Tayfun MARO
Hayata zar atmak...
1 Aralık 2012 Cumartesi

Hayatı bir tür kumar olarak görenlerin haklı oldukları bir yer var; Tanrı’ya oynayan herkes
kazandı. Ve biliyoruz ki insanlık bu büyük bahiste Tanrı’ya oynuyor.
Pascal öne sürdüğü “bahis kuramı”nda şöyle der; -Bilindiği üzere bahis oyunlarına para
yatıranlar, yatırdıkları taraf kazandığında kazançlı çıkarlar.
- Tanrı’nın varlığı akıl yoluyla
kanıtlanamaz. Bu nedenle Tanrı’nın varlığından yana bahis tercihi yapılırsa, kazanma olasılığı daha yüksek olacaktır. Ve tersi bir tercihle çok az şey kazanılacağından; akılcı bir insanın Tanrı’nın var olduğu yönünde bahse girmesi daha akıllı bir tercih olacak ve buna göre yaşamını sürdürmesi daha mantıklı olacaktır.
 
Facia, insan yaşamındaki çıkışsızlıktır. Yaşamın sonlu olması karşısında insan acizdir.
Facia’ya katlanış ya da Facia’dan kaçış; İşte yeryüzünde bütün olan biten, çıkışsızlığın bu iki
haline bağlı olarak insanlığın yaptıklarından, ettiklerinden ve düşündüklerinden ibarettir.
Faciaya katlanmak, evrenin oluşumunu ve varoluşu rastlantı ile açıklayan insanın kendine
seçtiği bir tür yazgıdır. Evrendeki varlığına hiçbir anlam yüklemeksizin “kendi oluşunun
kendiliğindenliğini” kabullenerek, her şeyin bitimli olduğu bu dünyada bir kıyısından yaşama
katılan kişi, faciayı bekler, ona katlanmak dışında bir seçeneğin peşinden gitmez. Yani
kaybeden taraftır.
Faciadan kaçış, evrenin oluşumunu ve varoluşu tanrısal bir tasarım olarak kabul eden
insanın yazgıdır. Dindar, Tanrı’ya teslim olmak suretiyle kafası rahat bir yaşam sürmeyi tercih
etmiştir. Dindar kişi, yaptığı seçimle, kazanan tarafa oynamış olmasının kuvvetle muhtemel
olduğunu bilmektedir. Bu bilgi sayesinde hayata ve varoluşa dair bütün soru işaretlerinden
kafasını kurtaran dindar doğaldır bu inancının çökmesine yol açacak her türlü müdahaleye
kapalıdır.
 
Kim “öbür dünya” umudunun yerine baş edilmez bir faciaya katlanış karabasanını koymak
ister ki!
Öte yanda, faciaya katlanmayı seçen insan, bu ağır yükten, bu çıkışsızlıktan kurtulmayı neden istemesin! Ah bir de ikna olabilse!

Yeryüzünde faciayı beklerken veya faciadan kaçarken, her iki durumda da nasıl bir hayat
istediğini bilememek veya bilmek ama o hayata uzanacak dermanı bulamamak galiba
insanlığın asıl sorunu.
 
Faciadan kaçış, sisteme boyun eğmeyi gerektirir mi?
Dinler, ortaya çıktıkları dönemler itibarıyla, yoksulların ve mülksüzlerin zalim yöneticilerin
zulmüne başkaldırısı olarak görülmüştür. Ne ki zamanla kurumlaşarak sistemin hizmetine
giren dinlerin bu dinamizmlerini kaybettikleri de bir vakıadır.
Dindarlar unutmuş olabilirler ama “faciadan kaçmak” için muktedirlerin iktidarı önünde
ceketin düğmesini iliklemek gerekmiyor. Kurtuluş sisteme boyun eğmeyi gerektirmiyor.
 
Tanrı ile bir buluşma olacaksa, bunun yolu uygarlığın sistemleştirdiği yaşam tarzlarından
geçmez. Çünkü orada devlet vardır ve bütün yollar devleti yönetenlerce tutulmuştur; ister
Tanrı’ya ister insana gitsin veya hiçbir yere gitmesin. Devlet kurmak, insanlığın yaptığı en
kötü işlerden biri olmuştur.
Faciaya katlananların ise devletin gölgesine ihtiyaç duymadıkları veya duymamaları gerektiği bilinir. Ne ki bu facia bekleyişi içinde hayata kafa tutanlar, devlet karşısında o kadar da dik duramıyorlar.
 
Varoluşun tanrısallığına veya rastlantısallığına bağlı olarak kendimizi konumlandırdığımız
yerde zihnimizde oluşan hayat tahayyülü bizi hayata zar atma noktasına getiriyorsa, hayat
yolumuz bir sisteme çıkıyor demektir. Devletin çatısı altında tarihsel bir sisteme kapanmış
hayatlarımız, iktidar sahiplerinin iki dudağı arasında demektir.
İşte tam burada bir karar vermek gerekiyor; kendi yaşamında “kendisi” olmak için.
Tanrısal varoluşun güvenli kollarında faciadan kaçın veya rastlantısallığın belirsizliğinde
faciayı bekleyin, ama mutlaka “hayatı şimdi isteyin.”
Hayata zar atmak yerine hayatı şimdi istemek; Öncesiz ve sonrasız zamanlarda ”şimdi
yaşamak” en değerli insan hakkı olmalı.

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Serdar DEĞİRMENCİ
Serdar DEĞİRMENCİ
Sonbahar
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
Başıboş canileri toplamak!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bu da geçer
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Yemek kitabı değil Kültürel Miras!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
İşte 'gülen' ilk fotoğrafı!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Son nefeste Göztepe!
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Townç Sowyer'in maceraları
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (9) 'Bizim radyo tiyatrolarımız vardı'
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bektaşi Devleti tartışmaları!
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
Parti tabanı Özel’den kopuyor mu?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva