Tayfun MARO
Arzumuz nedir?
29 Ocak 2012 Pazar

Geçen binyılın sonunda veya bu binyılın başında, Ben ve Öteki, yitik tanışıklığın araya koyduğu mesafeleri konuşamaz hale geldik. Dörtbir yanımızda duvarlar yükseliyor.
Mesafelerin aşılabilirliği, bir ihtimal… Aşılamazlığı kuvvetle muhtemel.
 
Sağ ve sol düşünce üzerine kurulu siyasal dengeler, sosyalist sistemin çöküşünden sonra darmadağın oldu. Bozulan dengelerin neden olduğu paradigma çökmesi, tek kutuplu yeni dünya düzenine yol verdi.
Tek kutuplu dünya düzeni, 1990’da Berlin duvarını yıkarken, dünyaya daha çok demokrasi, daha çok insan hakları, daha çok özgürlük, daha çok refah vaat ediyordu.
Çok değil, 20 yılda bu efsane çöktü. Kapitalist sistemin vaatlerini gerçekleştirmeye muktedir olmadığı anlaşıldı.
 
Şimdi, sönen umutların ardından baş başa kaldığı aldatılmışlık duygusu ve düş kırıklıklarıyla, kendini fırlatıp attığı cemaat toplumlarında bir tür yok oluşun hazzında, dünyaya hükmeden sistemden sanki intikam alıyor, modernitenin mutsuz insanı.
Kendini küçük homojen topluluklara kapatarak dağılmakta olan sistemden korunan insan, bir tarihsel sistemin sonunu getirmekte olduğunu muhtemelen bilmiyor.
Bu cemaatleşme ve içe kapanış, uygarlığı yaşatan şehirlerin kozmopolit yapısını bozarak, belki de uygarlığın yeniden anlamlandırılmasına yol açacak.
 
Her şey adeta boşluğa savruluyor. Muhtemelen, taşlar bir daha yerine oturmayacak, bildiğimiz o dünya geri gelmeyecek.
Bu altüst oluş zihnimize şu soruyu düşürüyor; “Biz neyi arzu ediyoruz?”
Arzumuzun ne olduğunu bir solukta söylemek kolay değil ama; bir dizi konferans vermek için yurdumuza gelen Slavoj Zizek’in “İdeolojinin Yüce Nesnesi”nde anlattığı bir anekdot durumumuzu anlamamıza yardımcı olabilir:
Zorunlu askerlik hizmeti yapmakta olan bir adam, askerlikten kurtulmak için deli numarası yapmaya karar vermiş. Seçtiği delilik türü de takıntı nevrozu. Adamcağız önüne çıkan bütün kağıtları alıp bir göz attıktan sonra, “Bu değil!” diye haykırarak bir kenara fırlatır dururmuş. Sonunda bu hali üstlerinin de dikkatini çekmiş ve adamı tutup askeri hekimin karşısına çıkarmışlar. Adam kendisine sorulan hiçbir soruya cevap vermediği gibi, hekimin masasındaki, raflarındaki kağıtları da karıştırıp, “Bu değil!” demeye devam ediyormuş. Bir süre adamla iletişim kurmaya çabalayan hekim sonunda pes edip adamın tezkeresini yazmış. Adam tezkere eline tutuşturulunca durup bir göz atmış ve “İşte bu!” demiş.
Zizek bu anekdotun, arzunun hem nedeni, hem de sonucunun bir ve aynı şey olduğu durumlara iyi bir örnek teşkil ettiğini söylüyor.
 
Sosyalist sistemde çöküşün başlamasının ardından nirengi noktasını kaybeden Sol’un takıntılı arayışının bir metaforu gibi anlaşılabilecek bu anekdot, karşısına çıkan her görüşü “bu değil!” diyerek kenara iten Sol’un anlamlandırma çabalarının veya hakikat arayışlarının açmazı üzerine bizleri düşünmeye çağırıyor.
Sol’un artık takıntı nevrozu numarası yapmayı bırakarak, eksik ve kendi içinde çelişkilerle dolu, tarihsel ve geçici bir anlamlandırma çabası için, “İşte bu!” deme zamanı geldi.
Aradığını eksiksiz bulmayı beklemek, arananın hiçbir zaman bulunmayacağı bir eylemi veya eylemsizliği ifade eder bize. Eksiksiz ve mükemmel bir sistem yoktur; onu biz tamamlayıp mükemmelleştireceğiz. Aradığımızı, “İşte bu!” diyeceğimiz o eksik, çelişkili ve tarihsel olanda bulacağız.
 
Yeryüzü kaosa giderken, sistemin nimetlerinden yararlanamayanların, yoksulların, mülksüzlerin, kaybedilecekler hanesi boş olanların arzusu nedir?
Üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutmanın yöntemini kavramış bir azınlığın çoğunluğa tahakkümüne boyun eğmek, nasıl bir çaresizliği ifade eder?
Şimdilik bu sorulara çok açık yanıtlar veremiyoruz. Bütün bildiğimiz, zenginlerin ve muktedirlerin ardından gitmenin insanlığa mutluluk getirmediğidir.
Zenginlerin, muktedirlerin yaptıkları tercihlerin insanlık yararına olmadığını kendi deneyimlerimizden ve uygarlığın ahvalinden biliyoruz.
Yeryüzünün tadını çıkaran bir milyar kadar mutlu azınlığa mensup insanın arzularını yerine getirmek, geri kalan 6 milyar insanın toplumsal varlığının nedeni olmamalı. İnsanlık bunu arzu ediyor olamaz.
Yeni bir dil kurmak ve hayatı yeniden söylemek için çok fazla nedenimiz var.
 
NOT: Ortadoğu’daki altüst oluşun ardından bölgeye hakim olması muhtemel yeni- Osmanlıcılık fikrine dair Zizek’in söyledikleri hakkında önümüzdeki günlerde yazacağım.
 
 
 
 

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Ali Cingöz 29 Ocak 2012 Pazar 21:42

Tayfun, güzel yazından dolayı kutlarım, Soran başlığı ise şöyle cevaplarım; Arzumuz şelale İhtiyacımız nevale Bakılmıyor helale İşte düştük bu hale

Yorumu oyla      12      6  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
Halkın gerçek gündemi sahnede!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Şimdi ne olacak?
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (10) 'Bak Postacı Geliyor'
Serdar DEĞİRMENCİ
Serdar DEĞİRMENCİ
Sonbahar
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
Başıboş canileri toplamak!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bu da geçer
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Yemek kitabı değil Kültürel Miras!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Son nefeste Göztepe!
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Townç Sowyer'in maceraları
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bektaşi Devleti tartışmaları!
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva