Demokratik Özerklik, öyle insan hakları, kültürel haklar, ekonomik sorunların çözülmesi gibi makul isteklerden çok farklı bir olaydır.
Demokratik Özerklik; Türkiye’’nin bir bölümü üzerinde hak iddia edip, toprak talep etmek demektir.
İmralı’’da ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasını çekmekte olan bebek katili ve uyuşturucu kaçakçısı çetenin başının üç aşamalı planı olduğunu herkes bilmektedir. Bu planını, kendi yayın organlarında defalarca dillendirmiştir. Bu Plan; Özerklik-Federasyon-Bağımsızlık gibi aşamalardan oluşmaktadır. Bu aşamalardan sonra Türkiye’’den koparılan topraklarla Kuzey Irak’’taki bölge birleştirilecek ve ’“Bağımsız Kürdistan’” kurulmuş olacaktır. Böylelikle, Büyük Orta Doğu Projesinin Türkiye ayağı tamamlanmış olacaktır.
Zaten, oyun Türkiye üzerinde oynanmaktadır. AKP İktidarının bu konudaki tavrı ile İran’’ın tavrı arasındaki fark çok dikkat çekicidir.
Bildiğiniz gibi, İran’’da Kürdistan denen bir eyalet vardır ve çok sayıda Kürt bu bölgede yaşar. Kürtçüler-Bölücüler buradan asla bahsetmezler. Çünkü İran Devleti orada yaşayan Kürtlerin eğitim veya sağlık gibi nedenlerle dahi o bölgeden İran’’ın başka bir bölgesine geçmelerine asla izin vermez, en ufak bir kalkışmada ise, her türlü ağır silahı kullanmaktan çekinmez’…
Kürtçü-Bölücüler ve bunların dış destekçileri, İran’’ın bu uygulaması hakkında seslerini bile çıkaramazlar ama iş Türkiye’’ye gelince; demokrasinin her nimetinden yararlandıkları, yıllardır yerel yönetimlere hakim oldukları ve her türlü hakka en az benim kadar sahip oldukları ülkemizde, tüm yıkıcı ve bölücü çalışmaları en ahlaksız biçimde yapmaktadırlar. Bu konuda AKP Hükümetinin Kürtçü-Bölücüleri şımartan tavrı Türk Milletinin dikkatinden kaçmamaktadır’…
AKP’’nin Kürt açılımı diye başlattığı bu ne olduğu belirsiz ’“açılımın’” geldiği nokta maalesef bu. Ne olduğu belirsiz diyorum, çünkü daha iki gün önce CNN Türk’’te konuşan Sayın Kılıçdaroğlu bile bu Kürt açılımının içeriğinin ne olduğunu bilmiyorum dedi. Gerisini siz düşünün.
Ben, Başbakan Erdoğan’’ı bir köşeye sıkıştırıp sorsak, onun da açılımın içeriğini bilmediğini gayet iyi biliyorum. Fakat Başbakan’’ın Kürt kökenli danışmanlarına sorarsanız şöyle bir cevap alırsınız; ’“Birdenbire, ’‘demokratik özerklik’’ söylemine geçemezdik, ’‘Kürt Açılımı’’ önden söylenen ’‘fasıl’’ gibidir. Sonra ’‘Ara Nağme ’‘Demokratik Özerklik’’ gelir. Daha sonra ’‘Federasyon’’, esas şarkı ’‘Bağımsız Kürdistan’’ ise, en son final şarkısı olarak söylenecektir.’”
Boşuna mı AKP ve Başbakan Erdoğan ’“Bu şarkı burada bitmez’” diyorlar!...
Geldiğimiz noktada ülkemiz, açıkça üniter yapısını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu noktaya nasıl geldiğimizi, kimlerin bu sürece isteyerek veya istemeyerek katkıda bulunduğunu anlamak için 1995- 2000 yıllarını çok iyi incelemeli ve hatırlamalıyız.
Satırbaşları ile bu hatırlatmaları beraberce yapalım ve Türkiye’’nin o dönemini de kronolojik olarak görmeye çalışalım.
*9.Eylül.1995’’te CHP Kurultayı Genel Başkanlığa Deniz Baykal’’ı seçti. Baykal, Başbakan Çiller’’e koalisyon ortaklığının devamı için, seçim sisteminin değiştirilmesi, barajsız geniş bölge sistemi ve erken seçim gibi yeni öneriler götürdü. Ancak, Çiller bu önerileri kabul etmeyip, Cumhurbaşkanı’’na istifasını sundu.
*Tansu Çiller, DSP ve MHP’’nin dışarıdan desteğini alarak bir ’“azınlık hükümeti’” kurma girişimi başlattı, fakat 15 Ekim’’de TBMM’’den güven oyu alamadı. Bunun üzerine Çiller, hiç olmazsa seçimlere Başbakan olarak girmek için, daha önce kabul etmediği Baykal’’ın önerilerini ve 24 Aralık 1995’’te erken genel seçimi kabul etti. Yeni DYP-CHP Koalisyonu 52. Hükümet olarak 5 Kasım 1995’’te güvenoyu aldı. Bu gelişmeler ekonomiyi fevkalade olumsuz etkilemişti.
*24.Aralık.1995 seçimlerinde Refah Partisi 158 Milletvekili ile birinci parti çıktı. Erbakan, hükümeti kuramadı. Sonunda ANAP-DYP Hükümeti kuruldu. 12 Mart 1996’’da yapılan güven oylamasında hükümet, 257 Evet-207 Ret-80 Çekimser oy aldı. Muhalefet partileri konuyu Anayasa Mahkemesine götürdüler. Anayasa Mahkemesi çekimser oyların ret anlamına geldiği yolunda bir karar verdi. Hükümet istifasını sundu. Yılın ilk altı ayı istikrarsızlıkla harcanmış oldu ve ekonomi bu istikrarsızlıktan çok kötü etkilendi’…
*26.Haziran.1996’’da RP-DYP arasında bir koalisyon kuruldu ve Milli Görüşün kurucusu Erbakan, Tansu Çiller’’in sayesinde Başbakan oldu. AKP kurucularının hocası, modern-çağdaş görünümlü bir Türk kadını Tansu Çiller sayesinde, devleti ele geçirmişti.
*Bu Erbakan’’ın devleti ikinci kuşatması idi. 14.Ekim.1973 yılında yapılan seçimlerden sonra CHP-MSP Koalisyonu kuruldu. Erbakan’’ın ve Siyasal İslam’’ın devleti ilk kez ele geçirmesi Sayın Ecevit’’in MSP ile yaptığı koalisyonla olmuştur. Nedense bu konu ile ilgili hep Sayın Demirel suçlanmıştır. Fakat tarihi gerçek ne yazık ki Sayın Ecevit’’inde sonradan kabul ettiği gibi siyasi bir hata olarak yapılmıştır. O günkü gazetelerde konu, ’“Cumhuriyetle-İmparatorluğun barışması’” olarak takdim edilmişti. İşte bu günlerin esas sebebi bu olaydır, yani Türkiye’’nin topuğuna diken batan tarih CHP-MSP Hükümetinin kurulduğu tarihtir.
*Türkiye’’de 1980’’lerden sonra çok ciddi bir tırmanış gösteren dinci akımlar, İslami sermaye hareketleri ile de çok zenginleşmişti. Bu akımlar işadamları derneği kurdurmuş, gazete, dergi, radyo ve televizyona kadar kendi medyasını yaratmıştı. Kaymakamından, hakimine devletin her kesiminde yer alabilmek için gençleri özel dershanelerinde üniversite sınavlarına hazırlayarak yönlendiriyorlardı.(Türkiye’’de Sistem Sorunu-2001 Yılı-Sayfa 402-Yazan R.S)
*Refahyol macerasının ardından, 1 Temmuz 1997 de Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP-DSP-DTP den oluşan Anasol-D hükümeti kuruldu ve 13 Temmuz’’da CHP’’nin dışarıdan desteğiyle 281 oyla güven oyu aldı.
*8 Yıllık zorunlu eğitim yasa tasarısı bu hükümet tarafından çıkarıldı ve büyük bir eğitim seferberliği başlatıldı.
*21 Ekim 1997 de M.Yılmaz hükümeti 100 ncü gününü doldurduğunda ülkede para ve mal piyasalarında olumlu gelişmeler yaşanmaktaydı. Yalnız bu olumlu ortam, hükümeti dışarıdan destekleyen CHP Lideri Baykal’’ın ortalama olarak ayda bir hükümetten desteğini çekme beyanlarıyla sarsılıyordu. Bu beyanatlarla İMKB bir düşüyor bir yükseliyordu. Hatta bu arada, Baykal’’ın borsa oynadığı esprisi yapılıyordu.
*27 Ekim 1997 günü ’“Kara Pazartesi’” yaşandı. Tayland’’dan başlayan Malezya, Endonezya ve Filipinlere sıçrayan o gün tam bir ’“şok’”tu. Tüm dünyada borsalar çöktü. Ardından başta Japonya ve Güney Kore’’de yaşanan mali kriz, giderek reel sektörleri de içine aldı. Japonya’’da asırlık Banker Yamaichi 24 Milyar dolar borcu altında ezildi ve iflas etti.Saydamlıktan uzak, kayırmacı bankacılığın ve İslami finans kurumlarının egemen olduğu Asya Kaplanları da güvenilirliğini yitirdi. Ardından gelen devalüasyonlar nedeniyle paralarını menkul kıymetlere yatıranlar büyük kayıplara uğradılar. Asya Kaplanları çökmeye başladı.
*16 Ocak 1998’’de Refah Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Erbakan ve arkadaşları siyasi yasaklı oldu.
* Hükümete bizzat girmeyip dışarıdan destekleyen Baykal, baskıyla 18 Mart 1999’’da erken seçim için karar aldırttı. Bir yıl önceden sadece DSP’’yi sandıkta ezmek için seçim kararı aldırılması ekonomik dengeleri çok zorladı.
*Hükümet ’“Mali Milat’” uygulamasını başarıyla gerçekleştirmişti. Türk Ticaret Bankası’’nın özelleştirilmesi ihalesinden son anda çıkartılan Korkmaz Yiğit’’in özel bir televizyon kanalında Başbakan’’ı suçlayan konuşması ile ekonomik istikrar alt üst oldu.
*CHP Genel Başkanı Baykal, Başbakanla görüşmeden, açıklamasını dahi dinlemeden, hükümet aleyhine gensoru verdi. CHP-FP-DYP işbirliği ile 25 Kasım 1998 de 57 nci hükümeti düşürdü.
*16 Ocak 1999’’da ANAP ve DYP nin dışarıdan desteği ile Bülent Ecevit Hükümeti güvenoyu aldı.
*16 Şubat 1999 günü PKK lideri Kenya’’da yakalandı ve Türkiye’’ye getirildi. Apo’’nun yakalanması Ecevit’’e ve partisine büyük prestij kazandırdı.
*18 Nisan 1999 erken genel seçimlerinde DSP, 136 milletvekili ile birinci parti oldu. Baykallı CHP baraj altında kaldı.
*28 Mayıs 1999 da DSP-MHP-ANAP’’tan oluşan 58 nci hükümet kuruldu.
*Ağustos 1999’’un ortasında Türkiye, yüzyılın en ağır doğal felaketiyle karşılaştı. Merkezi Kocaeli olan ve tüm Marmara Bölgesini içine alan 7.4 Richter ölçeğindeki deprem, 15 bin kişinin ölümüne, 30 bin kişinin yaralanmasına ve bölgenin alt yapısının çökmesine yol açtı. 12 Kasım 1999 da ikinci bir deprem felaketi ile bir daha sarsıldı.
Türkiye, işte bu koşullarda 21 nci yüzyıla girdi.
2000 yılından bu güne olanları da başka bir yazıda anlatmaya çalışacağım...