İZMİR - Selahattin Özbüker, binanın sağlamlığını evin salonunda zıplayarak insanı da gözüyle tartan eski usul bir adam. Yıllar içinde adeta bir bina cerrahı gibi olmuş. Yaptığı yıkımları anlatırken otopsi izler gibi oluyorsunuz. Mütevazı yapısıyla konuşkan, açık sözlü biri. Son kalemde insanda, sakin atın çiftesi pek olur etkisi bırakıyor.
Sizi tanısak?
500 yıllık Bayburtluyuz. Dedelerimiz Orta Asya, Horasan'dan gelmişler. Dedem Aslan, Rus harbinde şehit oluyor. Babamın ismi Gül Mehmet, lakabı Gül Ağa. Amcası Genç Ağa. Lakapları Kocamanlar.
1922'de İzmir'e geliyorlar. İlk depomuz Çankaya'da. Geldiler, bir daha da gitmediler. İzmir'in suyundan içen kalır.
Yıkım işi nasıl başlıyor?
O zamanlar Belediye Başkanı Behçet Uz. İzmir yangını olmuş; enkazı kaldırılıyor. Kamyon, makine diye bir şey yok tabi. Bu işler iki tekerlekli at arabalarıyla yapılıyor. Damperli; demiri var, çekince damper kalkıyor. Bizimkiler, 10 at arabasıyla işe başlıyor.
Kordon'daki yıkımlar ne zaman başlıyor?
Asfalt Osman başlattı yıkımları esasen. Kordon'un böyle çok katlı oluşunun sebebi Osman Kibar'dır.
Kordon yıkımlarını babanız mı yaptı?
Tabi tabi, Gül Ağa.
Ne düşünüyorsunuz yıkılan Kordon için?
Ben oldum olası tarihi eserleri çok severim. Bugün de yıkılmasına taraf değilim.
KORDON'U RANT YIKTI
O günlere dönersek yıkım furyası nasıl başlıyor?
Rant vardı. Her şey yüksek katlı imar verilmesiyle başladı. Kimse yıkmak istemiyordu diye bir şey yok. Yıkmak istiyordu herkes çünkü rant var. Neden? Para için. İki katlı bina, sekiz katlı oluyor. Mal sahibine yüzde 80'ini verip kendine yüzde 20'sini alan müteahhitler vardı. Binaları düşünen yoktu ki... Önce Kordon, sonra Güzelyalı, en son Karşıyaka gitti. Yıkamayanlar yaktılar, çürümeye terk ettiler.
Hiç yıkılmasın diyen, itiraz eden yok muydu?
Kim edecek? Ancak şimdi yeşiller meşiller filan var...
Sizce bu beton hayranlığımız nereden geliyor, avrupalı aptal mı da yıkmıyor?
Zengin ülkeler, tabi bir de eğitim. Eğitim noksanlığı var. Bizde eğitim falan hava. Maddiyat girdiği zaman adam babasını satıyor. Ne yapacak adam babasının binasını. Şimdi dolara yeşil diyorlar ya, adam yeşile bakıyor.
Yunan Konsolosluğu'nun oradaki Antik Apartmanı'nı Kapodona yapmıştı. Meşhur İtalyan müteahhit Felice Kapodona. O bina yıkılırken içini gezmiştim. İçinde bir ayna, bir şömine vardı. O zamanın parası, 80 bin liraya Fatma Girik'e satmışlardı. Hiç unutmam onu.
Bina nasıldı?
Pencereleri tuttuğun zaman bir parmağınla 'zıızt' diye kaldırırdın, asansörlüydü; sürgülü pencere. Zengin evlerinde pervazın içinde giyotin dedikleri kurşun ağırlık olurdu. Daha normal evlerde döküm olurdu. Biz söktüğümüz için görürdük. Zeminde şarap mahzenleri vardı. Kordon'daki binalarda keresteler bile düz çıkardı.
Kordon'da yıkılan binalarda Marsilya kiremitler vardı, çok sağlam. Fransız arı markalar çok geçerliydi. Üstünde arı işareti olurdu. Yerli kiremit 2.5 kg. gelirken onlar 3.250 kg. gelirdi. Metrede 15 metre yerli kiremit kullanılırken Marsilya kiremit metrede 13 tane giderdi. Banyolarına kurşun dökerlerdi. Sızdırmazlık olsun diye.
Nasıl, keresteler farklı mıydı?
Tabi, zenginin kerestesi güzel olurdu. İlaçlı, hiç bozulmamış kereste çıkardı. Daha kıyı binalarda balta malı kereste olurdu.
Balta malı nedir?
Balta malı hızardan geçmemiş elle, baltayla yontulmuş anlamında.
Bugün kordon'da yıkılacak başka bina var mı?
Var. Şimdi gündemde İzmir Sineması'nın yanında beş katlı bir bina var. Zaten bakarsan görürsün, hangisi yıkılacak. Hangisi alçaksa o gidecek demektir.
Hep daha yükseğe doğru mu gidiyor bu iş?
Hem öyle, hem de bazıları çok kötü durumda, ekonomik ömrünü doldurmuş. Esasen binaların ekonomik ömrü 35 senedir. Sonra masrafa başlarsın. Adam yenileyeceğine, 'Yıkalım, yenisini yapalım' diyor.
Deprem yönetmeliğinden sonra yapılarda ne değişti ?
Eskiden yıktığımız binalarda metrekarede 25 kilo demir çıkardı, şimdi 40 kilo çıkıyor. Ama 25 kilo iyi durumda, planlı olanlar. Biz metrekarede 10 kilo demir çıkan binalar da gördük. 1940'lı yılların binalarında hiç demir çıkmaz. 2. Dünya Harbi'nde demir karaborsası varmış, o nedenle binalardan demir çıkmıyor. Nerede yıkıntılarda ray, mızrak, potrel buluyorlar, onu kullanmışlar. Dikenli telle bina yapmışlar. 1940'lı yılların binalarında böyle. Zaten biz binaya girince salonda bir zıplar anlarız, demir var mı yok mu...
Sizi çağırsak, evde zıplasanız anlarsınız yani depremde yıkılır mı diye?
Anlarım, bilirim. Bakınca da anlarım. Benim işim bu, başka bir iş bilmiyorum. A'dan Z'ye bu işi bilirim.
ALYANAK'LA CUMA YIKIMLARI
Alyanak dönemine yakın tanıksınız..
Asfalt Osman döneminde babam var. 1973'te İhsan Alyanak geldi, sahneye ben çıktım. Gece gündüz beraberdim. Eski binalara bakar, 'Patır patır yıkılacak, takır takır yapılacak' derdi. Tersaneyi biz yıktık, yolları biz açtık. Alsancak Garı'nda kilisenin oraları biz yıktık. Cuma günü akşama doğru 'yık' diyordu.
Neden cuma günü?
E adam şikayet de etse, araya cumartesi, pazar giriyor. Biz pazartesiye zaten işi bitirmiş oluyoruz. Belediye yıkıyordu, biz arkadan piyade giriyorduk. Kilise bölgesi yıkımında olay çıkınca Papa'yı çağırdı. Papa İzmir'e geldi. Ecevit telefon edip bağırıyordu: 'Delirdin mi sen, ne yapıyorsun?' diye. Alyanak da 'Alo, ses gelmiyor sayın genel başkanım' diyordu. Hop, işe devam. Delidolu ve dürüst bir adamdı. Zaten bu işte biraz deli dolu olmazsan iş yapamıyorsun. Bir belediye başkanı, bir lider gözü kara olmalı. Elini taşın altına sokabilmeli. Ama tabi şimdi çok zor, hemen paket ediyorlar.
Her dönem, her belediye başkanıyla çalışmışsınız...
İşin erbabı ve dürüst olduğun sürece her zaman, her devirde iş yaparsın. Yaptığın işi sevmen lazım. Her işe başlarken heyecanlanırım. Sabah kalkıyorum, yeni bir binaya mı başlayacağım, bir heyecan sarıyor.
Yapmıyorsunuz ki yıkıyorsunuz. Heyecan neresinde?
O da ayrı bir heyecan. Bundan demir ne kadar çıkar, nasıl olur. Biz de bu işin profesörü olduk.
Çıkan malzeme sizin mi oluyor?
Ben o işi 10 liraya aldıysam, içinden 5 liralık hurda çıkıyorsa adama, 'Bize 5 lira vereceksin' diyorum. Çıkanları o pazarlayamaz, benim gibi sökemez. Önceleri fayansları, karo taşlarını bile söküyorduk. Şimdi işçiliği karşılamıyor. Eskiden bir makinem, iki kamyonum olsa 'Yıkıcıların kralı benim' diye düşünürdüm.
Şimdi kaç aracınız var?
35 kadar; hepsi yeni.
İlk makineniz duruyor mu?
Satamıyordum ilk makinemi. Tamir tamir... Oğlum, 'Bırak artık, yenisini alalım' diye zorla sattırdı. Ben biraz tutucuyum. 45 senedir aynı berbere giderim. Hilal'deki kiracılarım 50 yıllıktır. Para bir verir, bir vermez ve çıkmazlar. Atamam.
İnsanı terk etmem, vefalıyımdır. 1956 yılında İş Bankası'ndan kumbara aldım diye aynı bankayla çalışıyorum. Şube bile değiştirmedim.
Alışkanlıklarınıza bu kadar bağlıyken geçmişi yıkmak tezat değil mi?
Yıktırmasınlar. Ben yıkmıyorum ki... İdam fermanını veren yukarıdakiler, biz orada cellatlık yapıyoruz ve üzülüyorum da...
KOCAOĞLU, NAMUSLU İNSANDIR
Son belediye operasyonlarına ne diyorsunuz?
Yazık. Benim bildiğim, İzmir'in gelmiş geçmiş en namuslu insanlarından biri Aziz Kocaoğlu. Başkan olmadan önceden de tanırım. Görüyoruz. Bir şey olsa kokusu çıkar. Ben devlet ihalesi alan, belediyeyle iş yapan biri değilim. Çok nadir yardım isterler. Agora'da çalıştık.
Ünlüler, antik malzeme almaya gelirdi
Türkiye'nin ünlü kişileri antik malzemeleri almaya gelirlerdi. Bir gün geniş şapkalı, façalı bir adam geldi. Bir baktım Rahmi Koç. Gelmiş, bir işçimle eski Rum binalardan çıkma balkon korkuluğu pazarlığı yapıyor. Ümran Baradan, Meral Kubalı gelirdi. Eski kapılar, şömineler, tavan süslemeleri vardı.
KİMDİR?
1950, İzmir doğumlu. Motor Sanat Meslek Lisesi mezunu. Evli; Demet (37) ve Mehmet (35) adında iki çocuk sahibi.Selahattin Özbüker, kızı Demet ve oğlu Mehmet ile birlikte çalışıyor.
Selahattin Özbüker, çok sevdiği oyuncak iş makineleriyle torunlarının oynamasına bile izin vermiyor. (Röportaj: Hanzade Ünuz/Fotoğraflar: Yusuf Çınar/Habertürk Egeli)