EGEDESONSÖZ – İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Uzman Dr. F. Yüce Ayhan SONSÖZ TV'de Gazeteci Yazar Muhittin Akbel'in sorularını yanıtladı. Dr. Ayhan, sağlıkta şiddetin artık had safhaya ulaştığını, şiddet olmaktan çıkıp teröre dönüştüğünü öne sürdü.
Dr. Yüce Ayhan yaptığı değerlendirmede 'Bizim mesleki sorunlarımız Türkiye'nin sağlık sorunlarından bağımsız değil. Artık sağlıkta şiddet değil, terör yaşıyoruz. Açıklanan rakamlar, şiddet olaylarının kayıtlara yansıyan kısmıdır. Ciddi sonuçları olanlar kayda geçiyor, tutanak tutuluyor ne yazık ki. Meslektaşlarımız tehdit altında. Bu bir terördür; ne olursa olsun kimsenin kimseye bunu yapmaya hakkı yok. Herkes görevini yapacak, bu hizmetten memnun değilseniz, hekiminizi dövebilirsiniz diye kışkırtılmış bir zihniyet yönetimi var'
KRİZ YÖNETİMİNDE BÜYÜK SIKINTI YAŞANIYOR
Dr. Yüce Ayhan , 6 Şubat depremiyle ilgili değerlendirmelerde bulunurken, yönetim krizinin üst düzeyde olduğunu öne sürdü:
'Genel anlamda bakılacak olursa hakikaten kriz yönetiminde büyük sıkıntı var. Oda Başkanımız Prof. Dr. Süleyman Kaynak hocamız, basın açıklamasında, Kahramanmaraş depremindeki kriz yönetimini kast ederek, 'Gördük ki bu depremde, devletin kolonları kesilmiş' dedi. Çok haklı. Yani devletin kolonlarının olmadığı bir afetle karşı karşıya kaldık. Biz daha önceki depremleri de biliyoruz. 1999 depreminde de sahada örgüt olarak bulunduk, bu nedenle iki depremle ilgili kıyaslama imkanına da sahibiz. Çok büyük bir alanda depremin olduğu, arka arkaya depremlerin olmasının yarattığı sıkıntıların yaşandığı doğrudur ama öte yandan Marmara depremi de etkilediği nüfus yoğunluğu açısından o da oldukça büyük bir depremdi. İkisini karşılaştırdığımızda, arkadaşların hazırladığı raporlar, krizin çözülemeyecek şekilde ilerlediğini gösteriyor. Bölgeyi terk eden aşırı bir nüfustan söz ediliyor ki sayılarını bilmiyoruz. Raporlardaki hesaplara göre, yıkılan bina sayısı, binadaki konut sayısını, ortalama hane içinde yaşayan kişi sayısını düşündüğünüzde açıklanan can kaybının sadece bir ili kapsadığı öngörülüyor. Sağlık hizmetleri açısından bakacak olursak, krizin diğer alanlarıyla ilişkili olarak orada mağdur olan afetzedelere sağlıklı bir kalıcı barınma olanağı henüz sağlanamadı. Çadır kentler var ama çadır kentlerin kurulumunda ciddi sorunlar var. Belli bir standart yok. Orada Halk sağlığı uzmanlarının olması gerekirdi, o da yok. Bize gelen bildirimlere göre su sorunu var. İçme suyu temininde yeterli miktarda erişim olmadığı bilgileri geliyor. Kullanma suyu sıkıntısı var. Su sıkıntısı ve standartlardan uzak çadır kent yaşamı gibi sorunlar, beraberinde sağlık sorunlarını da getiriyor. Depremde birinci basamak sağlık hizmeti veren binalar yıkıldı. Kamu hastaneleri yıkıldı.'
AKSİYONDA SORUN VAR!
'1999 depreminden sonra en azından kamu binalarının deprem güvenliği sağlanmalıydı' diyen Dr. Ayhan, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
'Aile hekimlikleri, hastaneler yıkıldığına göre, sağlık hizmetlerini, yeni kurulan o toplu yaşam alanlarına kaydırmak gerekiyor. Fakat bu konuda bir aksiyon sorunu var. Çadır kentlerde bit ve uyuz salgını var, resmi olarak da bu biliniyor. Kamu hastaneleri yıkıldı, bu yerler en sağlam olması gerekiyor. Sağlık bakanlığı da pekala o yıkılan hastanelerin depreme dayanıklı olmadığını biliyordu, biliyor olması gerekirdi en azından. 19 99'dan bu yana, bu ülkede en azından kamu binalarına yönelik sağlıklaştırmalar yapılabilirdi. Koskoca Çukurova Üniversitesi'nin Balcalı Eğitim Araştırma Hastanesi boşaltıldı, kapatıldı. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi çöktü.'
KENDİ HAKLARIMIZI ELDE EDECEĞİMİZ UMUDUNU TAŞIYORUZ
Türkiye'de hekimlerin çok sayıda sorunla boğuştuğunu ve haklarını elde edeceklerine dair yüreklerinde umutları olduğunu anlatan Dr. Ayhan, sağlıktaki dönüşümle ilgili eleştirilerde bulundu:
'Dünya Bankası raporunda Türkiye Sağlık Sisteminin nasıl dönüştürülmesi gerektiği maddeler halinde yazıyor. Bunlardan bir tanesi, hekimlerinin kendi serbest emekleriyle ekonomik güçlerinin olması, bir engel olarak tarif ediliyor. Bunlar bizim mesleki ve örgütsel süreç açısından adım adım erozyona uğratılan bir süreç oldu. Türk Tabipler Birliği, kanununa tabii bir örgütüz ve tüm hekimleri kapsayan, bir kamu hekiminin de gerektiğinde bir takım işlemlerini biz yürütüyoruz ama kamu hekimleri bize üye olmak zorunda değil. Bu kaldırıldı. Yeni yasal düzenlemede sadece şu anda serbest hekimlik ve ya özel sektörde hekimlik yapan meslektaşlarımıza üyelik zorunluluk getirildi. Dolayısıyla giderek süreç içinde gördüğümüz şey, Türkiye'de sağlık dönüştürülürken, sağlık hizmeti sunanların da haklarının, emeklerinin dönüştürüldüğü bir süreç yaşadık. Geçen sene bir kredi kullanmam gerektiği için bankaya dört tane belge verdim; bunlardan bir tanesi de maaş bordrosuydu. Bunun dışında döner sermaye, teşvik gibi o kadar çok kalem çıktı ki ortaya, ben bilmiyorum bunların ne kadarını emeklilikte, ne kadarını çalışırsam hak ediyorum? Bir karmaşıklık var. Örneğin; ek ödemeyle iyileştirdik vs. deniliyor. Yıllık izin kullanıldığınızda o ek ödeme kesiliyor. Performans olarak adlandırılan şey… Bunun bir kısmı emekliğe yansıyor. Bir dönem olan kısmı yansımadı. Karmaşık bir maaş sistemi var. Genel olarak yapılan bir iş var fakat bu işe sabit bir hak ediş ücreti… Bir hakime baktığı dosya sayısına göre ücret ödemiyorsunuz ama hekime, baktığı hasta sayısına göre ücret ödüyorsunuz. Devlet sektöründen emekli olan başka meslek alanları emekli maaşından herhangi bir hak kaybına uğramıyor ama bir hekim, örneğin özel hastanede işe girerse, emekli maaşından kesinti yapılıyor. Bakanlık ilginç bir ücret politikası izliyor ve bunun düzeltilmesini istiyoruz. Kamuda bir benzer eğitim düzeyine sahip bir devlet memuru nasıl maaş alıyorsa, emekliliğine nasıl yansıyorsa, hekimin ya da sağlık çalışanının emekli maaşının da aynı mantıkla hesaplanmasını istiyoruz.'
GENÇ MESLEKTAŞLARIMIZ GELECEK KAYGISI NEDENİYLE YURTDIŞINA GİDİYOR
Dr. Yüce Ayhan, yurtdışına giden genç hekimlerle ilgili değerlendirmesinde şu görüşlere yer verdi:
'Giderlerse gitsinler diye sonuç yaşanması bizim için kötü bir kavram. Bu dönemde yurtdışına giden hekim arkadaşların sayısı oldukça arttı. Fazla sayıda hekim arkadaşımız yurtdışında şansını deniyor. Yurtdışından bir hekim talebi var ve bizim meslektaşlarımız bu kalifikasyona sahip. Almanca kurslarına gidiyorlar. Tıp fakültesini bitiren bir kura çekiyor ve ülkenin herhangi bir yerine gidiyor. Kamuda çalışmak istemeyen, kamuda çalışmaya zorlanıyor. Herhangi bir üniversite mezununu, mesela mühendisi, böyle bir mecburi hizmetle karşı kaşıya bırakmıyorsunuz. Doktorun diplomasını vermiyorsunuz, gideceksin kamuda çalışacaksın, şurada çalışacaksın, diyorsunuz. Başka meslek alanlarında mesela lojman sağlanıyor. Siz mahrumiyetle karşı karşıya kalıyorsunuz. İstediğiniz yere atanamıyorsunuz. Aldığınız maaş maaş değil ve tüm bu sorunlardan dolayı genç meslektaşlarımız da gelecek kaygısı olduğu için yurtdışına gidiyorlar. Buna mecbur kalıyorlar.'
ÇOK SAYIDA ARKADAŞIMIZ EMEKLİ OLMAK ZORUNDA KALDI
Doktorlara yönelik performans uygulamasının doğru bir uygulama olmadığının altını çizen İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Yüce Ayhan, 'Bizim yönetim zihniyeti sorunumuz var' dedi ve şu açıklamalarda bulundu:
'Hekime karşı kışkırtılmış bir sağlık hizmeti anlayışı hakim. CİMER'e şikayette bulunuyor bir vatandaş. İlgili yerlere üst yazı olarak gidiyor. Sıra Başhekime kadar konu geliyor ve soruşturma başlatın deniyor. Soruşturma başlatılıyor ve sonra yazıya bir bakıyorsunuz, vatandaş şikayet etmemiş, ben hekimimden çok memnun kaldım, teşekkür ediyorum, diyor vatandaş. Böyle bir yönetim zihniyeti var sağlık sektöründe. Yönetim zihniyeti sorunumuz var. Beş dakikada bir hasta bakacaksınız, diyor. Böyle bir sıkıştırma var, yani bir ihtiyaç molası vermek için beş dakika dışarı çıkamıyor hekim. Çünkü kapının önünde hasta bekliyor. Sekreteri yok, hemşiresi yok, eskiden bir hekim muayenehanesinde bir hemşire mutlaka muayene odasında bulunurdu. Şimdi hemşire sıkıntısı da çekiyoruz, hekimler tek başına hem hasta kaydı, hem muayene yapacaklar, hem de ilaçlarını yazacaklar ve bunu beş dakika içinde gerçekleştirecekler. Çünkü beş dakikayı geçirince kapıdaki vatandaş 'benim randevu saatim geçti' diye sinirlenmeye ve tepki vermeye başlıyor. Bunlar yıpratıcı bir süreç. Pek çok arkadaşımız bu yüzden emekli oldu bu dönemde.'
ŞEHİR HASTANELERİNİ İNŞAAT SEKTÖRÜ YÖNETİYOR!
Dr. Yüce Ayhan, Şehir Hastanelerinin doğru olmadığına vurgu yaparak şu eleştirilerde bulundu:
'İzmir'de Şehir Hastanesi açılacak. Bu hastaneye doktor olarak kim gidecek derseniz, ben dahil kimse Şehir Hastanesi'nde çalışmak istemiyor. Çünkü yönetim anlamında kötü bir tercih, Şehir Hastanesi. Sizin malzeme seçme hakkınız yok. Örneğin; bir laboratuvar taşeron firmaya ait. Hastane bir taşeron firma tarafından yönetiliyor, Malzeme taşeron firmasına ait. Kabaca, bir inşaat şirketi yönetiyor hastaneyi… Ucuz malzeme kullanılacak. Laboratuvarda ucuz tetkikler yapılacak. Tamamen bir ücret fiyat dengesine döndü. Hasta malzemenin ek KDV'sini verdi mi vermedi mi? Bir hekimin bunlarla uğraşmaması lazım. Hasta vardır, hastanın ihtiyacı vardır, bu hastanın ihtiyacına göre bir tedavi protokolü vardır, budur. Ama malzemenin kusurunu hekim çekiyor. Ameliyat başarılı olmadığında hekim sorumlu tutuluyor. Aile hekimliği modelliğinde İngiltere'den bahsedelim, siz aile hekimini aşıp bir hastaneye gidemezsiniz. Aile hekiminiz sizi gönderirse gidebilirsiniz. Sevk zinciri bu sistemin en kilit noktasıydı. Aile hekimi sizin bütün sorununuzu yerinde çözecek, koruyucu hekimlik hizmetini de verecek. Çünkü eskiden sağlık ocakları, poliklinik hizmetinden çok tamamen koruyucu sağlık hizmeti vermeye dönük yerlerdi. Aile hekimliği sistemini öyle bir kurguladılar ki o sevk zincirini kaldırdılar.'
SANDIK MÜŞTERİ MEMNUNİYETİNİ ÖNEMSİYOR!
Yüce Ayhan, sistemin bilim dışına çıktığını ifade ederek koruyucu hekimliğin neden kaldırıldığını anlattı:
''Hasta ne kadar kolay üst basamak bir hastaneye gidilebiliyorsa, oy potansiyeli açısından memnuniyet verici bir durum yaratıyor. Yani hasta memnuniyeti, daha doğrusu müşteri memnuniyeti diyelim, hasta demeyelim! Hastanın memnun olabilmesi için nitelikli bir sağlık hizmeti alması lazım. Gidiyor beş dakikada muayenesini oluyor, yarın başka bir hastaneye gidiyor, beş dakika da orada muayenesini oluyor. Giderek Türkiye'de acil servis başvuruları inanılmaz sayılarda. Ülkeler arasındaki karşılaştırmada Türkiye'de nüfusun büyük oranı acil servise başvurduğunu görüyoruz. Çünkü acil servise başvurduğunda hasta, SGK kesintilerinden de muaf tutuluyor. O müşteri, bir oy olarak geri dönüyor diye düşünülüyor. Türkiye'deki sağlık çalışanının ya da hekimin memnuniyetsizliğinin sandığa politik yansıması çok fazla olmayacaktır. Sandık, geniş bir popülasyonun, müşteri memnuniyetini önemsiyor. Bu nedenle sevk zinciri yok, kaldırıldı. Dolayısıyla yoğun kışkırtılmış bir sağlık talebi var. Ben şimdi bir kulak ameliyatı yapacağım, bunun parasal karşılığı diyelim ki 100 lira, bu süre içinde o ameliyata 2-3 saat harcayacağım, ameliyat riskli bir şey. Hastanın bir sıkıntısı olacak belki, gece gelip bakmam gerekecek, ertesi gün pansuman vs. yapacağım. Üç beş gün bu hasta ile uğraşacağım, bir de bir sorun çıkacak belki beni mahkemeye verecek! Ben niye bu ameliyatı yapayım? Poliklinikte beş hastaya bakarsam aynı parayı alacağım. Böyle bir zihniyete itiyor performans sistemi hekimleri. Böyle bir zihniyet olabilir mi? Herkesi karşı karşıya getiren bir sistem var, sağlıkta.'
AŞI ve REFİK SAYDAM ENSTİTÜSÜ
Aşının stratejik bir ürün olduğunu belirten Dr. Yüce Ayhan, Refik Saydam adının Hıfzıssıhha Enstitüsü'ne geri verilmesini ve aşı üretiminin yeniden başlatılması temennisinde bulundu:
'Hıfzıssıhha'yı kapatmadık, adını değiştirip Halk Sağlığı Merkezi yaptık. Eskiden Hıfzıssıhha dediğimiz zaman bir enstitü, bir de okul kısmı vardı. Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu olarak. Refik Saydam'ın kurduğu yapıdan söz ediyoruz. Ben bir Mikrobiyoloji Uzmanı olarak, diyorum ki, Almanya'ya gidin Robert Koch Enstitüsü vardır. Fransa'ya gidin Louis Pasteur Enstitüsü vardır. Oranın tıpta özellikle toplum sağlığı, bulaşıcı hastalıklar açısından önemli adımlar atmış insanların isimleri o enstitülerde tabelalarda yazar. İngiltere'de Lister vardır. Bunlar tıp tarihinde çok önemli figürlerdir ve biri de Refik Saydam'dır. Hıfzıssıhha'nın değil de Refik Saydam'ın adını oradan indirdik aslında. İzmir'de bir semtin adıdır Hıfzıssıhha. İzmir'deki Hıfzısıhha'yı kaldırdık. Burada kapatılmak istenen ya da kapatılan, bir bina, bir tabela değil, bir zihniyet. Cumhuriyet'in Hıfzıssıhha'sı, ulusal yeterlilik, kendi aşısını üreten, toplumu koruyucu sağlık hizmetleriyle gönendiren bir anlayıştı. Hıfzıssıhha kurulduğunda sadece bir aşı üretimi değil, verem savaş, sıtma savaş gibi alt birimler de kuruldu. Bulaşıcı hastalıklara dair bir savaş sahası açıldı. Ki bu kurtuluş savaşı yapılırken yapılan bir savaş. Bunun adı halk sağlığı tabii, bu çok önemli bir yaklaşımdı. Bu kurumun kaybedilmiş olması çok acı bir şey. Bu kuduz aşısı ile başladı aslında. Kuduz aşısında bir jenerasyon değişikliği oldu dünyada. Biz kuduz aşısını ürettiğimiz teknolojiyi değiştirmek yerine, kapatalım, dışarıdan satın alalım, kolaylığına gittik. Teknolojiler geliştirilip aşı üretimi sürdürülebilirdi pekala. Hıfzıssıhha kalsaydı, bugün Çin'den gelen Sinovak olarak bildiğimiz aşıyı, biz Türkiye'de aynısını üretebilirdik. Aşı bir ticari emtia veya bir tıbbi malzeme değil, aşı ulusal stratejik bir üründür. Aşının ne kadar önemli olduğunu Covid döneminde gördük. Bir kuduz aşısında, ben aşı karşıtıyım diyen insan görmüyoruz. Yani gerçek tehlikelerde aşı gerçekten hayat kurtaran stratejik üründür. Bu sadece, aşının Türkiye'de tasfiyesi ulusal aşı üretimi sadece insan aşılarıyla olmadı. Örneğin Manisa'da Kanatlı Aşı Merkezi vardı. O da kapatıldı. Mutlaka bu yanlıştan dönülmesi gerekiyor.'