Yazıma Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde silahlı saldırıya uğrayan ve tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç'la başlamak istiyorum. Sizde bu fikre katılır mısınız bilmem ama bana göre Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç tarihe 'açılım şehidi' olarak geçmelidir. Çünkü eski bir terör örgütü üyesi olduğu söylenen katil kanımca gücünü bu açılım sürecinden almıştır. Yani başka bir deyişle biz batıdaki adaleti doğuya götürmekte zorlanıyorken Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçeceğini düşündüğüm Habur'da kurulan çadır mahkemeler katile güç katmıştır. Savcı Hakan Kılıç ilk değil belki ama bilmem son olur mu? Bu üzücü olay geçti. Peki ya yarın? Hadi savcı ve hakimlerin güvenliğini sağladık. Ya adaletin güvenliğini nasıl sağlayacağız? Siz bu olaydan sonra doğudaki hakim ve savcıların ilgilendikleri dosyalarda rahat kararlar alabileceğine inanıyor musunuz? Doğrusu ben inanmıyor, inanamıyorum.


Adaletin uygulama ve usul açısından batıda ayrı doğuda ayrı işletilmesi adalete olan güveni zedeler. Nitekim Habur meselesinde de öyle olmuştur. Kimi çevrelerin adalete olan güveni sarsılmış ve adaletin mevcut saygınlığına da gölge düşmüş/düşürülmüştür. Bu konuya başka bir yazımda daha geniş yer vermek üzere farklı bir olayla devam etmek istiyorum.

Hatırlarsanız Susurluk skandalı patlak verdiğinde dönemin başbakanı olan Tansu Çiller 'Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de…' demiş bir anlamda derin devlete sahip çıkmıştı. Susurluk olayına değinmek amacında değilim fakat dikkatinizi farklı bir ayrıntıya çekmek istiyorum. O dönem Çiller'in danışmanı olan ismin bir hayli ilginç olduğunu biliyor muydunuz? Zira bugün Ergenekon yapılanmasına yönelik keskin yazılar kaleme alan Mümtaz'er Türköne o gün derin devlete sahip çıkan Çiller'in baş danışmanıydı. Nereden nereye değil mi?


Ben her zaman iddia etmişimdir: 'Bu ülkede makam sahibi olmanın yolu ne yazık ki dün ak dediğine bugün kara demekten geçiyor.' Bu ülke ne acıdır ki net duruşu olan insanları pek sevmiyor. Mert, onurlu, gözü pek ve yerine getiremeyeceği sözlerden uzak duran bir insansanız ve hele de çok önemli bir pozisyonunuz varsa 'bir kaset' her şeyi hallediyor. Ama kaypak, çarkcı, dönekseniz ve umut tacirliği yapıyorsanız işte o zaman bu meziyetleriniz size tüm kapıları açıyor. Bir anda çok önemli bir partinin çok önemli bir adamı oluveriyorsunuz. Millet olarak Susurluk skandalı ortaya çıktığında bize enteresan gelen ve ağzımız açık izlediğimiz ilişkileri az biraz unuttuk. Bugün bambaşka bir kurgunun içerisindeyiz ve hala da ağzımız kapanmış değil. Şaşkınlığımız devam ediyor. Örneğin Genelkurmay eski başkanımız İlker Başbuğ terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla cezaevinde yatıyor. Ve hamdolsun millet için birbirine tekme atıp tokat yiyen vekillerimiz bile var. Dün meclis birbirine girdi. Muhtemelen dünya televizyonlarında büyük bir gurur ve iftiharla 'Türkiye Büyük Millet Ringi' gösterilecek. Boks maçlarını aratmayan genel kurul görüntülerine ham şaşırdım hem de üzüldüm. İleri demokrasi dedikleri bu olsa gerek dedim! Değiştirilmek istenen iç tüzüğe meydan okuyan muhalefete hak veriyorsam da bu küçük tatmin olmaları çözüme giden yol olarak görmüyorum. Çünkü tehlike hakikaten büyük ve muhalefet bunun farkındaymış gibi davranmıyor. Örneğin MİT içindeki 'bit yeniği' bu kavganın gölgesinde çok sıradan kaldı. Ve eğer kulislerde dolaşan iddialar doğru ise 'kurumlar ve siyaset' arasında çok keskin bir yol ayrımında olduğumuzu söyleyebilirim. PKK ile masaya oturup müzakere yaparak devlet adına imza atan yetkisiz yetkili kişi yada kişilerden hesap sorulur. Cezası kesilir. Bana göre bu yanlışın geri dönüşü vardır. Fakat bazı MİT görevlilerinin örgüte yakın olmak yakınlaşmak adına KCK eylemlerine karıştığı yönündeki iddiaların doğruluğu halinde ise MİT ve Başbakanlığın bu durumu açıklaması ve de telafi etmesi mümkün değildir.


Türkiye Cumhuriyeti devleti garip bir kuşatma altındadır. Gerek kurumlar arası gerekse kurumlar içindeki ayrı gruplarda bir çatışma yaşandığını üzülerek izliyoruz. Ortada bir güçler savaş olduğu malumun ilanıysa da bu güçleri temsil eden kitlelerin neye ve kime hizmet ettiğini tam manasıyla kestirebilmiş değilim. Ülkemizde bir deprem yaşanıyor. Ve ben bunun doğal bir afet olduğunu düşünmüyorum. Yani bu olaylar zinciri kendi kendine gelişmiyor. Bu doğal sanılan ama yapay vuku bulan afetin sorumlularının asıl amacı bu ülkeyi temelinden yıkmaktır. Bu ülkenin temeli; 'Milli birliktir, beraberliktir'.


Bilmem farkında mısınız ama her deprem sonrasında bu temel ağır bir hasar alıyor. Bir gün yıkılacak ve hiç birimiz bunun altından kalkamayacağız diye endişeleniyorum. O halde ben şimdiden soruyorum ki yarın bu soru için çok geç olabilir:


'Sesimi duyan var mı?'