Bugün Pazar...
Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...
Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...
Bir kez daha...
Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...
Bunu yaparken de...

Türk Basını'nın unutulmaz imzası Halit Çapın'ı…

Saygıyla analım...

***

86 yıl önce, aşağı yukarı bugünler gibi…

Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey'in odasındaki takvim…

14 Temmuz Cumartesi'yi gösteriyor…

Dışarısı cehennem sıcağı; ilçe kavruluyor adeta…

Sisam Adası'nın tam karşısında…

Doğa cenneti havuzdan farksız bir koy var!

Adı, 'Kanapiçe'

Sessiz, sakin…

Çevresi incir ağaçları, üzüm bağları ile çevrili…

Öğleden sonraydı…

Bir makineli tüfek cayırtısı koptu, denize doğru…

Martılar çığlıklar atarak havalandı…

Ardından da mavzerlerin gürültüsü…

Sonra derin bir ölüm sessizliği…

***

Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey…

Mülkiye'yi bitirdikten sonra, Fransa'da tahsilini tamamlamıştı…

Aydın, çiçeği burnunda kaymakamdı…

Olay yerinden gelen mesajı okurken rengi attı resmen…

Gümrük Muhafaza'nın raporuna göre…

İçinde çıplak vaziyette dört erkeğin olduğu bir sandal…

Kanapiçe Koyu'nda karaya yaklaşmıştı…

Askerler ihtar için havaya üç el ateş ettiler…

Ayrıca, 'Dur…' diye bağırdılar…

Sandaldakiler emri dinlemediler bile…

Denize atlayıp kaçmaya başladılar…

Beş Mehmetçik ateşe başladı…

Keskin nişancıydılar…

Dört meçhul çıplaktan üçü…

Denizde kurşunlara hedef olup can verdi…

Bir tanesi ortadan kayboldu, bulamadılar…

Üç çıplak ceset sahile çekildi…

***

Raporu okuyan Kaymakam Dilaver Bey, gözlerine inanamadı…

Hemen telgrafhaneye koştu…

Soluk soluğa makine başına oturarak Ankara'yı aradı….

'Böyle, böyle, böyle oldu…' dedi; cevap beklemeye başladı…

Birkaç saat sonra…

Karşı tarafta telgrafın başında bu kez…

Başvekil Paşa Hazretleri…

Yani, İsmet Paşa vardı…

Cumhuriyet'in gencecik kaymakamı Dilaver Bey…

Başbakan İsmet İnönü'ye…

Ne var ne yok, tek tek anlattı; en küçük ayrıntıyı bile pas geçmedi…

Karşılıklı telgraf konuşması…

Daha ayrıntılı bilgilerin bulunması için ertesi güne kaldı…

Aslında…

Kanapiçe Koyu'nda yaşananlar müthiş esrarengizdi!

***

Tarih; 16 Temmuz Pazartesi…

Olayın üçüncü günü, yani…

Ankara'nın gözü-kulağı artık minicik ilçedeydi…

Saatler 14.00'ü gösterirken…

Üç bacalı bir İngiliz harp gemisi…

Kuşadası'nın dört mil açığında durdu…

Savaş gemisinden bir motor sahile yanaşmaya başladı…

Ankara emir verdi genç Kaymakam'a:

'Motoru liman reisi karşılasın, siz telgrafhanede kalın!'

Kaymakam, emre uydu ancak…

Motorla gelen İngilizler…

Israrla Kaymakam'la görüşmek istiyor ve…

O'nu ayaklarına çağırıyorlardı…

Vakit daralıyordu…

Bu kez Başvekil İsmet İnönü'nün yeni emri geldi:

'Kaymakamımız limana gitmeyecek… Kaymakamı ziyaret etmek istiyorlarsa, gelenleri Kaymakam Bey ancak kendi makamında kabul eder... Olayın nasıl cereyan ettiğini sorarlarsa, münasip bir şekilde bilgi verir…'

***

İngilizler için diklenmenin anlamı yoktu…

İki subay ile iki sivil Kaymakam Bey'in odasına geldi…

Fransızca konuşmak istediler…

Genç Kaymakam, 'Gereksiz, aranızdan biri dilimizi biliyor, Türkçe konuşacağız' dedi…

İngilizler, olayın doğrusunu öğrenmek istiyordu…

Kaymakam Dilaver, birkaç cümle ile özetledi:

Üzerlerine ateş açılan İngiliz subayları karaya çıkmışlardı…

'Dur…' emrine uymamışlardı…

Olaydan üzüntü duymuştuk ama…

Mehmetçikler'in hareket tarzı Türk yasalarına uygundu…

İngiliz subay söz aldı ve…

Hayatının hatasını yaptı; bir çuval inciri berbat etti:

'Londra Hükümeti, Osmanlı Hükümeti'ne şu isteklerinin bildirilmesini talep etmektedir…'

Kaymakam Dilaver Bey'in yüzü ateş basmıştı…

Anında İngiliz subayının sözünü kesti:

'Yanlış temas kuruyorsunuz… Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcisiyim... Osmanlı Hükümeti, diye bi'şi yoktur…'

İngiliz, özür diledi; sert bir ses toruyla ülkesinin isteklerini sıraladı:

Bir; İngiliz Donanması, subayın cesedini emniyet içinde arayacak…

İki; Ölen subayın ailesine zarar ve ziyan ödenecek…

Üç; O subayı kurşunlayan Balıkesirli er Musa, derhal cezalandırılacak…

***

Bu arada, Ankara biraz tedirgindi…

İngilizler ısrarla…

Çıplak adamların plaja kadar geldiklerini ancak…

Kesinlikle karaya çıkmadıklarını iddia ediyorlardı…

Başvekil İsmet Paşa…

17 Temmuz sabaha karşı Kuşadası'nı aradı…

Kuşadası Kaymakamı'na şöyle seslendi:

'Hakikat nedir? Adamlar hakikaten karaya çıkmamışlarsa dahi, erlerimiz yine vazifelerinin gereğini yapmışlardır… İstiyoruz ki, Hükümet hakikate aykırı beyana düşmesin. Cevap bekliyorum!'

***

18 Temmuz 15.20'de, olanlar oldu…

Sisam sahillerinin önünden yedi harp gemisi çıktı…

Ağır yolla Darboğaz'a doğru seyrediyorlardı…

Ankara'da ciddi hareketlenme başladı…

İşte, tam bu sırada…

Gelişmeleri saati saatine Kızılcahamam'dan izleyen Atatürk…

İngiliz Donanması'nın…

Tehdit edercesine kıyılarımıza doğru seyrettiğini öğrenince…

Ankara ve Kuşadası'na doğrudan emretti:

'Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz... Gerekirse Musa için Britanya İmparatorluğu ile hali mahasama (savaş) göze alınır… Kızılcahamam'dan şimdi Ankara'ya hareket ediyorum... Ege Bölgesi'nde kısmi seferberlik emrini veriyorum…'

***

Kuşadası halkı telaşa kapılmasın diye uyarıldı…

Gazi Paşa'nın dediği gibi…

Gerekirse Balıkesirli Musa için bütün millet savaşmaya…

Son derece kararlıydı…

Bir kez daha İngilizler'le göğüs göğüse gelecektik…

Bundan sonra artık uzun uzun düşünülemezdi…

İp inceldiği yerden kopacaktı…

***

Ve, o günün Türkiyesi'nde bir kaç saat içinde…

Atatürk emrettiği için…

Balıkesir'den İkinci Kolordu ile Afyon'daki Birinci Kolordu…

Kuşadası'na doğru yola çıktı…

Gazi Paşa'nın emri kesindi…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten iktidar…

Er Musa için İngiltere'yle gerekirse savaşa karar vermişti…

Bu kararlılık İngiltere'nin paçalarını tutuşturdu…

İngiliz Elçisi…

Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'tan randevu istedi…

Ölen subay için Kuşadası sahilinde…

20 Temmuz'da…

Müşterek tören düzenlendi; denize çelenk atıldı ve olay kapatıldı…

***

Peki, sonra ne oldu?

Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey'e bir takdirname ile…

50 lira para mükafatı ve bir hafta istirahat izni verildi…

Balıkesirli er Musa, görevine aynı yerde devam etti…

Aradan bir kaç yıl geçti…

Dilaver Bey başka bir yerde görevliyken…

Kuşadası'na gelen Mülkiye müfettişleri…

İngiliz amirale çekilen '9 liralık' telgraf ücretini uygunsuz bulup…

Soruşturma açtılar…

İnanılacak gibi değil ama…

Kaymakam Dilaver Bey, devlet parasını 'çarçur' etmekten…

İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi…

Hikayenin sonunu merak ettiniz, di'mi?

Duruşmanın Reisi Hakim Kemal Aksüt'tü…

İlk celsede salonu boşalttıktan sonra Dilaver Bey'i yanına çağırdı…

İlgili tüm makamlara o sırada ağzına ne geldiyse söyledi…

Ardından da beraat kararını açıkladı…

Nokta…

Sonsöz: 'Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez… / Gazi Mustafa Kemal Atatürk…'