra günün birinde boşanma gerçekleşiyor. O zaman ne yapsın bu kadın? Nafaka dediğiniz şey de öyle kadının hele ki bu ekonomik enflasyonist ortamda hayatını idame ettireceği rakamlarda verilmiyor. Üç 30 paralarla geçiniyor. Erkek mağdurlar yaratılmaya çalışılıyor. Sanki kadınlar bolluk bereket içinde. Kadınlar bunu aykırı biçimde kullanıyormuş gibi yansıtılıyor, böyle bir şey yok. O zaman kadını istihdam edin, kadını muhtaç etmeyelim, gelin çocuğa da beraber bakalım. Kadının derdi olmasın işe giderken... O zaman nafakaya da ihtiyacı olmaz. Nafaka hakkına kimse dokunmasın.!