Seçimler bitti. Seçim dönemince Başbakan Erdoğan'a gereken servisler yapıldı. Şimdi ödeme zamanı. Faturalar Başbakan'ın önüne konmaya başlandı…
Hem de 'tehdit' ederek. Bugün bunlardan ikisini ele alacağız..
Birinci Tehdit;
Cemaat bu seçim süresince on binlerce gönüllü elemanıyla, binlerce dershanesiyle, vakıflarıyla, televizyonlarıyla, gazeteleriyle, İslami Finans kuruluşlarıyla ve Sivil Toplum Örgütleriyle AKP'ye çalıştı. Şimdi bu çalışmanın karşılığını da Başbakan Erdoğan'dan istiyor .
Önce, cemaatin sesi olarak bilinen Hüseyin Gülerce Konuştu;
Gülen'in kendisi için konuşanları 'kudurmuş kurtlara' benzettiğini söyledi. Gülerce, AKP'nin başarısında ki en büyük payın cemaatin olduğunu ifade etti ve Başbakan Erdoğan'ı 'Yeni Kabine' ve 'Yüksek Askeri Şura' daki tutumuyla test edeceklerini yazdı.(Test eden mi büyük ve güçlüdür, test edilen mi?)
Yine cemaatin kalemlerinden Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür, Gülerce'yi doğruladı ve cemaatin yurt dışında yaşayan müritlerinin 20 saat-30 saat yolculuk yaparak gelip oy kullandıklarını anlattı.
Bu kişilerin gelişlerinin sebebinin ise 'Demokratikleşmeye ve Sivilleşmeye' destek vermek için olduğunu söyledi!.
Bu iki kişinin yaptığı 'Örtülü Tehdit' üzerine, İhlas Enver Ören'in adamı Ziya Osman Açıkel, TGRT televizyonunda, açıkça 'Bir gazeteciyi, yeni kabine kurulduktan sonra Başbakan'la konuşup içeri attıracağını' söyleme terbiyesizliğini yaptı.(Açık Tehdit)
Cemaatler bu tehdidi, Başbakan Erdoğan'ın gazetecilere seçim öncesi açtığı davaları geri çekerek, Türk toplumundan sempati toplamaya çalıştığı gün yaptılar ve Erdoğan'ın elini zayıflattılar!...
İkinci Tehdit;
BDP destekli olarak Bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle'nin 'kesinleşmiş mahkûmiyet' kararı var. Milletvekili olup olamayacağına, savunmasını inceleyince Yüksek Seçim Kurulu karar verecek.
Ama milletvekili sıfatı kazanmış bu kişilere kanun-nizam-mahkeme işler mi? Hemen tehdide başlıyorlar; 'Eğer Hatip Dicle'nin milletvekilliği onaylanmazsa, bölge karışır, kaos olur, yakarız, yıkarız ve sorumlusu YSK olur' !...
Olacakları peşin peşin söyleyelim;
Hem YSK Hatip Dicle'nin milletvekilliğini onaylayacak, hem de cemaat, gerek yeni Bakanlar Kurulunda, gerek Bakan Yardımcılıklarında gerekse de devlet kadrolarında aslan payını alacak…
Bu tehditlere boyun eğmenin ayıbı, Başbakan Erdoğan ve YSK Hakimlerinin olacaktır.
Baştan beri itirazımız şunadır;
Kimsenin inancına kimse karışmamalıdır. Herkes inancını Allah rızası için istediği gibi yaşamalıdır. Ama illegal dini kuruluşların demokrasi ve özgürlük adına söz söyleme hakları olmamalıdır, neden mi?
Bulunduğu cemaatin kurallarına göre; İşi sadece emir almak olanlar, cemaat önderinin sözünü Allahın sözü kabul edenler,mallarıyla mülkleriyle ve her şeyleriyle cemaate teslim olanlar, şartsız itaat için(Biat) yemin edenler, asla ve asla demokrat olamazlar. Hiçbir cemaatin, tarikatın, gizli dinci örgütün hedefi demokrasi değildir. Nasıl ki kendi ifadesiyle Başbakan için 'Demokrasi bir amaç değil, araç ise' bu cemaatler için de 'Demokrasi ve AKP birer araçtır'. Bunların gitmek istedikleri yer 'İslam Cumhuriyeti' denen İran tipi bir dini yönetimdir. Cemaatlerin ve Başbakan Erdoğan'ın karşılıklı olarak yaptıkları, kendi hedefleri için birbirlerini bilerek kullanmalarıdır. Bu demokrasi dışı alışverişte kaybeden ise maalesef, Türkiye Cumhuriyeti ve onun 'Demokratik,Laik ve Sosyal Devlet' ilkeleridir…
Gelelim ikinci tehdide;
PKK'nın siyasi kanadı olan BDP'ye geçecek olan bu milletvekilleri de asla ve asla demokrat olamazlar. Kimse karşısındakini aptal yerine koymasın. Nasıl ki bir cemaatin elemanları, iradelerini cemiyet önderine şartsız şurtsuz teslim ettilerse, bu bölücüler de tüm iradelerini Öcalan'a ve PKK'ya teslim etmişlerdir. Öcalan ve PKK bunlara, seçildikleri TBMM'ye 'gitmeyeceksiniz' emrini verdiğinde bunlar yerlerinden kıpırdayamaz. Buna, Türk Basınının sevgilisi ve yeni, kart jönü Sırrı Süreyya da dahildir. Öcalan'ın ve PKK'nın emrine uymayan ya derhal infaz edilir, ya da uyar hale getirilir. Buna en son örnek ise
Osman Baydemir efendidir. Kendi iradelerini, 40 bin insanımızın canını almış bir terör örgütüne şartsız teslim etmiş bir adam 'Ben Demokratım ve Özgürlük istiyorum' derse, bu yalana ben güler geçerim.
Göreceksiniz, Başbakan Erdoğan bu tehdide de boyun eğecek ve BDP ile birlikte Anayasa yapma çalışmalarına başlayacaktır.
Kaybeden ise Türkiye'nin 'Üniter Yapısı ve Hukuk Devleti İlkesi' olacaktır…
İstikrar sürsün, cemaatler büyüsün, bölücüler büyüsün. İkiden biri böyle istedi !..