Niye görmemezlikten geldi? Neden selam vermedi? Neden yüzünü astı? Neden sırtını döndü? Neden beni aramıyor? Acaba küstü mü? Ve daha da nice… merak sözcükleri.

Esmerlerle sarışınlar birbirini çeker mi? Solaklar, keller, babamın deyimi ile lenger kafalılar daha mı zeki? Mikroplara mikrop bulaşır mı? Dünyanın dışında başka dünyalar var mı? Daha da neler… merak edilen sorular.

***

Esas konumuz, bilimin kaynaklarından biri olarak Merak…

'Cehaletten Kurtulma Sanatı' kitabının adı,

Çok iddialı bir ad da, içeriğinde bu iddia güçlü biçimde ortaya konulmuş mu? Zaten yazar A.M. Celal Şengör Hoca da arka kapak yazısında kitabın amacının ;

Bazı olaylar ve kavramlar hakkında çok yüzeysel de olsa bilgi vermek, daha da önemlisi okuyucuyu düşünmeye teşvik etmek,

Yine amaçlardan diğeri de ; okuyucuyu bu tür cehalet kaynaklarından uzak tutmaktır diyor. Ve bunun çözümü için de bilimi devreye sokuyor…

Yazar ; bilim büyük ölçüde iki kaynaktan doğmuştur diyor : Merak ve Korku…

Merakı öğrenme ve anlama arzusu olarak tarif ediyor. Bilim insanı olmak istiyorsanız sakın büyümeyin. Çünkü çocukluktan çıkıldığı an, soru sorma kapasitesi azalır diye de ekliyor.

Biz de diyoruz ki… keşke hep çocuk olarak kalsaydık. Her zaman acı veren ve ağır bir iş olan düşünmeyi düşünmezdik. Dünya sorunlardan habersiz, merak ve üzüntü nedir bilmezdik!

***

Neyse geçti onlar artık da, gelelim şimdi merak konusuna…

Yazar, bizim de ufak eklemelerimizle devam ediyor… Merak sorgulamayı doğurur. İnsan büyüyünce toplum baskısı azalır da. Bu defa da 'elalem ne der'cilik başlar diyor.

William Buckland 19.yüzyılda yaşamış İngiliz yer bilimci ve teologdur. İlk dinazor olan Megalosaurus'u konu alan çalışmalarıyla tanındı. Karanlığı karanlık değil, ancak ışık kovabilir dedi. Toplum baskısı olarak elalem ne derciliği de aşağıda kimi örnekler gibi aştı ;

İngiliz Anglikan Papazı da olan Buckland, hayvanlar alemindeki her şeyin tadına bakmaya karar verir ; evine misafir gelenlere timsah filetosu, ertesi gün bir filin pirzolasını ikram etmeye başlar… Adamdaki meraka ve mideye bakın ki, hayvanların dışkı ve sidiklerini bile tadar!

Buckland'ı Sicilya'ya götürürler. 1457'de ölen ve burada bir mağarada yatan Azize Santa Margherita'nın tek kemiğinin bile bozulmamış olduğunu gösterirler… Buckland kemikleri inceler ve bunların 'keçi kemiği' olduğunu söyler... Mağara ziyarete kapatılır!

Profesör de olan Buckland'ı, bu defa da bir mucize göstermek için Napoli'ye götürürler… Zaman zaman kan ağlayan Napoli'nin koruyucu Azizi San Gennaro'nun heykelini gösterirler… Bu kanı da tadar ve bunun kan değil, 'yarasa sidiği' olduğunu söyler!

***

Merak daha sürüyor…

Fransız Lavoisier modern kimyanın kurucusu ve oksijenin öneminin ilk kavrayıcısıdır. Mesleği de vergi tahsildarlığıdır. Fransız İhtilalinden sonra mahkeme hakimi, Devrim karşıtları olan aristokratlarla ilişki kurduğu ve vergi tahsilatlarında yolsuzluk yaptığı gerekçeleriyle, daha 51 yaşındayken kafasının giyotinle kesilerek idamına karar verir…

(Gerçi öldükten bir yıl sonra temize çıkar, itibarı iade edilir de… İdamına karar veren hakim suçlu görülür ve bu kere de… o idam edilir! )

Hapishanede kitap okurken, cellat kafası kesilmek üzere sehpaya götürmek için yanına geldiğinde, okuduğu yeri unutmamak için araya ayraç koyar!

Kalkıp giyotine doğru giderken de… yanındaki arkadaşına, 'Kafam kesilince gözlerimi kırpmaya çalışacağım. Eğer kırparsam şuurum henüz kaybolmamış demektir… ona dikkat et' diye tembih eder.

Merak, ölüme giderken ve ölüm sonrası için bile… devam eder!

İyi Pazarlar…