Geçtiğimiz iki gün önce sabahleyin kalktım bir baktım ki, dışarıda müthiş bir yağmur var. Dışarıya çıkmak üzere olmam nedeniyle: 'Hay Allah, şimdi ıslanacağım' dedim ancak sonra hemen kendi kendime gülmeye başladım. Bir gün önce öğrencilerimden birisi bana dönerek: 'Hocam, hava durumu hiç mi sizi etkilemez?' sözü aklıma geldi. Sonra birden sokağa çıkınca ıslanacağım düşüncesinden vazgeçtim. Öğrencime, hava durumu gerçekten beni hiç etkilemez derken ne kadar kararlı olduğumu hatırladım. İyi de herkes hava durumunun özellikle 'yağmurlu' ya da 'kasvetli' dediğimiz durumlardan etkilenirken, benim neden bu duygulara sahip olmadığımı anlamaya çalıştım.
Kolaylıkla da buldum galiba. Çünkü yaşamın bana göre her zaman ' iyi ve kötü', 'çirkin ve güzel', 'bereketli ve bereketsiz' iki yüzü vardı. İyi oluyorsa, kötü de olacaktı ve bu kaçınılmazdı. Hani büyüklerin bir sözü vardır' kötüyü göreceksin ki, iyinin ne kadar önemli olduğunu anlayacaksın' ... Bu ne kadar doğrudur, tartışma getiren bir konu olabilir ama, böyle bir düşünce yapısının biz insanlar için faydasını iyi analiz etmek gerekiyor.
Sabahın ilk saatlerinde buluşacağım kişi, bir başka üniversitede çalışan çok değer verdiğim hemşehrim bir profesör hocamızdı, kendisi ile çok sık sohbet etmesek de, buluştuğumuz zaman 'fikir üretecek' kadar çok vaktimiz oluveriyordu. Hayatım boyunca, en büyük zevklerimin arasında, bir sohbet toplantısı sonrasında yeni fikirler ile kalkmayı seven birisi olarak, haydi bakalım bu sefer neler öğreneceğim diyerek, buluşma yerine geldim. Bu arada yağmur iyice hızlanmıştı, hocadan bir mesaj aldım biraz geç geleceğini yazıyordu. Bir anımı bile boş geçirmekten mutlu olmayan birisi olarak hemen eline kağıdımı kalemimi aldım ve gazete yazımı yazmaya başladım.
Kendimi kaptırmış giderken hocanın geldiğini fark etmemiştim bile... Tam kağıdı elinden bırakmıştım ki, Hoca:' bazen hayatta ümitlerimizi kırıyorlar' diye söze başladıi. Kalemi bırakmadan önce yazdığım son yazıma baktım ki:' umutlarımız kırılsa bile, yeni yollar açılacaktır' diye bir not almıştım. Yine sevimli bir şekilde gülümsedim içimden, bugün yeni yelkenler açılacak dedim içinden...
Geçen yıl 'Gönül Dostları' olarak oluşturduğum bir gruptan bahsettim Hocaya... Din, inanç sistemi, felsefe konularına karşı olan merakım beni yaklaşık 10 kişiden oluşan küçük bir grubu oluşturmama yardımcı olmuştu, her on beş günde toplanarak birbirimizi bilgilendiriyorduk. Bilginin, paylaşıldıkça büyüdüğüne inanıyordum. Ben ne kadar bilgili olursam, öğrencilerim de, eğitim verdiğim herkes de bilgili olacaktı. Bunu zaten 'misyon' olarak edinmiştim.
Sırada yönetim alanındaki eksikliklerin paylaşılmasına yönelik boş bir alan vardı. İşletmelerde çalışan yöneticiler, kendi bilgilerini aktaracakları yerler arıyorlardı. Bu paylaşım ortamı gerçekte onlar için de 'meditasyonik' bir ortam yaratabilecekti. Bu düşünceyi de hayata geçirmeyi çok arzu ediyordum.
Sohbet arasında böyle bir oluşum içinde olduğumu söyledim. Bunun üzerine hoca:' Tekno-poli' dedi... Bu nedir dememe kalmadan benim en büyük istediğim oluşumun da çatısı birden oluşuverdi sözlerinin arasında... Bu oluşum da 'sanayi, yerel yönetim, üniversite' vardı. Tam istediğim saç ayağı oluşuverdi gözümde.. Yöneticiler dertlerini veya mutlu oldukları durumları anlatırken, üniversiteli akademisyenler bu konular ile ilgili bir dizi araştırma konusu çıkarabileceklerdi. Sanayicinin derdini dinleyen yerel yöneticiler, bu konularda neler yapabileceklerini sorgulayacaklardı. Yerel yönetimlerdeki yöneticiler ile üniversite yetkileri ise birbirlerini daha farklı bir şekilde tanıma fırsatı bulabileceklerdi. Bütün bu iş bölümü de, doğal olarak 'ülkenin kalkınması' için, yeni modellerin ortaya çıkmasına yardımcı olacak bilgi yumağını oluşturacaktı..
Muhtesem bir heyecan içinde bulunduğum yerden ayrılırken, hocanın Tariş'te özellikle kooperatifçilğin gelişmesi konusunda ciddi adımlar atılıyor sözleri, aklım da kaldı son anda...
Ülkenin kalkınmasına ve gelişmişlik düzeyine acaba katkıda bulunmam mümkün olabilir miydi? Bu sene ilgi alanım olan ' kooperatifçilik' sözünü duyunca da doğal olarak, soluğu Tariş fabrikasında aldım. Strateji Birimi Müdürü Hakkı Bey'in odasına girdiğimde, Tariş'in kuruluş yıldönümüne beni götüren bir resim ile karşılaştığımda yine bir durdum yerinde ve yeniden kolları sıvamak için hareket noktası yakalamıştım.
Ülkemizde 'tarımı' canlandırmak zorundaydık. Üretime katacağımız her birey, hem ithalat hem de ihracatımız için yeni canlılık kazandıracaktı. Bu konuda birilerini bilinçlendirmek için uğraşmak zamanımız çoktan geçmişti. Artık hareket etme zamanıydı. Kadın girişimciliği ve kadın kooperatifleri belki de çağımız Türkiye'si için bir kurtuluş noktasıydı. Canlandırmak, planlamak ve randımanlı bir şekilde pazarlar bularak ( iç ve dış) üretime geçmek mümkün müydü?
TOBB Kadın Kurulu Başkanı Aysel Öztezel'in, İZİKAD Başkanı Candan Çilingiroğlu'nun bu konulardaki bütün projelerini bu alana endekslemek mümkün olabilir diye düşündüm.
Bu noktada, yaşamı doğru algıladığımızda, aslında hepimizin aklından geçirdiği fikirlerini hayata geçirmek için fırsatların 'havada uçuştuğunu' hissetmek hoşuma gitti. Ben fikirlerimi ortaya atarken, bir girişimci bu fikri, 'ticari bir fikre' dönüştürecek. Bu ticari fikri duyan bir bankacı bunu uygulamaya geçirecekti. Aynı, 'Kelebek etkisi' gibi, fikir fikirle yoğrulacak ve üretime geçecekti.. Doğru bir gün ile başlamıştım, güzel düşünceler ile ve eylemler ile günü bitirdim. Bence yaşamı doğru kodladığınızda, yaşam da size güzel yüzünü gösteriyor. Yeter ki siz, doğru okumayı başarın...