21. Yüzyılın bu ilk yıllarında, küreselleşen dünya’’da, işlevleri değişen Ulus Devletler bütününde, yeni bir dünya düzeni veya yeni güçler dengesi oluşturma savaşı yaşanmaktadır. ’¶
Bu savaşta tek süper güç konumunu korumaya programlanmış olan ABD’’nin askeri güç bakımından en yakın rakibinden 20- 25 yıl önde olduğu bir gerçektir. ABD’’nin dünyanın Jandarması veya Kabadayısı gibi, herkesi rahatsız eden davranışlarının kaynağı bu üstün silah ve askeri gücüdür. ABD bu tartışılmaz gücün bilinci içinde, Büyük Orta Doğu gibi 25- 30 yılda tamamlanacak, bölgeyi küresel sistemin içine entegre edecek siyasi ve insani değişimlerinin tamamını kapsayan bir proje başlatmıştır. Türkiye bu projenin tam ortasında yer almaktadır.
19. yüzyıldan bu yana Dünya’’daki gelişmeleri ve Türkiye’’nin jeopolitik konumunun getirdiği hassasiyet nedeniyle bu gelişmelerden nasıl doğrudan etkilendiğini, 20 yüzyıldaki dünyaya hakimiyet teorilerinde, Türkiye’’nin hep, bazen nüfuz altına alınması gereken bölgeler, bazen de mihver devletler arasında sayıldığını gördük.
Avrupa ile Asya arasında bir köprü olan bu topraklar, tarihin ilk çağlarından itibaren jeopolitik bir önem taşımıştır. Değişen siyasi yapılar bu önemi azaltmamakta, sadece sorunların adını değiştirmektedir. Geçtiğimiz yaklaşık 22 yıl göstermiştir ki, Varşova Paktının dağılması ile Türkiye rahatlamamıştır. Balkanlarda yaşananlar, Kafkaslardaki gelişmeler Türkiye’’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Orta Doğu’’daki sorunlar, 700 yıllık bir imparatorluğun şanlı, fakat bir o kadarda karmaşık mirasını taşıyan Türkiye Cumhuriyetine sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi sıkıntılar da getirmektedir.
Kısaca, Türkiye dengelerin henüz oturmadığı, istikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninin ortasında yer alıyor.
19. yüzyılda dünyaya hakim olan Avrupa devletlerinin ürettikleri politikaların, ekonomik çıkarlarına göre oluşturdukları ittifakların, itilafların ilgi alanı hep Osmanlı İmparatorluğu, üzerinde oyunlar kurulan bir satranç tahtası haline gelmiştir.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde kurulan Cumhuriyeti de, aynı bakış açısıyla, dünyadaki gelişmelere ne derece ayak uydurabildiğimiz yönünden tarafsız bir biçimde incelememiz şarttır.
Türkiye, siyasi istikrarsızlıklar, karışıklıklar, ara rejimler, terörle mücadele ve başarısız ekonomik istikrar programları ile boğuşurken, cam bir fanus ile dünyadan tecrit edilmiş değildir. Tam tersine, dünyanın en sıcak bölgesinde, her türlü dış etkiye açık, kolay işlemeyen devlet sistemi nedeniyle de gerekli tedbirleri, gerektiği anda alamadan öylece durmakta ve yaşadığı olumsuzlukların büyük bir çoğunluğu da dış dünyadaki gelişmelerden kaynaklanmaktadır.
İki bloklu dünya düzeni çökse de, Türkiye hala Asya ile Avrupa arasında bir köprü olan topraklarda yer almaktadır. Yanı başımızdaki Balkanlar hala Rusya ve Almanya’’nın özel ilgi alanlarıdır. Bosna-Hersek ve Kosova hala kırılganlığını korumaktadır. Türkiye, Balkanlarda hassas barışın güçlenmesi için görev ve sorumluluklarını yerine getirme gayreti içindedir. Bu çerçevede Kosova’’da KFOR ve UNMIK, Bosna Hersek’’te EUFOR-ALTHEA gibi pek çok harekatta yer almaktadır. Dahası Türkiye, Kosova, Bosna-Hersek ve Makedonya’’da AGİT Misyonları ve Bosna-Hersek’’teki Polis Misyonuna da katkıda bulunmaktadır. Türkiye’’nin katkıları eğitim, sağlık ve altyapı alanları başta olmak üzere geniş bir alanı kapsamaktadır. Boğazlar hala Kuzey komşumuzun sıcak denizlere, Afrika, Ortadoğu ve Güney Avrupa’’ya ulaşmasının en kısa yoludur. Kuzeydoğumuzda her an patlamaya hazır, bir Kafkasya, doğumuzda Türkiye’’yi bölge liderliğinde ezeli rakip olarak gören, ayrıca nüfusunun %26’’sının Azeri Türklerden oluşmasından tedirginlik duyan İran vardır.
Ortadoğu’’daki Arap ülkeleri Türkiye’’nin bölgede yükselen bir güç haline gelmesini istememektedir. Güney komşumuz Irak’’ın üniter yapısı fiilen bölünmüş durumdadır. Türkiye’’nin dış güçlerin kaşımasına açık etnik sorunları vardır.
Yani Türkiye’’nin bölgede ciddi bazı ittifaklar içinde olması şarttır. Unutmayalım ki 21. yüzyılda pek çok kavram gibi bağımsızlık kavramı da değişmiştir. Bağımsız devlet olmak, 1930’’ lardaki gibi dışa kapalı, ekonomik ve siyasal ilişkileri sınırlı, kendi kendine yeten bir devlet olmak değildir. Bugün İran veya Libya’’yı ideal bir bağımsız devlet örneği olarak tanımlayabilirmiyiz?Çağımızda bağımsızlık; güçlü bir ekonomi ve insan haklarına saygılı bir demokrasi ile dünya devletleri ailesinin saygın ve eşit haklara sahip bir üyesi olabilmektir. O halde her siyasi ve ekonomik işbirliğini bağımsızlığımızın elden gitmesi olarak yorumlamadan önce, Türkiye Devletinin güvenlik ve çıkarlarını doğru tespit etmemiz gerekmektedir. Bu analiz yapıldıktan sonra, dostlarımızla bir ortaklık anlayışı içinde işbirliğine gitmeli, onların bölgemizde oluşturacağı yeni politikalarda söz sahibi olmalı ve ondan sonra da bu ortaklaşa oluşturulan politikalar doğrultusunda gereğini cesurca yerine getirmeyi öğrenmeliyiz.
Bu bakış açısıyla hem ABD ile hem de AB ile ilişkilerimizde karşılıklı beklentilerimizi doğru saptamalıyız. Özellikle Avrupa ideallerinin hayata geçmesi ve Avrupa’’nın, dünyanın geri kalanı için, barış istikrar ve refah olması için ortak vizyon şu olmalıdır; Demokrasi, Hukukun üstünlüğü, İnsan Hakları ve Serbest Piyasa ekonomisi.
Bu oluşturulan politikaların devletin temel menfaatleri ile ilgili olduğunu ve popülist politikalarla değiştirilemeyeceğini bilmeliyiz. Demokratik ve gelişmiş ülkelerde, seçim kampanyalarında taraflar ne derlerse desinler, iş başına geldiklerinde, kendi ülkelerinin menfaatleri ile ilgili dış politika önceliklerini değiştirmeden uygulamaktadırlar. Türkiye bu teamülü yerleştirmek durumundadır. Cumhuriyetten bu yana ’“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’” anlayışına oturan dış politikamız, şimdiki bakan sayesinde komşularla ’“Sıfır Problem’” ve’” Araplaştırma’” gibi saçma bir düzeye indirilmiştir. Kendini, Türk Milleti gibi aziz bir milletin birikimlerinden daha önemli gören ve dışişleri teşkilatını hallaç pamuğu gibi atan sapık fikirli kişilerden dışişlerimizi korumalıyız.
Bundan böyle seçimlerde oy verirken ve sonrasında, yapmamız gereken en önemli şey şudur;
Oy vereceğimiz Parti veya kişilerde, doğruluğu, dürüstlüğü arayacağız. Sonradan görmelere, ülkesine ve Demokratik Laik, Sosyal Hukuk Devletine inanmayanlara, servetinin hesabını veremeyenlere, bilgisiz ve çapsız siyasetçilere, bölücülere, tarikatçılara, çıkarcılara oy vermeyeceğiz.