Şu sıralar durağan döneminde olduğunu söyleyen Pınar Kür, ’“Çünkü Türkiye ve dünyada olup bitenler artık bana çok yorucu ve itici geliyor’” dedi. Kür, Türk edebiyatıyla ilgili ilginç açıklamalar yaptı.’
Pınar Kür... Robert Kolej’’den Sorbonne Üniversitesi’’ne uzanan ve doktorayla taçlandırılan uzun eğitim döneminden sonra tiyatro yerine yazarlığı tercih etti. Şu sıralar durağan döneminde olduğunu söylüyor: ’“Çünkü Türkiye ve dünyada olup bitenler artık bana çok yorucu ve itici geliyor. İnsan olarak ’‘Ben nelerle uğraşıyorum?’’ diye soru soruyor insan. Bu tür olaylar benim tarzım edebiyata, benim hayatıma bir sekte vuruyor.’” Pınar Kür Türk edebiyatı için de, ’“Son 10 yılda ortaya çıkan ve büyük bir ümit veren yazar yok’” diyor.
-Türkan Saylan Onur Ödülü’’nü kazandınız, çok anlamlı bir ödül.
Türkan Saylan Onur Ödülü dediğiniz zaman bütün bir kariyeri, toplum içindeki duruşu ödüllendirmek söz konusu. Özellikle de bir hikaye, bir romandan çok, o yazarın bütün yapıtlarının bir arada değerlendirilmesi olarak görüyorum. Çok önemsediğim bir ödül oldu. Çok mutlu etti beni.
’‘TV UYARLAMALARI YOZLAŞMA’’
-Türk edebiyatı klasiklerinin TV’’ye uyarlanması hakkında neler düşünüyorsunuz...
’“Yaprak Dökümü’”, ’“Aşk-ı Memnu’”, ’“Hanımın Çiftliği’” Türk edebiyatının temel taşları. Önceki uyarlamalarda elden geldiğince bire bir uyarlama yapılmıştı. Şimdiki kitapla alakası olmayan, bir sürü başka hikayenin karıştırıldığı bir yozlaşma. Bu kitabı okuyan kişi ile o filmi gören kişi bunların isimlerinden başka birbirlerine olan benzerliklerini göremez. Bir on dakika bile izleyince içimi fenalıklar basıyor. Uyarlama bile değil. Dolayısı ile bu klasikleri televizyona uyarlamanın bir yararı yok. Keyifleri istiyorsa yapsınlar ama bir yazarın ve bir eserin adını karıştırmasınlar. Yazarları hayatta olsalardı böyle bir yozlaşmaya izin vereceklerini hiç zannetmiyorum. Fakat mirasçılar ceplerine üç kuruş para girsin diye hiç aldırmıyor. Bu eserlerin deforme edilmesine yozlaştırılmasına göz yumuyorlar. Bunların kitapların satışına katkı getirdiğini zannetmiyorum.
’‘BEN BİRAZ TEMBELİM’’
-Tiyatroya devam etmediğiniz için hiç pişmanlık duydunuz mu?
Arada bir duyuyorum. Bazen çok kötü oyunlar ve oyunculuklar gördüğüm zaman ’‘Ah ah, ben olsaydım böyle mi olurdu’’ diye düşündüğüm oldu. Fakat ileriki yaşlarda da fark ettim ki ben tiyatro insanı olacak kadar yırtıcı değilim. Çok büyük bir rekabet istiyor tutunmak tiyatro ve sinemada. Bir de çok fazla çalışma istiyor. Ben biraz tembelim. Öyle sıkı bir rekabete girecek kadar hırsım yok. Evimde oturup yazmak daha keyifli bir şey. Allah’’a şükür, değeri az çok bilinen, tanınmış bir isim oldum. Gösteri dünyasında bu mümkün değil. Belli şeyler var ki, belli bir yaşa kadar oynarsan oynarsın, yoksa oynayamazsın. Çok nankör bir meslek. Mizacım gereği insanlarla fazla dalaşmadan, fazla uğraşmadan gözlemlemeyi ve yazmayı tercih ettim.
-Hikaye okurunuz ile roman okurunuzu ayırıyorsunuz. Hatta alınganlık var sizde ’‘Romanlarımı beğenen öykülerimi beğenmiyor’’ diye.
Öykülerime çok meraklı okurlar vardır ama onlar ’“Asılacak Kadın’”ı fazla gerçekçi bulmuşlardı. Ara ara romanı bırakıp hikaye yazmam, ara ara tekrar romana dönmem de benim kendi hayatımda değişen ve benim kendi mizacımdaki dalgalanmaları yansıtıyor olabilir.
-Şimdi ne yapıyorsunuz?
Başladığım fakat ortasında bıraktığım bir romanım var. Onu ele alıp almayacağımı bilmiyorum. Bilgi Üniversitesi’’nde hocayım. Vaktimi epey alıyor. Kış aylarında kurarım kitabı, yaz aylarında da yazarım. Kitabı yazma işlemini geçen yaz bıraktım, bu kış da kurma işlemimi pek yapmadığımı itiraf etmeliyim. Çünkü bu Türkiye’’deki olayların beni biraz soğutmasından kaynaklanıyor.
-Edebiyat dünyasında canciğer dostunuz olmadığını söylüyorsunuz, neden?
Belki de benzer sebeplerden başka edebiyatçılar da benim gibi kendi başlarına olup kendi masalarında oturup kendi hikayelerini anlatmayı seviyor. Edebiyatçılar biraz yalnız insanlardır. Bir de garip bir paradoks var. Tamamı ile kapanıp yaşadığınız zaman anlatacak hikayeniz olmaz ama hayatını dışarıdaki insanlar arasında geçirdiğiniz zaman yaşadıklarınızı yazar olarak değerlendirecek zamanınız olmaz. Dolayısı ile bir denge söz konusu. Ama yakın dost larımın edebiyat çevresinden olmaması yazar, edebiyat çevresindeki herkesin kendi etrafında küçük kafesler kurmasından kaynaklanıyor olabilir. Edebiyat çevresinden hiç dostum yok değil ama çok yakın, sırlarımı paylaştığım dostum yok.
-Günümüz edebiyatçılarını beğeniyor musunuz?
Türk edebiyatında şu an çok büyük bir atılım, yepyeni bir gelişim, parlak bir yıldız görmüyorum. Bunun sebebi belki de insanların edebiyat dışı faaliyetlere daha çok kaymalarıdır. Sadece kadın yazarlar açısından şöyle bir düşünüyorum, 50’’ler de Nezihe Meriç, Leyla Erbil’’in ortaya çıkması bir ivme yaptı. Daha sonra Sevgi Soysal vardı. Ondan sonra bir üçlü olarak 70’’lerin başında Furüzan, Tomris Uyar, Adalet Ağaoğlu çıkıp bir gürültü patlattılar. 70’’lerin sonuna doğru ben ve Nazlı Eray çıktı ortaya. Ondan birkaç yıl sonra Latife Tekin, sonra da Elif Şafak. Ondan sonra kimse yok. Bunlar erkek yazarlar için de söylenebilir ama kadın yazarların ortaya çıkması 50’’lerden sonra olduğu için bu çerçeveyi kadın yazarlar olarak daraltıyorum. Son 10 yılda ortaya çıkan ve büyük bir ümit veren yazar yok.
-’“Ben de edebiyattan bunalıyorum’” demişsiniz...
Yazar olarak bir ara hiç yazmadım. Sonra tekrar başladım. Şimdi yine bir durağanlık dönemindeyim. Çünkü Türkiye ve dünyada olup bitenler artık bana çok yorucu ve itici geliyor. Şu an ben oturup bir aşk romanı veya başka bir roman tasarlıyor olsam ve Zonguldak’’ta 30 işçinin birden öldüğünü öğrendiğim zaman bunu yazmaya devam edemem. Bu tür olaylar benim tarzım edebiyata, benim hayatıma bir sekte vuruyor. Belki gençliğimde daha beter olaylar oldu. 12 Mart’’ı, 12 Eylül’’ü yaşadım. Bunları romanlarımda dile getirdim. Artık belki de bilmiyorum yoruldum mu, ümidim mi azaldı? Belki de belli yaşa gelmemin verdiği yorgunluk var.
Televizyon programı da yaptınız. Nasıl tepkiler aldınız?
Elmadağ’’dan Taksim’’e yürüyemiyordum. Mutlaka yolumu kesen birkaç kişi oluyordu. Yüzüme karşı herkes çok beğendiğini söyledi. Ha arkamdan çok kötü şeyler yazıldı ama yüze karşı kimse bir şey söylemedi. Yaşına başına bakmadan konuşuyor diyenler oldu. Hiç aldırmadım. Gene de, o program, katılan herkese bir şeyler katmış olmasına karşın, bana pek yaramadı. Okurlarımdan tepkiler aldım ’“Televizyonda ne işin var?’” gibisinden. Beni magazin programına yakıştıramayanlar oldu.(Habertürk)