Fikret İLKİZ
Balatlı Garo, Antakyalı Mihail...
22 Mart 2010 Pazartesi

Gazeteci Mehmet Ali Solak yıllardır ’“Hatay Güney Rüzgarı’” dergisini inatla çıkarmaya devam ediyor. ’¶ Bu ısrarını, gazeteci inadına, bir de doğup büyüdüğü topraklara ve bu topraklarda birlikte yaşadığı insanlara karşı sevgisine bağlamalı. Böyle düşünmeme neden olan gazeteciliği, yazdıkları ve yaptıklarıdır. Yerelde gazeteciliğin onca yoksulluğuna karşılık Hatay Güney Rüzgarı aylık aktüel dergi’’ni inatla 14 yıldan beri yayınlamaya devam ediyor. Gazeteci Mehmet Ali Solak Hatay Güney Rüzgarı’’nın Şubat 2010, yıl 14, sayı 122’’nin kapağına işletmesinden büyük keyif aldığı ’“Antakya Evi’” nin iç mekan fotoğrafını koymuş.

Gözlerimle gördüğüm, ayaklarımla üzerine bastığım, üzerlerinde yürürken durup yere baktığımda hayran kaldığım çini desenli yer karoları’…
 

Derginin kapağındaki fotoğrafı çeken gazeteci Solak ’“desenli yer karolarını’” anlatıyor: ’“Deklanşöre her bastığımda, izlemeye doyamıyor, yeniden yeniden göz göze gelmek istiyordum. Gözlerimi alamadığım bu çekici güzellik bir görüşte aşık olmanın da ötesindeydi. Endamlı duruşu, düzeni ve dikkat çekici özelliği idi... Her ne kadar günümüzün modem çizgileri abartılı olarak sunulmuş olsa da, çiçek gibi açan desenler geçmişte ne kadar zevklere düşkünlüğü çok açıkça belli ediyordu. Hatta bu, zevkin ve yaratıcılığın ötesinde, geçmişte yaşam alanlarını anlamlı kılmak ve yaşamanın farkına varmaktı. Ellerimle yüzeyini okşarken, yüzyılı aşkın süredir esmeri, sarışını, kumralı, ince, kilolusuna bakmadan, siyah, mavi ya da ela gözlü demeden üzerinde dolaşanlardan rahatsız olmamış, aksine herkesi etkileyecek kadar canlı kalabilmeyi başarmıştı. Yaşına göre de halen ipeksi ve kaygandı. Basıldıkça, var oluşundan ve dışlanmadığından sevinen, sevincini benim kadar herkesle paylaşacak kadar da gülümseyen bir yüzü vardı. Ya da bana öyle gelmişti... Onunla tanışmam, çocukluğumda oynadığımız topun farkında olmadan düştüğü evdi. Topu ararken, gördüklerimi unutamadım. Rüyalarımı süsleyen konaklarda hep ama hep o desenli karolar üzerinde yürüdüm. Yürümek ne kelime, bir kelebek gibi kanat çırptım. Gördüklerimden büyülenmiş olacaktım ki, usumda izlekleri hiç silinmedi. Günün birinde onlarla bir araya geldiğimde, ikizlerini bulmanın sevincini yaşadım. O sevincim; limon çiçeklerinin mis kokularıyla; güneye bakan avlularından girilen eski Antakya evleriydi. Onları, gülen çocukların elinden kayan uçurtmalara benzettim’”.

Antakya Evi’’nin fotoğrafının yer aldığı kapakta ’“Çini Desenli Karolara Veda mı? / İçinde sevgi olmayan, insanlığa hizmet edemez’” başlıkları var’…

Mehmet Ali Solak desenli karo ustaları Mihail Nalbant'la, Can Antun'la hüzünlü  bir söyleşi yapmış. ’“Asıl üzüntüm, yitip giden bu güzelim sanat şaheserleri ve yitip giden imalatın son izleri. Umarım sizler de bu üzüntümü anlar, neden yitip gidenlere sessiz kalışımızı düşünürsünüz.’” diyor. 

Eski Antakya evlerini gösterişli kılan özelliklerinden biri olan çini desenli karo imalatçılarından Mihail Nalbant ile M. Ali Solak söyleşi yapmış. Başlarken yıllar önce sakladığı bir gazete kesiğindeki Hürriyet Gazetesi muhabirlerinden Ersin Kalkan’’ın çocukluğunun geçtiği Balat'ı nasıl anlattığına da yer vermiş. "Ben çocukken Balat'ta Garo Usta adında büyük bir usta yaşardı. Kapısında bir eski zaman tabelasında 'Karocu Garo' yazardı. Çiniler ve yer karoları imal derdi. Lazok mimarinin yayıldığı, Karadenizli ilk kuşak müteahhitlerin eski evleri yıkarak yerine apartmanlar diktiği dönemde Garo Usta'nın işleri azalmıştı. Dükkanda sinek avlamasının nedenlerinden biri de Garo'nun aksi tabiatlı bir adam olmasıydı. Her siparişi kabul etmezdi. Başından aşağı altın sikkeler de yağdırsanız, kafasına uymayan deseni çiniye işlemezdi. Bir pazar günü kiliseden döndüğünde dükkanının bulunduğu çıkmaz sokağı elinde son kalan çinilerle rengarenk döşeyip, kapattı atölyesini ve çok sevdiği işine veda etti. Altı ay sonra da öldü. Onun ölümünden birkaç ay sonra da belediye işçileri gelip 'Çingene bohçasına döndü' iddiasıyla kaldırımlardaki çinileri söküp attılar. Oysa o çamurlu Balat Sokağı, ustanın çinileriyle bir sanat eserine dönüşmüştü. Garo'dan geriye hiçbir şey kalmadı...’”

Balat'ta yaşanan, Antakya'da yaşananlarla benzerlik gösteriyor’… Mihail Nalbant’’ın ve Can Antun’’un anlattıkları düşündürücü.

Karo ustası  Mihail Nalbant anlatıyor:  "İlk tanışıklığım 1949. Taşlar kaleden getirilirdi. Ceylan adında birisinin 10 tane eşeği vardı. Eşeksırtında taş getirirdi. Taş kırma makinesine Hamdo Koç bakardı. Eski emniyetin bitişiğinde karo imalatı yapılırdı. (’…) İlk karo İtalya'dan Marsilya'dan geldi. Michel Angelo. Dünyanın en ünlü ressamı. Bir tabloya kenar yapıyordu. Bir su ressamcısı da Angelo'dan onu çalıp, karonun buluşunu ortaya koydu. Kireçle başlayıp, çimentoya başladılar. Daha sonra Fransa'ya ihraç edilmeye başlandı. Fransa karoyu çok tuttu. Osmanlı'nın yıkılışından sonra Fransa karo işini Lübnan'a kadar taşıdı. Beyrut'tan sonra Suriye'ye, Suriye'den de İskender Gündüz Antakya'ya getirdi. 1900 ya da 1940'larda.(’…)Hiç unutmam, ABD Başkanı John Kennedy öldüğünde, 1961'de Ferit Karayusuf’’tan helallaşıp Altınözü'nde imalathane açtım. O günlerde elektrik yoktu. Benzinle elektrik üretip, briket imalatını yaptım".

Karo ustalarından Mihail Nalbant 1973 yılında her şeyini satarak Norveç’’e gitmiş. 

Üzerine bastığınız her yer karosunun bir imalatçısı ve onun da bir hayat hikayesi var’…

Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’’ı
BBC’’ ye Ermeni Diasporası ve ’“soykırım’” tasarılarının sürece hasar verdiğini anlatırken; ’“Ülkemde, 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşım. Ama 100 binini biz şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine hadi siz de memleketinize diyeceğim. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar. Ülkemde de tutmak zorunda değilim’”  demiş’…

Öyle dememiş. Acaba ne demiş, nasıl söylemiş? Söylediğine göre demiş ki; ’“’…’’Ülkemdeki kaçak Ermenileri sınır dışı etme’’ yönündeki ifadem maalesef ulusal ve uluslar arası çevrelerde tamamen art niyetli bir yaklaşımla ’‘kaçak’’ kelimesi atılarak kullanıldı ve kullanılıyor’” (Radikal 20 Mart 2010)

Ulusal ve uluslar arası çevrelerde yanlış anlaşılmak istemiyorsanız düşünmeden konuşmayın. Ağzınızdan çıkan lafınızı, kulağınız duysun. Ama ben ne dediğinizi çok doğru ve çok iyi anladım. 

Acaba Balatlı karocu Garo ustanın sokağa döşediği çinilerini neden söktüler? Mihail usta neden gitti? Çini desenli karolar ne olacak? Türkiye’’de yaşayan Ermeni nüfusu neden azaldı?

Bu basit sorulara düşünerek cevap vermeyi deneyin. Yoksa, yanlış anlaşılırsınız’…  

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Son nefeste Göztepe!
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Townç Sowyer'in maceraları
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (9) 'Bizim radyo tiyatrolarımız vardı'
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bektaşi Devleti tartışmaları!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
‘Erkekler bastığım kaldırımı öperdi!’
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
Parti tabanı Özel’den kopuyor mu?
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
CHP ne yapmalı?
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Neden toprak reformu yapılmalı?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Eril toplumda kıyamet alametleri...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
İzmir’e kruvaziyer niye gelsin?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva