Bir sanat yapıtı ancak onu yaratan sanatçı için belli bir giz taşıyorsa başarılıdır. Cesare Pavese içindeki ’“giz’”leri arıyordu. 26 Ağustos günü belki de buldu’… Ölüm geldi gözleri oldu’…’¶
’“Ölüm gelecek ve gözleri gözlerin olacak
Bu ölüm, bize eşlik eden
Sabahtan akşama uykusuz,
Sağır, eski bir pişmanlık gibi’…’” diyor Pavece.
Hep hüzünlüydü, yalnız kalmaktan çok yalnız hissetmek acı veriyordu.
Cesare Pavese, 9 Eylül 1908’’de Torino yakınlarındaki Santo Stefano Belbo köyünde doğdu. İlk gençlik yılları bu köyde geçti. Kır ve çiftlik hayatı şiirlerine romanlarına ve öykülerine de yansıdı. Olgunluk döneminin en başarılı romanını da ’“Ay ve Şenlik Ateşleri’” bu çevrenin anıları ile beslenerek yazdı.
Altı yaşındayken babasının beyin kanseri yüzünden ölmesi, aile içinde zor günlerin başlamasına sebep oldu. Cesare ve ablası Maria hep bir yas havası içinde büyüdü. Acı ve hüzün o günlerde yerleşti içine. Annesi, geçim sıkıntısı yüzünden çiftliği satınca o çok sevdiği kırlara, tepelere, köydeki arkadaşlarına veda etmek zorunda kaldı. Torino’’da ilkokulu, Liceo d’‘Azaglio’’ da ortaokulu bitirdi. O yıllarda da içe dönük, yalnızlıktan hoşlana bir çocuktu. Lise yıllarındayken çok sevdiği arkadaşı Boraldi bir aşk serüveninden sonra intihar etti. Hemen hemen aynı günlerde yine okuldan bir arkadaşı kendini öldürünce intihar onda bir saplantı haline geldi. ’“İntiharın güçlüğü şurada: İnsan ancak tutkuyu aşarak gerçekleştirebileceği tutkulu bir davranıştır intihar.’”
Torino Üniversitesi’’nde edebiyat okuduktan sonra düşünce özgürlüğünün sözcüleri olarak gördüğü İngiliz ve Amerikan yazarlarına büyük ilgi duymaya başladı. Melville, Stein, Faulkner gibi yazarlardan çeviriler yaptı. 1935’’ de faşistlere karşı çalışmaları, özgürlük ve demokrasi çevirileri ve yazıları yüzünden bir yıl hapse mahkûm oldu, fakat kapalı kaldığı o bir yılı da ’“Hapis’” adlı romanında malzeme olarak değerlendirdi. Serbest bırakıldıktan sonra Einaudi Yayınevindeki işinin başına geçti; şiir, hikaye, roman yazmaya devam etti.
’“Torağa sulara vuran pırıl pırıl güneşi ile Roma’’yı hatırlatan ılık bir sabah. Şimdiye kadar hiç böyle yeni yıl başlangıcı görmedim. Önümüzde korkunç bir yıl mı var acaba?’” Gördüğü güzellikleri, yaşadığı aşkları da yaşama uğraşısını kazanması için yetmedi ona. Umutsuzluğu ve karamsarlığı yalnız yapıtlarına değil yaşamının her yerine sinmişti. İlk aşkını üniversitenin son yıllarında, adına ’“Kısık sesli kız’” dediği genç bir kız ile yaşadı. Bu aşk onu kısa bir süre için içedönüklükten ve aşağılık duygusundan kurtarmış bambaşka biri olmuştu. Beş yıl süren bu ilişkiden sonra ’“Kısık sesli kız’”ın ; ’“Pavece iyi şiir yazabilir ama bir kadınla birlikte olduğu zaman hiç de başarılı değil.’” demesi onu eski içedönük haline geri döndürdü. ’“Kısık sesli kız’” dan sonra yaşadığı iki aşk da ayrılıkla bitti. Son aşkı Amerikalı aktris Constance Dawling’’ in onu terk etmesi ile kadınlardan nefret etti. Sonu gelmeyen aşk ilişkileri onun hayata olan bağını kopardı. Yaşadığı aşağılık duygusu onu iyice kontrolü altına aldı. Constance Dawling’’in Amerika’’ ya gittiğini duyduktan sonra intiharı gittikçe artan bir yoğunlukla yeniden düşünmeye başladı. Tam bu sırada büyük hayranlık duyduğu Amerikalı yazar ve eleştirmen T.O. Mathissen 1950 Nisan’’ ında intihar etti. Tek düşüncesi intihardı
artık. ’“ İntihar düşüncesi hayata bir karşı çıkıştı. Ölmekle bu ölüm özleminden kurtulmuş olacaktın.’”
’“Yalnız Kadınlar Arasında’” adlı kitabında dostlukları, başlamadan biten aşkları, umutsuzluğa dönüşen umutları ve büyük yalnızlıkları bir kadın ağzıyla, bakışıyla anlattı. Kadınların dünyasına girip insanı saran hüzün ve yalnızlığı yazdı. Bu romanı ile İtalya’’ nın en önemli edebiyat ödüllerinden biri olan Strega ödülünü aldı. Başarıları onu mutlu etmeye yetmedi. İçindeki derin acı ve hüzün hep yanındaydı. ’“Acının düzenli vuruşları başladı. Her akşam hava kararırken, yüreğim gece oluncaya kadar sıkılıyor.’” , ’“ Acı çekmek düşünceleri belli bölgelerden uzak tutmak, böylece orada egemen olan acılardan kurtulmak için zihinde tel örgü yaratmak gibidir. Bu bakımdan, manevi yetenekleri sınırlar acı çekmek.’”
Strega Ödülünü bir uyurgezer gibi almaya gitti. Torino’’ya döndü. Yazdığı günlüğün dışındaki bütün özel kağıtlarını yok etti. 1950- 26 Ağustos günü küçük bir otel odasında uyku hapı içerek özlediği gerçeğe kavuştu. ’“Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.’” Ölümünden sonra günlükleri 1952 yılında ’“Yaşama Uğraşı’” adıyla yayımlandı. O yıllarda bu kitap büyük bir edebiyat olayı sayıldı. Edebiyat ile ilgili görüşleri de tıpkı yaşam ve ölüm gibi bütün içtenliği ile yansır günlüğünün sayfalarında. Özellikle şiire ve şiirin yaşamdaki yerine ait bir iç sorgulama yapar, bu öyle bir sorgulamadır ki; içindeki yaşama tutunma isteği gibi gün gelir yaşamdan yana olur, gün gelir tükendiği ve düştüğü tekdüzeliği anlatır.’” Daha derin şiir gerçekleri arama çabasını gereksinmiyordum. Şiirin şiir üstüne konuşarak değil de, uğruna emek tüketerek ortaya çıktığını bile bile.’” Pavece kendinde en çok şairliğini sevmişti ama diğerleri nesirleriyle daha çok ilgilenmişti. Onu üzen konulardan biri de buydu.
Pavese, çocuk sayılacak yaşta tanık olduğu intihar olaylarından sonra, Piomonte sırtlarında ölümü kavramaya çalışır. Yaşadığı travmatik olaylar yalnızca çocuklukta değil hayatı boyunca sürer. Aşkın çoğalttığı yenilgileri, bir iç kanamasına dönüşen suskunlukları, kalemin öteki yüzüne gizlenen tutkulu intihar saplantısı ve hiçliğin o düşmanca felsefesini adım adım hissettirir tuttuğu günlüklerde. ’“ Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum.’” Yalnızlığını paylaşabileceği tek kişi yine kendisidir hep. Pavece, ölümü insanın dışında bir bakış eylemi olarak nitelerken bir yandan da intihar düşüncesini, ölüm özlemini giderme olarak algılar. Kendi ölüm anını belirleme yani bir tür ötenazi fırsatı olan intiharı ’– ölüm özlemini giderme eylemini- bir otel odasında gerçekleştirdiğinde artık yazmıyordu. Susan Sontag Pavece için şöyle bir yorum yapar : ’“ Kadınlar ve ölüm Pavece’’ yi hep aynı huzursuzluk ve kötümserlik havasıyla büyülemiştir. Çünkü her iki durumda da Pavece’’ nin başlıca sorunu bunlara yeterli olup olamayacağı düşüncesidir.’” Pavece örnek bir çilekeştir ve en çok çileyi de kadınlardan çekmiştir. ’“ Kadınları düşünmemek mümkün müdür; tıpkı ölümü düşünmemek gibi.’” Trajik olanla yaşamayı öğütlerken okuruna, herkesten çok kendisi başaramıyor bunu. Pavece’’ nin bir şanssızlığı da kendini çok iyi tanımasıydı belki de, zayıflığının aldatıcı nedenlerini görebiliyordu. Ne var ki görmek yaşamımızı tam anlamıyla değiştirecek gücü vermiyor bize. Pavece aşk denen durumu ifade edebilecek ve yazgısına boyun eğecek kadar da onun dışına çıkabilecek incelikteydi. Herkes gibi o da yaşamın kucağına doğmuştu ama intihar sonucu ölümler ve aşk ayrılıkları peşini hiç bırakmadı, yoruldu, eksildi. Aşkları ve acılarıyla bir gel-gitler dünyasıydı hayatı, sular çekildiğinde intihar fikri kabardı içinde ve bir gün sular hiç kabarmadı’… Eski bir şiirinde düşlediği ölümü bulmuştu artık; ’“ Yataktan kalkmak gerekmeyecek / yalnız şafak girecek bomboş odaya.’”
Her yazar kitapları aracılığı ile bizimle dost olur, dertleşir. Okurken sözcüklerinin seslerini duyarız. Cesare Pavece, Italo Svevo, Jack London, Sylvia Plath, Tezer Özlü, Beşir Fuat gibi yazarların yaşamlarına intihar ile son vermesi yine bazı yazarların bir düşüncesini akla getiriyor. ’“ Yazmak eylemi yazarın kendini tüketmesidir.’” Dahası yazmayı bir intihar eylemi olarak görürler. Bu yaklaşım yazarın kendi varoluşuna ilişkin göndermeler içerse de ’“ Yazmak çoğalmaktır’” cümlesini göz ardı etmemizi engellemez. Üstelik bu çoğalım hem yazma sürecini hem de yazarın okurla buluştuğu andaki bir çoğalmadır. Öyle ise neden intihar?