HABERLER>GÜNCEL
17 Ocak 2012 Salı - 10:35

Van diye bir masal!

Bornova Anadolu Lisesi Vakfı Eski Başkanı Ayşen Tekşen, deprem sonrası unutturulmaya çalışılan Van izlenimlerini yazdı, Egedesonsöz'le paylaştı..

Van diye bir masal!

İZMİR - İşte o yazı...

BU YAZI UMURSAMAYANLARA YAZILMADI. UMURSAMAMAK BİR TAVIRDIR VE SAYGINDIR.
BU YAZI UMURSAMAMAYI "ÇİRKİN" KILIFLARA SOKANLARA YAZILDI VE BİRAZCIK DA OLSA UTANMALARI UMULDU.
YOK VAZGEÇTİM BU YAZI DOSTLARA YAZILDI. GERİSİ KENDİ KARANLIĞINDA KALSIN

Hayali yılbaşı ağacım bilge zeytinin dallarına astığım hayallerimden biri hızla gerçekleşti ve bir göz kırpma kadar kısa bir süreliğine Van'daydım. Van'dan bana kalan derin bir suskunluk, sınırsız bir hayranlık oldu. Bu kısa yolculuk sonunda ahkam kesmeye hiç hakkım olmadığına inancım o kadar güçlü ki tek söz etmeden koynuma çocuk gözlerini alıp derin bir sessizliğe gömülmek istedim tıpkı Van'ın kendisi gibi. Belki de Van'la paylaşabileceğim en önemli şey onun derin suskunluğuydu
.
Ama bizlerden önce çocuklarını, muayenehanelerini bırakıp gönüllü hekimler olarak oraya giden gencecik kadınlar, benim güzel kahramanlarım Ayşegül Sütçü, Nur Engindeniz (artık bende olmayan) "konuşmak gerek, anlatmak gerek, insanlar bilmeli" inancıyla onca yorgunluğun üstüne akşamları da saatlerce yazılar yazarak bizleri bilgilendirmeye çalışmış, bizden de aynı şeyi istemişti. Şimdi bu satırlarda bencil suskunluk arzumu isteksiz de olsa katlayıp gönül rafıma koyuyor ve beceriksiz sözcüklerle Van'ı anlatmaya çalışıyorsam bu sadece bu kahraman genç kadınlar böyle olmasını istediği içindir.
 
Dostların Vanlı çocuklar için aldığı 55 çift kadın-çocuk ayakkabısını ve örülen ceketleri Nezih'le ortak bagaj hakkımıza tıka basa doldurup sabahın dördünde yollara döküldüğümüzde bir hayali gerçekleştirmenin bencil sevincinden başka bir şey yoktu içimde. Bu yolculuk başlamadan değişik kişilerden önce işittiklerim şunlardı: "Manyaksın sen kızım", "Burjuva egonu mu tatmin edeceksin", "geçti kızım o romantik sol ayakları", "ne zaman normal bir insan olacaksın" vs.vs. Bunlar doğru muydu bilmiyorum. Ben sadece hayal etmiştim ve Nezihle Ayşegül sayesinde gerçekleşti hepsi bu. Hayallerin aklı, mantığı olur mu hiç?
 
Yarısı ödünç alınmış koca koca bavullarla uçağa ulaşmaya çalışırken kendi kendimize "kadın işte Paris'e de götürsen, Van'a da tonla bavulla çıkar yola" diyerek gülüşüyorduk.
 
Hostes "inişe geçiyoruz" dediğinde camdan baktım ve "ne inişi bilader basbaya denize düşüyoruz" dememle başladı herşey. Van havaalanı denizin hemen dibinde ve denizden gelen bizleri kendi deniziyle karşıladı güzelim VAN, bembeyaz gelinlikler içindeki deniz gözlü VAN.
 
Daha uçaktan adım atar atmaz büyülendik. Tertemiz, pırıl pırıl, mis gibi bir hava, adamı arkadan vurmayan namuslu, mert bir soğuk. Dağlar, dağlar, dağlar ve bir de durmaksızın Metin Altııok dizelerini fısıldayan kavaklar;
ah kavaklar ah kavaklar
bedenim üşür yüreğim sızlar
beni hoyrat bir makasla
ah eski bir fotoğraftan oydular
orda kaldı yanağımın yarısı
kendini boşlukla tamamlar
 
Nezih'in dostu Umut'un kullandığı araca yerleştik ve Ayşegül'ün olduğu çadırkente doğru yola çıktık. Umut İstanbul'da mimarlık okumuş. Babası müteahhit. Durumları iyi yani ve ne yaptıkları ne de yaşadıkları evler yıkılmamış. Ama yine de çadırda kalıyorlar. Van'da herkes çadırda ve gerekçesi de "öyle işte". Belki korku, belki soğuk, belki bir arada olma dürtüsü. Ama bana kalırsa Van'da kalan insanlar çadırlarda eşitleniyorlar, çadırlarda paylaşıyorlar ortak kederlerini, çadırlarda "hemşehri" oluyorlar. 600.000 Vanlıdan geride kalan 250.000 kişi birbirlerine çadırlarda dokunuyor, çadırlarda birlikte sağaltıyorlar yaralarını. Böyle bir yaşam biçimi sayesinde, Batıya göç ettirilen diğer 350.000 kişiden daha kolay ve daha hızlı iyileşeceklerine inanıyorum onları tanıdıkça.
 
Çadırkentin kapısındaki görevlilerin "bilader ne ayak" türünden sorusunu bizim kelli felli görünümlü Nezih "yardım getirdik" diye yanıtlayınca bizi içeri aldılar ama hemen görevliler geldi, aracımızı bir yere çekti ve "verin" dedi. Nezih ve Umut "size değil Ayşegül'e vereceğiz" diyince ortalık birden gerildi, telsizler," neden içeri almışlar" lafları arasında neler olduğunu anlamaya çalışırken yaklaşan minibüsün direksiyonunda Arif abiyi gördüm. Ayşegül'ün günlerdir anlattığı Kızılay şoförü şemmamme Arif abi. Sanki bin yıllık dost. "Ariiiiffff abiiii" diye bağırmamla birlikte döndü ve "vayyy gurban hoşgelmişsin" dedi. Keşke imkan olsaydı da o sahnenin filmini çekebilseydim çünkü sözle anlatılması pek mümkün değil. Telaşla "Ben Ayşegül'ün arkadaşıyım, İzmir’den geldim" diye açıklamaya çalışırken Arif abinin gözünde "olmadı şimdi, Allahın merhabası için referansa gerek yok" bakışını gördüm. Vallahi de gördüm, billahi de gördüm. İşte Van böyle bir şeydi bir yanda olanca haşmeti, paranoyası, gerilimiyle DEVLET ve diğer yanda olanca gülümsemesi, umudu, sevgisiyle İNSAN. Siz ise hep bu ARAFTA.
 


Sonunda Ayşegül ve Nur'la kucaklaştık. Anlatılmaz ki… Bırakalım dağınık kalsın, bize kalsın... Bunlar bizim amazonlarımız, bizim kibelelerimiz olduğundan yalnız gezmiyorlar, herbirinin paçalarında 3-5 göz. Yok yanlış yazmadım GÖZ. Kocaman, sevdalı, umutlu, gülen çocuk GÖZLERİ. Çocuklar değil GÖZLERİ. Çünkü onlara baktığınızda sadece o gözleri görüyorsunuz. Gözleriyle anlatıyor, gözleriyle gülüyor, gözleriyle seviniyorlar. Beden yok yoluyor, çırılçıplak gerçeği söyleyen gözler kalıyor geriye. Van’dan bana GÖZLER kalıyor. Bir de çocukluğumdan, Ersan Erdura'dan bir şarkı:
işte resmin önümde sessiz
bakar bana gözlerin
ışık kara gecede resmin
resmin renkler saçıyor
o bakışın senin bayramlık gözlerin
Ve çoluk çocuk, Arif abi başkanlığında Şemmamme oynamaya duruyoruz. Arif abi Van'ının olmazsa olmazı "Şemmamme". Ağlamak için, gülmek için, direnmek ye da durup soluklanmak için gelirken ve giderken hep Şemmamme. Allahtan gitmeden önce çalışmıştım da ekibe katılabildim. Bundan büyük gurur var mı?
Kısa bir planlamadan sonra Gülriz, Zühal, Zeynep, Canan, Murat, Talat, Çiğdem'in minik ayakkabılarını ve Alev'in yün ceketlerini tek tek yerlerine ulaştırmak için İsmetle buluşmak üzere yola koyulduk. Van sadece Vanlılardan ibaret değil. İnanılmaz sayıda Birleşmiş Milletler mültecisi almışız. 3000'e yakın Afganlı, bir o kadar İranlı da mülteci statüsünde Van'a yerleşmiş. Ama depremden sonra Van'daki UN (Birleşmiş Milletler) ofisi kapanmış ve bu insanların tümü de ortada kalmış. İnanmayacaksınız ama TC kimlik noları olmadığı için "yok" sayılıyor, çadır, yiyecek de dahil hiçbir yardım alamıyorlar. İşte bu gruplardan Afganlıların liderliğini 17 yaşında bir genç, Ahmet yapıyor. Biz Van'a ulaşmadan önce tüm Afgan ailelerinin ayak numaralarını bize ulaştıracak kadar titiz çalışan, halkının gururu gencecik bir insan. Bizi çadırlara o ulaştıracak.
 
Van'ı çadırkentlerden ibaret sanan bizlerin bir diğer şaşkınlığı da bu oldu. Van'ın kendisi çadır. Her mahalle arasında, her boş arsada, her bahçede oraya buraya serpiştirilmiş bağımsız federe çadırlar var. Ahmet hepsinde kimlerin yaşadığını biliyor ve onun peşine takılarak devletin bilmediği coğrafyalarda sürüklenmeye başlıyoruz. İşte tam da o anda faylar, molozlar, çadırlar kısacası uzayda yer tutan her şey siliniyor ve yaşam başlıyor. Adım attığımız her yer acısıyla, umuduyla bir insan yüreği. "Gazeteci misiniz" Hayır "Doktor musunuz" Hayır "Zarar tespitine mi geldiniz" Hayır.
 
"Sadece bir merhaba demeye, iyi misin bacım diye sormaya geldik." Bu yanıta bütün yüzler aydınlanıyor. "Vaaayyyyyy hoşgelmişsinnnn" . Bir merhaba karşısında en son ne zaman sevindiniz arkadaşlar. Bir yabancının nedensiz kapınızı çalışına en son ne zaman yürekten bir "buyyuuurrr" dediniz. En son ne zaman insan olduk biz...
 
Akciğer kanseri bir dedenin yanına yeni doğmuş bebeciği yatırmışlar ısıtmaya çalışıyorlar. Dede ağrılı geçen yaşamını ağrısız sonlandırmak için ilaç istiyor, onun ağrısı kesilirse bebecik de gülecekmiş gibi geliyor bir an.
 
Ayşegül çaresiz. Oradan buradan topladığı ilaçlar arasında işe yarar bir şey yok. Reçete yazma hakkı bile yok artık. Yılbaşı itibarıyla yeşil kartlar iptal edilmeseydi bile dedenin TC kimlik nosu da yeşil kartı da yok işte. Ve bu ay içinde Kızılay Van'dan çekiliyor. İlk adım olarak Arif abiyi de işten çıkardılar. Bir adım sonrasında 15 yaşında 6 aylık hamile bir çocuğun gözleri karşılıyor bizi. Üşümüş. 35 numara ayakkabılar onu ısıtacak ve elbette bebek de ısınacak. Hepsi bu mudur? Bir diğerinde deprem sonrasında kocasının terk edip gittiği 3 aylık bebeğiyle Avjin duruyor (adını ben koydum: Su-kadın demekmiş.)
 
Gitmeden önce Çiğdem'in söyledikleri düşüyor aklıma "Ayakları ısınır da sen yüreklerini ısıtmaya çalış Ayşencim". Mümkün müydü acaba Çiğdem? Nezih'in attığı adımlar ise sezaryen ameliyatı sonrası çadıra yollanan kadın ve bebeğine ulaştırmış onu. Kafasına taktığım bereyi çıkarıp "abime ver" diyen 3 yaşındaki kız çocuğu; sen sonsuza dek sıcak kal. Hepimizin elimizde ayakkabılarla dağıldığı çadırlarda bunlara benzer onlarca öykü vardı. Anlatılsa da olur anlatılmasa da. Ama öykülerin ötesindeki insanı görmek zorundayız hepimiz. Böylesine onurlu, böylesine inançlı, böylesine dirençli insanlar herkes tarafından görülmeyi hak ediyor.
 
İşte bu nedenledir ki çok istediğim halde bir damla bile gözyaşı dökemedim. Onların onurlu duruşuna, onların direncine hakaret gibi geldi. Van'da gözyaşım dondu kaldı ama soğuktan değil Van'ın soyluluğundan. Ben Van'da sular seller gibi Kürtçe, Afganca konuşup geldim. Çocuk gözlerinin dili, dini, ırkı olmadığını öğrendim geldim. Erke yalakalık yapmayan insanların varolduğunu öğrendim geldim. Küçük iktidar hesaplarının, günlük çıkar hesaplarının, abartılı bunalımların, beyhude özlemlerin, aptalca hırsların, gereksiz kaygıların kirletmediği vakur yaşamlar olduğunu öğrendim geldim. Yundum, arındım. Herkesi kendi gereksiz kavgasıyla başbaşa bırakıp, koynuma Van'ın gözlerini alıp susmaya geldim. Ben sanırdım ki kalbi Egede kalır insanın ama Van'da bıraktım da geldim. Şiirler topladım da geldim:
Yurdum sevmek maceradır
Öyle güzeldir ki çünkü
Onu sevmek marifet bile sayılmaz
Dönüş yolunda o koca bavulları teslim ederken görevli "pardon tartımız bozulmuş valizleriniz boş görünüyor" dediğinde içimden "evet boş. çaputları bıraktık insanlık doldurduk ama o da sizin terazinize gelmiyor" demek geçti ama gülümsedim. Rötar yapan uçağı beklerken tanışıp sohbeti koyulttuğumuz Yüksekova'dan dönmekte olan coğrafya öğretmenliği öğrencisi 18 yaşlarında gencecik kızdan dinlediklerimizi öğrenebilmek için kaç cilt kitap okumak gerekirdi acaba.? "PKK sınıf meselesini gözardı edip rotayı etnik milliyetçiliğe dönüştürmekle sola darbe vurdu ama solun da etnik sorunlarla bir ilgisi hiç olmadı ki. Deniz Gezmiş'ler zamanı gibi bir kenetlenme bir daha hiç yaşanmadı."
Sonuç olarak Van yerlisiyle yolcusuyla beni hem derin bir hayranlık, hem yepyeni bir uyanış, hem de garip bir yalnızlık içinde bıraktı. Ve ardımdan el salladı Arif abi kimliğinde.

 
 
Kılıçdaroğlu’ndan adaya saldırı sonrası ilk açıklama
YORUMLAR
Toplam 2 yorum var, 2 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
NUr 17 Ocak 2012 Salı 15:46

çok içten yazmışsınız saf duygularınızla çok etkilendim okurken sanki oradaymışım gibi geldi bana yüreğinize sağlık

Yorumu oyla      12      6  
Gönül Soyoğul 17 Ocak 2012 Salı 13:42

Ben bir gazeteciyim ama bana ekleyecek bir cümle bırakmamışsınız. Her satırını tüylerim diken diken okudum, anlattıklarınızın her anını adeta canlı yaşadım. Kalbinize, emeğinize sağlık, kutluyorum sizi.

Yorumu oyla      12      6  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Bakan Eker'den çarpıcı süt açıklaması
Tarım Bakanı Eker, piyasada satılmakta olan sütlerde karaciğer kanseri, ...
Balbay'ın bilirkişi raporundaki şok ayrıntı!
Mustafa Balbay’ın 1 Temmuz 2008’de el konulan bilgisayarına 14 Ocak 2010’da ...
Çeşmeli postacılar ilçede adres bulamıyor
Çeşme PTT Müdürü Suzan Çırağ, ilçede ve Alaçatı’da posta dağıtımında kapı ...
 
Mimar Sinan'dan Kenan Evren portresine ret!
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi, Çankaya Köşkü’nden ...
Son dakika! İzmir'de gümrük operasyonu
İzmir'de aralarında gümrük muhafaza çalışanları ve bazı özel firma çalışanlarının ...
KCK operasyonunda flaş karar
Savcılıkça ifadesine başvurulan 38 kişiden, aralarında eski eski BDP Milletvekili ...
 
Kayıt skandalında öğrencilerin hukuk zaferi!
İzmir Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Meslek Yüksekokulu'nda yaşanan ...
Askeri uçaktan hala haber yok!
Dün akşam saatlerinde Foça’da denize çakılan 49 yaşındaki T-37C tipi uçaktan ...
AK Parti Menemen Belediyesi soygununu Ankara'ya taşıyor
Kasası hırsızlar tarafından soyulan ve içinden yaklaşık 250 bin TL para ...
 
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Atatürk’ten rövanşı alacaklar da…
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
Halkın gerçek gündemi sahnede!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Şimdi ne olacak?
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (10) 'Bak Postacı Geliyor'
Serdar DEĞİRMENCİ
Serdar DEĞİRMENCİ
Sonbahar
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
Başıboş canileri toplamak!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bu da geçer
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Yemek kitabı değil Kültürel Miras!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Son nefeste Göztepe!
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Townç Sowyer'in maceraları
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva