Şiddet temelli olaylarla bir kişi daha yitirmeye tahammülümüz yokken,

Dünya Sağlık Örgütü'nün güncel raporuna göre,

dünyada her üç kadından biri cinsiyet temelli şiddetle mücadele ediyor.

Üç kadından birinin yaşam ışığının şiddet nedeniyle sönmesi,

özgür ve eşit yaşam hakkının istismara açık politikalarla ötelendiği

ve uluslararası hukukun etkin bir biçimde uygulanmadığını gösterir.

Pandemi döneminde de, özellikle yaftalanma çekincesi,

şiddetin yol açtığı travmalarla baş edememe kaygısı ve diğer nedenlerden

kayıtlara geçmemiş vakaların olduğu da bilinmektedir.

İlgili rapora binaen, rakamların belirtilenden çok daha yüksek olduğu ve şiddetin hiçbir türünün tolere edilemeyeceği yönünde kolektif bir yaklaşım benimsemenin önlem politikalarında etkili olacağı aşikar.

Ülkemizin gündeminde de sıklıkla yer alan bu kronik sorunla mücadelede,

politik temelli güç dinamiklerinin neden olduğu cinsiyetçi yaklaşımın zararlarını ve vehametini gözlemliyoruz.

Toplumsal huzurun tesisi açısından, azami önem taşıyan dayanışma ve bilinçlenmenin önemi yadsınamaz.

Bu bağlamda, şiddetle mücadeleye ilişkin iki önemli hususun önlem planı dahilinde irdelenmesi gerekir:

Birincisi şiddetin dil, din, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı dahilinde sonlandırılamayacağı, sürdürülebilir toplumsal gelişim ve eşitlikçi dönüşüm hareketinin önündeki en büyük engel olduğu farkındalığına ulaşmada, hukukun en etkin yol haritası olduğu konusunda bütüncül tutum geliştirmemiz, ikincisi de, 'yaşa ve yaşat' ilkesine ters düşen, toplumsal kalkınmayı zayıflatan, ayrımcılık eksenli inanış ve uygulamaları legalize eden kabulcü tutumun pekişmesine yol açan her türlü söylemden ivedilikle arınmamız gerektiğidir.

Zira şiddet dilde başlar ve toplumsal cinsiyet eşitliği bilincini zayıflatan en büyük sorun iletişimsel süreçte belirginleşen bir yol izler.

Şiddetin normalleştirilmesi, şiddet davranışına gerekçe gösterilerek zemin hazırlanması ve bahaneler sunulması da insan haklarına aykırıdır.

Bu sebeple, şiddetin 'tolere edilebilen' ve 'edilemeyen' kategorilerle meşrulaştırılması kabul edilemez.

Kadına mülkiyet algısıyla yaklaşmak,

tehlikeli, eksik ve korunmaya muhtaç bir varlık inancıyla yok saymak,

hayatın her alanında var olan, bir arada ve bütün olarak yaşamaya olan toplumsal inancı derinden sarsar.

İnsana dair toplumsal değer bilincimizin yapılandırılması için ifadenin önemini anlamamız,

şiddeti ve etkilerini ortadan kaldırmanın temelini oluşturacak en etkin yoldur.

Birbirimizden eksilmemek için, söylem bilinci oluşturarak toplumca yeni bir boyuta evrilmek mümkün.

Sevgi ve sağlıkla kalın…