Türkiye 1980 askeri darbesinden beri, ciddi bir siyasi kuraklık yaşıyor.
Yoksullaşan düşünce iklimimizde yeni fikirler yeşermiyor.
Ülkemiz, sadece midesi büyüyen obez bir çocuk gibi hareketsiz, fikirsiz.
Gazete manşetleri, köşe yazıları, TV tartışmaları, yorumların çoğu aynı tornadan çıkmış, yorgun, verimsiz, heyecansız, hedefsiz, kalitesiz.
Yaşamı boyunca Güneydoğu'ya gitmemiş plaza gazetecileri, arkalarına aldıkları siyaset ağalarıyla TV ekranlarında, gazete köşelerinde şahinleşiyor 'daha çok savaş, daha çok kan' naraları atıyorlar.
Çünkü onlar her şeyin en iyisini biliyorlar!...
Bazen birer deprem, bazen terör uzmanı, bazen de siyaset bilimci, toplum ve hukuk bilimci olarak karşımıza çıkıyorlar. 5 -10 kişiden oluşan bu İstanbul seçkinleri başbakanın, cumhurbaşkanın, ana muhalefet liderinin gezi uçaklarından bize fotoğraflarını aktarıyorlar.
Hep yukardalar ve ülke sorunlarına da çok yukarıdan bakıyorlar…
Aşağıda, taşrada bir gazeteci olarak onlardan çok çektim…
Ülkem, arkadaşlarım, halkım, dolduruşa gelen politikacılar, askerler o seçkin gazetecilerden çok çekti.
Uzun bir aradan sonra yine özel uçaklardan notlar yağdırıyorlar..
'Daha çok öldürelim' diyorlar…
Kedisini Kürtlerin temsilcisi gibi gösteren, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ise, PKK ile Ankara arasına sıkışmış durumda. Siyasi manevra alanları daraldıkça yerinde patinaj yapıyorlar. Siyaset üretemedikleri için meclisin dışına taştılar. Sopalara, taşlara umut bağladılar.
30 yıldır devam eden bu siyasi kuraklık, en çok Kürt siyasetçileri kavuruyor, onları çaresizliğe savuruyor.
Köşeye sıkıştıkça… Onlar da tıpkı diğerleri gibi:
'Daha çok ölmekten' tan yana naralar atıyorlar, siyasi iklim de buna müsait hale getirildi.
Lakin çocuklarını cepheye asla ve asla göndermeyeceklerini biliyorum.
Güneydoğuda yıllarca gazetecilik yaptım. PKK cephesinde ölenlerin yoksul çocuklar, onları dağa gönderenlerinde savaş baronları olduğunu gördüm. Evlatlarının cenazesini bile göremeyen binlerce annenin sessiz, çaresiz çığlıklarına, ağıtlarına tanık oldum.
Bu ülkenin dağlarında ölenlerin envanteri bile tutulmaz. Annesi, babası, kardeşleri pek sorulmaz. O yüzden kaç bin PKK'lın öldürüldüğü bilinmez. PKK'da devlette bunun bilinmesini istemez.
Terör böyle bir şey…
Güneydoğu'da terör ve şiddet, kanı paraya çeviren global bir fabrika gibi çalışır. Onu beceriksiz politikacılar ile terör baronları birlikte yönetiyor.
Ey halkım yaşadım ve gördüm… gördüm… gördüm…
Bu yüzden vicdanım rahat biçimde yazabiliyorum.
Ey Kürt kardeşlerim lütfen inanın 'sultanların saltanatı için çocuklarımız ölüyor'.
PKK hiçbir zaman Kürtleri savunan, onlar için savaşan bir örgüt olmadı. Hep öyle göründü, söylemlerini, stratejilerini onun üzerinde kurguladı. Propagandasını, Kürtlerin yoksulluğu, geri bırakılmışlığı, kimliklerinin inkarı üzerine geliştirdi. Ezilmişliklerini malzeme yaptılar.
Son 30 yılda sadece bir bölgeyi, onlarca kenti yoksullaştırmadılar, geri bırakmadılar. Milyonlarca kürdün eğitimsiz, evsiz çaresiz biçimde felakete sürüklenmesine, göçlerine vesile oldular. Bir kuşak yok edildi. Şimdi inşaatlarda, pamuk tarlalarında, çöplüklerde ilkel koşullarda yalnızlaştırılmış on binlerce Kürt yaşıyor.
Ve PKK hala bu yoksulluktan, cehaletten beslenmeye devam ediyor.
PKK Kürt meselesinin çözümünü asla ve asla istemedi. O çözümü üreten Kürt ve Türk aydınlarını düşman ilan etti, ölürdü. Bölgede yaşayanları göçe mecbur etti. Diyarbakır Söz Gazetesinin eski sahibi olarak bende bu göçe mecbur bırakılanlardan biriyim.
Örgüt, siyasi çözüm biçimlerini uygulamaya koymaya çalışan hükümetlere saldırdı. Sürecin durması için her türlü eylemi denedi ve bunda başarılı oldu.
Çünkü PKK yerel, etnik, bölgesel bir hareket değil, o tamamen global bir terör örgütü. Militanlarını yoksul Kürt gençlerinden oluşturuyor ancak, eylem kararlarını başka ülkelerden ihraç ediyor. Bunun 25 yıllık canlı tanığıyım.
0 yüzden başımız büyük belada…
Gelin bu işi Ankara'nın Diyarbakır'ın savaş rantçılarına bırakmayalım…
Öldürdükleriyle övünen, siyasi hedefleri tükenmiş, amaçsız, terörü kan davasına dönüştüren ilkel anlayışa karşı birleşelim.
İster 'artık yeter' ister ' edi bese' diyelim. Hep birlikte terörün, şiddettin, kardeş kavgasının, ırkçılığın, ayrımcılığın, her türlü ötekileştirmenin karşısında duralım.
30 yılda 40 bin canı, 40 bin insanımızı ve çoğunluğu gencecik çocuklarımızı bu kardeş kavgasına kurban verdik.
Biz öldükçe birileri zengin oldu.
Biz öldükçe birileri siyasi rant sağladı. Biz öldükçe onlar kazandı…
Buna dur demek öncelikle Kürtlere düşüyor.
Yarın hepimiz çok geç kalmış olabiliriz. (Benim için kardeşimi öldürme)