Bugün Pazar...

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bu kez sizlerle...

Ulu Önder'in vefatının üstünden…

An itibarıyla 86 yıl geride kaldı…

Biz, bugün son günlerini…

Bi'kez daha hatırlayacağız…

Bunu yaparken de…

Yazdıklarıyla o anları bu günlere taşıyan…

'Atatürk'ün Son 100 Günü'nün yazarı Sami Çelik'i…

'Atatürk'ten Hatıralar' kitabını kaleme alan Rıza Soyak'ı…

'Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları' eserinin yazarı Hulusi Turgut'u ve Mehtap Yılmaz'ı…

Saygıyla anıyoruz…

***

Unutulacak gibi değildir…

Çünkü…

Çok duygusal bir anıdır…

Ne var ki…

Herkesin bilmesinde yarar vardır…

Atatürk…

Vefatından yaklaşık dört ay önce…

Yaveri ve çocukluk arkadaşı Salih Bozok'a…

Gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:

'Ben öleceğim Salih, çünkü benim hastalığım siroz...

Okudum, tetkik ettim, siroz insanı muhakkak öldürür ama…

Hastalığım daha önce tüm ayrıntılarıyla bana anlatılsaydı…

O zaman bu işin başında önlemini alırdım…'

Salih Bozok

Gözyaşlarını göstermemek için izin istedi; odadan çıktı…

Ancak hıçkırıklarını…

Ulu Önder, kapı kapalı da olsa duymuştu…

***

Atatürk'ü ölüme taşıyan hastalığı…

İlk kez 1938'in Ocak ayında belirti vermeye başladı…

Resmi rapora göre…

1938 yılının Ocak ayında…

Ulu Önder'in vücudunda kaşıntılar başlamıştı…

Genel belirtiler de ortaya çıkınca…

Muayene şart olmuştu…

Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Dr. Nihad Reşad Belger…

Gazi'yi Yalova'da muayene etmişler ve…

Karaciğer'deki hasarı bulmuşlardı…

Bacak ve ayaklarında…

Kaşınmadan dolayı kabarcıklar oluşmuştu…

Ve…

Hapsinden önemlisi o sırada 70 kilo ağırlığındaydı…

Bitmedi…

Ankara'ya giderken üşütmüş ve…

Ciğerde kan toplanmıştı…

Hastalığı, Gazi Atatürk'ü hayli sarsmıştı…

Mart ayında Paris'ten gelen Prof. Feissenger

Neşet Ömer'le yaptığı konsültasyonda Atatürk'ün hastalığını…

'Hepatite Sclero-Congestive Ethylique' olarak teşhis etmişlerdi…

Aslında…

Hastalık o aralarda iyiye doğru gitmekteydi…

Karnı asit birikmeye başladığı için…

Hastalığın 'Siroz' olduğu kesinleşmişti…

Sonra?

Sonrası daha büyük acı…

Kısa bir süre sonra…

Bütün özenli bakıma rağmen…

Hastalık sürekli ilerleme kaydediyordu…

Artık…

Yaşananlar, Türk Milleti'yle paylaşılmak zorundaydı…

***

57 yıllık ömrünün büyük bölümünü…

Savaş meydanlarında geçirmişti…

Cephelerde yakalandığı hastalıklar…

O'nu…

Türkiye Cumhuriyeti'ni kurma ve yüceltme hedefinden döndürememişti…

Ne var ki…

O melun karaciğer hastalığı…

Artık, Ulu Önder için dönülmez bir yol olmuştu…

***

Bilir misiniz?

Vefatından dokuz ay önce…

2 Şubat 1938'de çok sevdiği zeybeği son kez oynadı…

Bursa'da katıldığı baloda…

Hastalığına meydan okurcasına 'Ayaktayım' mesajı verdi...

Doktorların, 'Bir yıl bile yaşayamaz' teşhisine inat…

Milleti ve vatanı için direndi…

57 yıllık ömrünü…

Bir milleti yeniden ayağa kaldırmak için adamıştı…

Hasta yatağında bile…

Aklında sadece vatanı vardı…

Doktorlar, 'Hayır, olamaz!' deseler de…

Mersin ve Adana'yı ziyaret etti…

Yaptığı adeta intihardan farksızdı…

***

Hastalığı her geçen gün ilerliyordu…

27 Mayıs 1938'de…

Israrla İstanbul'a gitmek istedi…

Deniz havası iyi geldiği için…

O özel günleri çok sevdiği Savarona yatında geçirdi...

Şu sözleri yanındakileri çok üzmüştü:

'Bu teknenin bana hastane olacağını bilemezdim…'

Nitekim…

Temmuz sonlarına doğru daha da ağırlaşınca…

Dolmabahçe Sarayı'na yerleşti…

***

Ankara Üniversitesi…

Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mesut Çapa'nın…

O günlerdeki şu sözleri çok anlamlıdır:

'Bir taraftan hastalığı ile uğraşırken…

Diğer taraftan memleket meseleleri ile çok yakından ilgilendi…

Aynı zamanda doktorların da tavsiyelerine hiç itiraz etmedi…

Elden geldiğince az konuşturulmaya çalışılmıştı…'

***

26 Eylül'de ilk kez komaya girdi…

O günlerde en büyük isteği…

Cumhuriyetin 15'inci yıl dönümü kutlamaktı ama…

Doktorlar, değil Ankara'ya gitmesini…

Yatağından dahi çıkmasını istemiyordu…

Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri…

O gün O'nu yalnız bırakmadı…

Vapurla Dolmabahçe Sarayı'na yanaşıp…

Hep bir ağızdan 10'uncu yıl marşını söylediler…

Ulu önder gençlerin sesini yatağında dinledi…

Ayağa kakmak istedi…

Yapamadı!

Gençleri…

Yaşaran gözleri ile takip etti; duygulandı…

***

6 Kasım'da son kez kalktı yatağından…

Son günlerinde çok sevdiği yemekleri bile yiyemiyordu…

Karnındaki su iyice artmış ve…

Göğsüne ve kalbine baskı yapmaya başlamıştı…

Artık zor nefes alıyor, hissettiği acı yüzünden okunuyordu…

Bir buçuk gün komada kaldı Atatürk…

Geçirdiği şiddetli bir nöbetten sonra başını çevirip…

Şöyle fısıldadı:

'Aleykümselam…'

O tek kelime, Ata'nın son sözü oldu…

O sırada takvimler 10 Kasım 1938'i…

Saatler de…

'Dokuzu beş geçe'yi gösteriyordu…

Nokta…

Sonsöz: 'Benim naçiz (önemli olmayan) vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza kadar) payidar (yaşayacak olan) kalacaktır… / Gazi Mustafa Kemal Atatürk…'