Petrol ve doğal gaz zengini devletlerin pek çoğunun doğal kaynaklardan elde ettikleri gelirleri nasıl pay ettiklerini az çok biliyoruz. Milyar dolarların az sayıdaki yöneticiye, çok az kısmının da halka sadaka olarak verildiğini de.
Halkın ekonomiden anladığı ise petrol ve doğal gaz zenginlerinin dağıtacağı sadaka-zekat miktarıdır.
Fazlası değil!
Oysa;
Almanya ve Japonya 1945'te yerle bir olmuştu. İnsan kaynaklarının önemli kısmını savaşta yitirmiş, kalanlar ya yaralıydı ya da savaş psikolojisi ile yıpranmıştı. Her iki ülke eğitimden sağlığa her şeyini yitirmişti. 'İtibarları yerlerde' iki devletin, kısa sürede yabancı işçi çalıştırabilecek kadar nasıl kalkındıklarını dünya gördü.
Almanya ve Japonya on beş yılda 'alın teri ekonomileri'yle bütün dünyanın hayranlığını kazandı. Ürettikleri katma değer ile dünya ekonomisine yön vermeye başladılar.
Almanya ve Japonya'yı örnek alanlar da ekonomilerini geliştirdiler.
Alem-i İslam'da iki devleti örnek alan tek devlet ise Türkiye oldu.
***
Şu soruyu es geçmeyelim:
Almanya ve Japonya'da köylerde bile fabrika varken neden petrol ve doğal gaz zengini devletlerde üretime dönük yatırım yok?
Gelirleri arasında sanayi ürünleri neden yer almaz?
Bu ve benzeri soruların cevabı yoktur; olamaz da!
Amma akıllı rezidansların, dünyanın en yüksek binalarının, Hollywood yıldızlarının satın aldığı villalar, aydan bakıldığında bile görülebilen yapay şehirler… var!
Fabrika olmadığına göre üretilmiş bir teknoloji de yok!
Amma inşaatın kralı var!
Alem-i İslam'ın inşaat merakı nereden geliyor; bilen var mı?
Emirlerin, sultanların, kralların, liderlerin… inşaat şirketi var amma yönettikleri ülkede fabrikası yok!
Çok ilginç değil mi?
Oysa genç nüfusa ve sermayeye sahip devletlerin yoğun iş gücüne dayalı bir 'yüksek teknoloji ve alın teri ekonomisi' kurmaları gerekirdi. Allah'ın desteğini almış iken yapamayacakları bir iş de yoktu!
Ama olmadı! Sınırsız paraya rağmen başarılamadı!
***
'Gerçek – reel' ekonomilerde değer artışı ancak 'emek' ile ortaya çıkabilir. Ancak nüfus hareketlerinin yoğun olduğu her ekonomide ayrıca 'rant' diye güya 'sahipsiz' zenginlikler de olur!
Tamamı halkın ve devletin olması gereken rant gelirleri, sahibi yokmuş gibi siyasetin ve mafyanın eline geçer. Yasalar da rantı, azınlığın hakkı haline getirir.
Sormak gerekir;
Sahibi yokmuş gibi yağmalanan rantlar kimin?
Her türlü çatışmayı göze alan gayrimenkul mafyasının mı?
İmar iznini 'yed-i kudretinde' bulunduran seçilmişlerin mi?
Atanmış bürokratların mı?
Rantın gerçek sahibi yöre halkı, yerel ve merkezi idare iken neden anormal rant gelirleri birkaç öngörü dahisi müteahhidin ya da onların arkasındaki siyasilerin olur!?
Zavallı mı zavallı, yoksul mu yoksul, çaresiz mi çaresiz, çilelerle dolu yaşamda ayakta kalma mücadelesi veren asgari ücretli hatta sigortasız işçi yığınlarının rant gelirlerinden elde ettikleri pay nedir?
Ömürlerini; sağlıksız, çamurlu sokaklarda, yazları çok sıcak, kışları soğuk konutlarda tüketenlerin ranttan alacakları hak ne kadardır?
Tekrar ediyorum:
İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa toprağının Hakkari, Yozgat, Bilecik toprağından farkı nedir? Bunların hepsi vatan toprağı değil midir?
Eyyy ahali!
Son dönemde inşaat sektörüne açılan kredi yeni TL ile 900 milyardan fazla. Bu kadar avantajlı kredi neden;
İşsizlerin iş bulabileceği…
Üniversite mezunlarının çalışabileceği…
Devlete çok çok daha fazla vergi ödeyebileceği…
İhracat gelirlerinde tarihsel rekorların kırılabileceği ileri teknolojilere yatırılmamış da neden inşaat sektörüne kullandırılmış?
***
Reel ekonomiler ancak emek ve yüksek teknoloji ile zenginlik yaratabilir. Rant ekonomileri ise yoksul kalabalıkların hakkını yiyerek ayakta kalabilir.
Bu düzenin kurucusu kim?
Allah mı yoksa gözü doymayan Karun'lar mı?