Osmanlı hanedanı, 600 yıl hüküm sürmüş bir ailedir. Batıda bu kadar uzun süre hüküm süren tek hanedan vardır. O da Avusturya-Macaristan imparatorluğunu yöneten Harsburg hanedanıdır.
Ancak bu hanedanın çok geniş ve yaygın kolları olduğu (İspanya’’dan Meksika’’ya) ve gerektiğinde kadınların da tahta geçebildiği düşünülürse, Osmanlı hanedanının tek bir aile koluyla 600 yıl devam etmesinin daha doğru bir deyimle devam edebilmesinin tek nedeni çok eşlilik ve harem sistemidir.
Batı hanedanlarının tek eşli yapısı içinde, o yıllardaki bebek ve çocuk ölümleri de dikkate alınınca sık sık sona ermeleri doğaldır. İngiltere’’de 19.yüzyılda bile çocuk ölümleri nedeniyle hanedan sıkıntıya düşmüş, III.George’’un yaşayan tek kızı Galler Prensesi Charlotte’’nin ilk doğumu sırasında bebekle birlikte ölmesi sonucunda, Kraliçe Victoria’’ya taht yolu açılmış ve Victoria alman kökenli eşi Prens Albert ile yeni bir hanedan oluşturmuştur. 18.yüzyılda da aynı sıkıntıları yaşayan İngiltere, Hollanda’’dan hanedan ithal etmiştir.
Ama bizim harem Osmanlı’’yı bu tür sıkıntılardan korumuş, Fatih’’ten itibaren tahta çıkan hemen her padişah kendilerine rakip olacak kardeşlerini öldürtmelerine rağmen (devletin bekası için kardeş katli vaciptir. ’–ferman), haremin fabrikasyon çalışmaları sayesinde Osmanlı ayakta kalmıştır.
Abdülmecit döneminde sarayda 46 beşiğin bir arada sallandığı bilinmektedir.
Osmanlı hanedan sistemi 18.yüzyılda önemli bir değişiklik yaparak, bu kardeş katliamının önüne geçmek için ’‘veliahtlık’’ ilkesini hayata geçirmiş, tahta ailenin en büyük erkeğinin geçeceği kuralını getirmiştir. En büyük erkeğin, babasının padişah olması ve de çocuğun babasının padişahlığı sırasında doğması şarttı. Bu nedenle padişah kızlarının yani sultanların çocuklarının hanedan bağlantıları birinci kuşaktan sonra kesiliyordu.
Osmanlı hanedanı kendi içinde girdiği kanlı ve acımasız iktidar mücadelesi nedeniyle, şehzadelerinin eğitimine hiç önem vermemiştir. Kanuni Sultan Süleyman’’dan sonra taşraya gönderilen ve gelecek için taşrada eğitilen şehzade modeli de son bulmuştur. Elimizdeki bilgilere göre sarayda yarı hapis hayatı yaşayan şehzadelere, okuma yazma, din bilgisi, edebiyat ve müzik dışında ciddi bir eğitim verilmediğini biliyoruz. Bu eğitim eksikliği, sarayda sürekli öldürülme korkusuyla geçen gençlik dönemi ile birleşince Osmanlı hanedanı maalesef gittikçe zayıflamıştır. Bu zayıflık, sarayda enderunda yetişen ağalar ve harem kadınları hakimiyetine, dışarıda ise iyice yozlaşan devşirme yeniçerinin bitip tükenmez isyanlarına neden olmuştur. Eğer Osmanlı’’da aristokrat sınıfı olsaydı, padişahın iktidarının karşısında aristokrat sınıf dengeyi sağlar, ve bu daha sağlıklı bir yönetim tarzı olabilirdi. Ama bu olmadı.
19.yüzyılda ise padişah iktidarının, artık ortadan kalkan Enderun ağaları tarafından değil, açıkça Fransızcı, İngilizci, Rusçu diye nitelendirilen ’‘paşa’’ unvanlı bürokratlar tarafından kullanıldığını görüyoruz. Osmanlı hanedanının bu eğitim eksikliği, dünyayı ve ekonomik gerçekleri bilmemeleri nedeniyle imparatorluk ilk darbeyi, ticaret yollarında meydana gelen değişikle yaşamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren, başta ipek yolu olmak üzere imparatorluk topraklarından geçen ticaret yollarını Selçuklular döneminde olduğu kadar iyi koruyamamışlar, dış politikalarını oluştururken bu ekonomik kaynağı dikkate almamışlardır. Fetret Devrinden itibaren bu yolların güvenliği ihmal edilmiş, 16.yüzyıldaki İran seferleri ile tamamen ortadan kalkmıştır.
Yine aynı yüzyılda Girit-Kıbrıs gibi Akdeniz ticaretinde önemli rol oynayan adaların Osmanlı hakimiyetine geçmesi doğru değerlendirilememiştir. 16.yüzyılda bir Osmanlı gölü haline gelmesiyle övündüğümüz Akdeniz’’in, binlerce yıllık ticari önemi uygulanan yanlış politikalarla ciddi darbeler yemiştir.
Bu nedenle Avrupa yeni deniz yollarına yani yeni keşiflere yönelmiş ve bunun sonucunda ekonomik düzen Osmanlı’’nın aleyhine dönmüş, Anadolu’’nun kaderi değişmiştir.
Osmanlı ekonomik kaynak olarak sadece fetihleri görmüş ancak zenginleşen Avrupa devletlerinin 16.yüzyıl sonu ile 17.yüzyıl başında düzgün donanımlı ve kurumsal yapılı ordular kurmaya başlaması ile bu fetihlerden kaynaklanan ekonomik gelir de son bulmuştur. 18.yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı’’nın artık kendine yeten bir ekonomisi yoktur. Osmanlı’’da bu çöküş yaşanırken, Avrupa’’da aydınlanma çağı yakalanmış, bilimsel gelişmeler ve yeni buluşlar üretime uygulanarak manifaktürden, sanayiye geçiş başlamış; ulaşım, tarım, ticaret ve teknolojide yeni gelişmeler olmuştur.
Osmanlı Devleti ise kendi kısır döngüsü içerisinde kalmış, sermaye birikimi olmadığı için Avrupa’’yla rekabet etmek şöyle dursun, Avrupa’’da ortaya çıkan yenilikleri, teknolojik gelişmeleri bile takip edememiştir.
Benim kişisel görüşüm Osmanlı hanedanı, bu harem düzenini kırıp, düzgün bir aile yapısına kavuşabilseydi her şey çok farklı olurdu. Normal aile düzeni içinde eğitime önem verilir, hanedan en azından batıdaki gelişmelerden 200 yıl sonra haberdar olmaz, ve sonunda koca bir imparatorluğun kaderi 2-3 paşanın hırsına, dar açılı dış politikalarına kurban olmaz ve Sevr’’e gelinmezdi. Osmanlı hanedanını da, Osmanlı İmparatorluğunu da yok eden eğitimsizliktir’…
Geçen hafta, Osmanlı Hanedanından bir beyefendinin cenaze töreninde, Başbakan ve beş bakanının katılımını ve rahmetlinin tabutunu sırtlayışlarını hayretle izledim.
Abdülhamit’’in kızının oğlunun oğlunun, Abdülhamit’’in yanına defnedilmesi de beni hiç rahatsız etmiyor.
Biz annesini şeyhinin yanına gömdürmek için bakanlar kurulu kararı çıkartan Cumhurbaşkanı da gördük.
Başbakanın, Osmanlı hanedanının dış kuşağından bir zatın tabutunu omuzlaması da beni hiç ilgilendirmiyor.
Beni sadece yaralayan, aynı başbakanın bugüne kadar hiçbir şehidin tabutuna omuz vermemesidir. Tayyip Bey, kendisini başbakan yapan sistemin Atatürk’’ün ve bu halkın kurduğu Cumhuriyet olduğunu asla unutmamalıdır. Çok özendiği imparatorluk hala geçerli olsaydı, Tayyip Bey padişahın seyislerinden biri olabilir miydi dersiniz?Aklıma attan düşmesi geldi de.
Günün tekerlemesi;
Memleketi Soydum,Başucuma koydum,Ben bir Anayasa Uydurdum, Duma Duma Dum,
R e f e r a n d u m’… (K.F)