'Damdan düşenin halini, yine damdan düşen kişi bilirmiş' diye bir atasözümüz vardır. Benim de bugünkü yazımın arkasında bu düşünce var. Bir gün elime Manisa Adliyesi'nden bir yazı gelinceye kadar, daha çok doktor arkadaşlarımdan duyduğum ve hastalarından dolayı bol bol mahkemeye çıkmak zorunda kaldıkları hikayeleri dinlerdim. Ama şimdi gerçekten ben aynı durumdayım.
Nasıl diyeceksiniz? Neden mahkemeye düştün diye soracaksınız? Ben de gülümseyerek size: 'Çok kolay oldu, birinci sınıf öğrencime birinci dönem de vize sınavında 26 verdiğim için, beni mahkemeye vermiş' diyeceğim. Biliyorum ki, sizin aklınız karışacak ve ülkenin bir dolu sorunu varken, bir öğrenci hele ki daha birinci sınıf öğrencisi, beni devlet yetkilerine şikayet ederek; başta avukatlar, sonra hakimler ve vs, vs, pek çok sistemi allak bullak etme cesaretini artık bulabiliyor.
Bu öğrencinin 18 yaşında ve birinci sınıf olduğunu dikkate almanızı rica ediyorum öncelikle… Uzun zamandır üniversiteye gelen öğrencilerimizin hem 'eğitim düzeylerinin' çok düşük olmasından hem de 'entelektüel bilgi' düzeylerinin çok düşük olmasından bahsettiğimi düşünüyorum. Hatta bu durumu büyük bir 'zerveniş' şeklinde de yazdığımı tahmin ediyorum. İşin gerçeği şu ki, son üç yıldır üniversiteye gelen öğrenci yapısı o kadar kötü olmaya başladı ki, üniversiteler de bütün eğitmenler de benim gibi aynı görüşe sahip olmaya başladılar. Ellerinde cep telefonları, sabaha kadar facebook'larda arkadaşlıklar yaparak uykusuz kalan bedenler ve ruhlar ile okula gelen öğrencilerden hiçbir eğitmenin 'başarılı bir performans' alamadığını biliyorum. Sadece başarılı bir davranış ve duruş sergilemek değil; ciddi bir 'konuşma bozukluğu ve iletişim ' sorunu da yaşamaya başladık. Bu problemleri yaşayan öğrencilerin büyük bir kısmı da ne ilginçtir ki; 'kız öğrenciler'.. Bu öğrencilerin anne ve babalarının bu gençleri nasıl yetiştirdiklerini düşünmeye başladık bile. Ben ki, müthiş toleranslı birisi olarak, konunun bu kadar acil bir çözüm isteyen sorun olduğunu söyleyebiliyorsam, o zaman gündem de ciddi bir sorun var demeye başlamak gerekiyor bence…
Beni mahkemeye veren öğrenciyi geçtiğimiz günler içerisinde yanıma çağırdım. Neden böyle bir şey yaptığını sordum. O kadar saygısız bir şekilde bir üslupla 'kağıdımdan emindim' dedi. Bu arada yanımda çok sevdiğim bir akademisyen arkadaşım vardı, onun benimle bu şekilde konuşmasına dayanadı ve 'nasıl oluyor da bir hocanla bu şekilde konuşmaya cesaret ediyorsun, henüz birinci sınıfsın. Dördündü sınıfa gelmişsindir, hocan halen seni geçirmiyordur, ve yapacak başka alternatifin yoktur bunu anlayabilirim. Ancak, bu ne hız? 'dediğinde, omzunu silkti, ve 'görürsünüz haklı olduğumu' dedi. İkimizde bu öğrenciyi kapıdan çıkarmamak için ciddi bir çaba gösterdiğimizi her halde tahmin ediyorsunuzdur.
İşte o an, doktor olan bazı arkadaşlarımdan duyduğum şikayet sohbetleri geldi. Bildiğim ve duyduğum kadarıyla hastalar da 'doktorları' hükümete, Sağlık Bakanlıklarına yada ilgili birimlere şikayet edebiliyorlarmış. Doktorlar bu aşamadan sonra soruşturmalar yaşıyorlarmış; bir dolu gereksiz savunmalar, vakit kayıpları ve sonuçsuz çözümler ile karşılaşıyorlarmış. Bütün bunlar bitti şimdi sırada biz üniversite eğitmenlerine mi geldi derken, ilk öğretim okulunda verdiğim bir özel eğitim sırasında, çok ilginçtir ki, bu okullarda da aynı olayların yaşandığını öğrendim. İlköğretim okulundaki öğrencinin velisi eğitmeni şikayet edebiliyor ve hakkında suç duyurusunda bulunabiliyormuş. Eğitmenlerde artık bu konulardan sıkılmışlar, okulun da prestiji ve itibarı düşmesin diye, eğitmenler öğrencilere hiç ses çıkaramaz olmuşlar. Sonuç belli, baştan kokuyor zaten bu olan olaylar. Sesini çıkarmayan ilköğretim okulundaki eğitmen, bana muhteşem bir 'canavar' yetiştirip gönderiyor.
Bir dakika sevgili okurlar, bizler ne yapıyoruz. Ne yaptığımızı zannediyoruz. Okullar rezalet bir durumda. Eğitmenler artık ne eğitim ne öğretim ile ilgileniyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı her sene müfredatı değiştiriyor, eğitmenler ne yapacaklarını şaşırdılar. Üniversiteye gelen eğitmenler zaten gerçekten 'öğretmen' olmayı hayal eden değil de, bir mesleğimiz olsun da kendimizi kurtaralım diyen kişiler ile doldu. Sorgulamadan bir eğitim ne kadar öğrenciye yardımcı olabilecek ki.. Sorgulamadan 'demokrasi' olmaz. Demokrasi insanların haklarını sormasıdır. İyi de insanlar yanlış hakların peşindeler. Eğitmenleri şikayet ederek, kendi çıkarları doğrultusunda bireyler yetiştirmeye çalışan aileler, sadece çocuklarına değil, ülkeye de büyük kötülük yapmış oluyorlar. Herkes korkuyor deniliyor, herkes bir şeyler yapmamak için susuyor ya da susturuluyor deniliyor. Korku kültürü yaratılarak 'demokrasi' sağlanamaz ki.. Bir ilköğretim müdürü hanım bana geçen gün verdiğim eğitim sırasında, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yıl sonunda bir 'performans bildirgesi' yazmamızı istediler dedi. Onun bu konuda neden panik yaşadığını sordum. Yılın sonuna geldik, kimin hangi kriter ile değerlendirileceği belli değil, yaptı desek bir dert, yapmadı desek daha bir dert. Ben de ne yağacağım herkese ortlama bir not vereceğim, böylelikle ne tam karışmış, ne de karışmamış olacağım. Yani yine '…mış gibi davranışlar' Yine herkes 'yalanın içinde'.. Oyuncular biliyor her şeyi, oyunu kuranlar da….
İşin kötü tarafı herkes bu sistemin kötü olduğunu biliyor, ama bir Allah'ın kulu, bir durun hele, yanlış yapıyoruz. Haydi artık düzeltelim demiyor.
Diyemez ki, o da haklı. Öğrencileri her sene sınav sistemi ile uğraştırmak için çalışan bir eğitim sisteminde, kim bir şeyleri düzeltmek için uğraşsın ki.. Herkes yeni dünya uygulamalarına bakıyor. Kanadalılar mı daha iyi eğitim programları yapıyor? İtalyanlar mı? Yoksa Finlandiyalılar mı? diye soran yok. Sorsa bile cesaret ile bunu düzeltmeye çalışan baba yiğit de yok….
Nasıl bir ülkede yaşadığımı anlamam mümkün değil. Bir de sabah bakıyorum ki, 'Üniversite Tercih Sürecine YÖK ayarı' diye YÖK Başkanı Yekta Saraç'ın bir beyanını okuyorum. Saraç diyor ki: 'bu yılki kontenjanları, geçen yıla oranla %5'in üzerinde artışla 867 bin 191 oldu' diyor. .
'Durun Allah'ına durun'. Yanlış üzerine yanlış yapmayı bırakın. Üniversitede okuyan öğrenciler tamtakır kuru bakır. Eğitim veren akademisyenler zaten zayıf, şimdi işler daha da felaket olacak. Dönemin kurbanları…
Kısacası diyorum ki, bu ülkenin çivisi çıktı. Kim koyacak yerine bunu, kim durduracak bu bozulan düzeleri. Bu yazdıklarım aslında beni vize sınavı 26 olduğu için, mahkemeye veren bir kız öğrencime kızgın olmam nedeniyle zerzenişte bulunduğum sözler değil. Bu artık ülkemizde eğitim sistemin bittiğini, demokrasi diye insanların hekimleri, hocaları şikayet etme mekanizmaları getirerek, 'daha arsız, daha cesaretli, ama bilgisiz, eğitimsiz insanlar yetiştirmenin acısını içinde yaşayan birisinin yüksek sesle düşünceleri'….
Eğer bir dinleyen varsa, ve benim gibi düşünüyorsa, konuşmak zorunda. Anlatmak zorunda. Bunları herkes duymalı ve bilmeli. İşte demokrasi budur. Böylelikle adım adım sorgulamayı öğreneceğiz. Sorgulama demenin ne demek olduğunu anlayabiliyorsak tabiî ki…