Her hafta yazmaya başlarken bir hafta içinde gazeteler de gördüğüm ya da duyduğum haberleri dikkate alıyor, hatta bazen gazete kupürlerini bile kesiyorum ki, alıntı yapmak durumunda kaldığımda yanlışlıklar yapmayayım istiyorum. Bu hafta içinde benim için çok ilginç bulduğum bir konuyu işlemeye karar vermiştim ki, bütün bir gün boyunca sunum slaytını hazırlamak durumunda kaldığım 'Don Kişot Olmak'konusu, istemeden de bugünkü yazımın içeriği oluverdi. Neye niyet, neye kısmet denir ya, benim de belki de duygu ve düşüncelerimi farklı bir şekilde aktaracağım bir ortamın da açılmasına ve renk bulmasına neden oldu.

Geçtiğimiz haftalar içerisinde Interact Kulübü üyelerinden Ayşim Asan diye bir öğrencimiz bana bir mail yazarak muhakkak beni dinlemek istediklerini söyleyerek kulüp toplantılarına davet etti. Ona hemen 'peki, benim ne anlatmamı istersiniz?' dediğimde benim karar vermemi istedi. Ben de 13-18 yaş grubu arasındaki bu gençlerimize uygun en iyi anlatılacak konunun 'motivasyon ve hedef' olması gerektiğini dikkate alarak nedendir bilinmez 'Don Kişot Olmak' olabilir mi diye sordum. Bu açıklama onun çok hoşuna gitmiş olmalı ki hemen kabul etti ve bir gün sonra da benimle ilgili bir afiş hazırlayarak geri bildirim de bulundu. Evet özellikle birkaç yıldır kendim için 'Don Kişot' olma ifadesini kullanıyordum ama bunun tam olarak ne anlama geldiğini açıklayacak ve seminer verecek bir bilgelikte olmadığımı fark etmiştim birden. Pazar günü malum herkes için bu süreç bir yandan dinlenme zamanı olsa da benim gibi kişiler için her zaman hafta başından itibaren yapılacak işlerin planlaması ve hazırlığı olduğu için, başladım konu ile ilgili araştırmaya. Aklımı karıştıran bir konu olmuştu hafta içinde; bir hocam ile birlikte hafta içinde karşılaşmış ve ona Don Kişot olmanın onun için ne anlama geldiğini sormuştum. O'da bana:'asla Don Kişot olmadığını her zaman temkinli davrandığını' söylemişti. Ancak daha sonra öyle bir bakış açısı sunmuştu ki bana, bugün yapmış olduğum araştırmanın temelini de bu sözler oluşturuyordu.

Mustafa Tanyeri Hocam:'Yel değirmenleri hayatımızda her zaman çarpıştığımız kazandığımız-kaybettiğimiz nesneler olmayabilir. Bazen yel değirmenleri düşman olabilirken, bazen de bizi düşmanlardan koruyan kalkanlar olabilir' demişti. Yani insanın gördüğü ve baktığı olayların aslında onlar için bir 'algı yanılması' bile olabilir diyordu. Bunu hafta içinde düşünmeye başladım. Gerçekten de hayatımızda algılarımızın bize ne kadar çok oyun oynadığını biliyordum. Devamlı duyduğumuz konuları sanki doğruymuş gibi algılıyorduk. Kendi doğrularımızı kabul ediyor, asla hoşgörülü olup başkalarının söylediklerini dikkate almıyorduk. Empati kurma becerisine de sahip olamadığımız için, sabırsız, birbirimizi dinlemeyen ve hep mücadele etmeye hazır insanlar olarak dolaşıyorduk. Hatta diyebilirim ki, her an yel değirmenlere saldırmaya hazır Don Kişot ve Sancho Panza gibiydik.

Bu temayı dikkate alarak başladım bugün internette araştırma yapmaya. Bir kitabın ön yüzünde bir fotoğraf vardı ve : 'Hepimiz aslında Don Kişot'uz'. Nasıl hepimiz Don Kişot olabiliriz ifadesi de zaten 'metafor' olarak kullanıldığı için, bu mecazi anlamın bize ne denilmek istediğini de açıklıyordu.

İnternette gördüğüm haber 21 Kasım 2013'de Haber Türk'te yayınlanan Işıl Çinmen'e ait bir haberdi. 'Başka bir dünya mümkün' aslında bir slogan değil bilgi niteliğinde bir girişimdi. Haberde: 'Kadıköy'de yel değirmeni mahallesindeki terk edilmiş bina, bu bilgiye sahip 'Don Kişot'larca işgal edildi' diye yazıyordu. Nasıl yani demiştim, kim işgal etti, bizim Don Kişot'lar kim?

25 yıldır bir çöp yığını olarak duran binayı ele geçiren gençler, binanın temizliğini yapmışlar, düzenlemişler, boyamışlar ve aynı Sancho Panza'nın dediği gibi:' hepimizin hizmetine' sunmuşlardı.

İşgal evleri Avrupa'nın bir çok ülkesinde 1960'lardan beri yaygın bir uygulamaydı. İngilizce'de 'squatting' deniliyor. Kısacası; bir bina terk edilmiş işe yaramaz bir şekilde sokakta öyle duruyorsa, bir grup genç geliyor ve o binayı işgal ediyorlar. Bir şehrin 'işgal evinin' olması, yeni bir alt kültür, farklı bir bakış açısı, temiz bir ruh, o başka dünyaya açılan bir kapı demek.

O dünyada paranın değeri yok; doğaya zarar veren bir aygıtın yeri yok; eşitsizlik yok; yan gelip yatmak hiç yok.. Dayanışma var; diyalog var; doğrudan demokrasi var ve elbette eğlence de var. O dünyayı kurabilmek, yalnızca bir içinde var olsa bile, çok çalışmayı gerektiriyor. Mesela terk edilmiş bir binanın içindeki 1000 çuval yani beş kamyon inşaat atığını el birliği ile temizlemek gerekiyor. Yaratıcı olmayı, saygılı olmayı ve ihtiyaçları temin etmek için alternatif yollar bulmayı ve mahalle ile iyi anlaşmayı gerekli kılıyor.
İşgal edilen bölgesinin sınırları içerisinde hayalini kurduğunuz dünyayı yaşamak ve bunu da böyle hisseden herkesle paylaşmak istiyorsanız işiniz zor, çünkü Don Kişot misali mücadele etmek ve gerektiğinde yel değirmenleri ile savaşmak zorundasınız.

Bazen hayatımızda kültürel mirasımıza, ekolojik ve tarihi mirasımıza, kentimize, suyumuza, havamıza, ağacımıza sahip çıkmak için; demokrasiye ve laik sisteme ne kadar inanmam gerektiğini bu mücadeleyi yapmam gerektiğini anladığım zaman 'metaforik kahramanımın ' beni ne kadar çok etkilediğini fark ettim. Don Kişot aslında bize olayların arkasındaki farklı bir perdenin görüntüsünü sunuyor. Gördüğümüz halde göremediğimiz; dokunduğumuz halde hissedemediğimiz bazı gerçekleri bize anlatıyordu.

Don Kişot bir hayal kahramanı değildi aslında; şövalye serüvenlerini okumaktan aklı karışmış yaşlı ve aristokrat bir şahsiyet de değil; Rosinante isimli bir atı; Sancho Panza isimli bir uşağı; Dulcinea of El Toboso isimli bir sevgilisi yok belki de… hepsi bir hayal ürünü, hepsi bir rüya, hepsi bir masal belki de… Gördüğümüz pek çok olay gibi o da çocukluk anılarımızı süsleyen bir kişi mi acaba?

Şimdi Türkiye'deki gelişen olaylara baktığımda gördüklerimin gerçek olduğunu kabul ederek, bir şey yapamayız diyenlere karşı bir seslenişimdir bu yazı aslında. Mustafa Kemal Atatürk'ün neden ülkemize demokrasiyi getirmiş olduğunu, neden batı Medeniyetleri ile daha yakın ilişkiler içinde olmamız gerektiğini, devrimlerin bizler için neden önemli olduğunu yeniden kavramamız gerekiyor. NUTKU yeniden okumak gerekiyor, olmaz, yapamayız, bu kişiler ile baş edemeyiz, elimizi ayağımızı bağladılar, nefes alamıyoruz diyenlere halen Don Kişot'luk yapmanın öneminden bahsetmek istiyorum. Yel değirmenleri ile mücadele etmek, kişinin kendine saygınlığı için de önemli. Konuşmak, susmamak ve koşmak gerekiyor. Üşünmeden, bıkmadan devam etmek gerekiyor.

Bu masalın sonunda huzur varsa, bu masalın sonunda kazanma varsa, yel değirmenlerine farklı bir bakış açısı ile bakmak gerekebilir. Onları düşman olarak değil de, anlamaya çalıştığımız bizden birileri olarak görmek ve onları kazanmak acaba diyorum 'başarılı olmak' için yeni bir kapının açılması olabilir mi? Kavga ile bir yerlere gelemeyiz; bir bütünün parçalarını bölemeyiz. Ne dersiniz, Don Kişot olmaya ne dersiniz demiyorum ama Don Kişot gibi düşünmeye ne dersiniz?