Kader ağlarını örerken…

Kimilerine kavun yediriyor, kimilerine kelek!

Ya da inadına…

Bazı insanların alın yazısı…

Orhan Gencebay'ın o ölümsüz şarkısındaki gibi…

Kuralları yıkıyor!

'Hatıralar, hasret benim…

Ömrüm senin senin olsun…

Dertler benim, çile benim…

Hayat senin, senin olsun…'

Ama, ne yazık ki…

Ne hayat O'nun oldu…

Ne ömrüne doyabildi…

Ne de cenazesini sahiplenen biri çıktı…

Oysa…

30 yıldan fazla zirvede kaldı…

Sahnede sergilediği 'Ateş Dansı' ile dünyayı titretti…

Romanı yazılacak kadındı…

O romanı yazmak kimseye nasip olmadı…

Unutuldu, gitti!

***

Atatürk'ün vefatının birinci yılında…

İstanbul Çubuklu'da dünyaya gözlerini açtı…

Yaşasaydı…

Bugün 81 yaşında olacaktı…

***

Doğuştan sarışın, çok güzel bir bebekti…

Annesi Feriha Hanım, yeşil gözlü bir afet-i devrandı…

Hem tiyatro hem sinema yıldızıydı…

Çok yetenekliydi…

Şarkı söylemeyi, şahane dans etmeyi kızına o öğretti…

Aslında o kız…

Doğuştan şanslıydı ama…

***

Ortaokuldan sonra okumadı…

Pembe dünya O'nu içine çekmeye hazırdı…

Türkiye, 1950'li yılları yaşarken…

Uzun sarı saçlı gösterişli bir genç kız olmuştu…

Beyoğlu'nda yürürken…

Erkekler gözlerini O'dan ayıramıyordu…

***

Henüz 15 yaşındaydı; 'Plaj Güzeli' seçildi…

Teklif üstüne teklif geliyordu…

Dansözlüğe başladı…

Kaçak çalışıyordu; ihbar olunca gece kulübünün kapısına…

Polisler gelmeye başladı…

Sarışın taş bebek, bir yıl sonra kendisini…

Karaca ve Ses Tiyatroları'nın sahnesinde buldu…

O günlerin magazin basını…

Öyle sandığınız gibi pek bi'mutaassıp filan değildi ama ölçülüydü…

O sarışın kızın…

Öyle usturuplu erotik fotoğraflarını kullandılar ki…

İki aya kalmadı…

Türkiye o kızı konuşmaya başladı…

Ertesi yıl, annesiyle bir film setine gitmişti…

O dakikada 'rüya gibi sarışın' kızı kapıverdiler…

Hiç sinema deneyimi yoktu ama…

'Kaybolan Gençlik' filminde Muhterem Nur'la birlikte başrolü kaptı…

Film vizyona girdiğinde…

Daha 16 yaşını yeni tamamlıyordu…

***

Kader / kısmet filan deriz ya, aynen öyle…

Bizim sarışın…

O yıllarda güzellik yarışmalarından sinemaya geçen…

Ayfer Feray ve Leyla Sayar gibi yıldızların rakibi oldu…

1970'lerin başına kadar 30 filmde oynadı…

Artık O küçük kızın adı…

Afişlerde…

Fikret Hakan, Ayhan Işık, Vahi Öz, Fatma Girik ve Ajda Pekkan'la…

Yan yana yazılıyordu…

***

Bu arada asıl mesleği dansözlüğü hiç bırakmadı…

Bir ayağı yurtdışındaydı…

Oryantal dansa meraklı ne kadar memleket varsa…

Mısır, Lübnan, Uzakdoğu ülkeleri hatta Amerika'da…

Şeyhlerin, prenslerin, emirlerin, sultanların, kralların önünde…

Gerdan kırıp, göbek titretti…

***

Tamamen kendi icadı 'Ateş Dansı' adını verdiği…

Bir koreografiyle sergilediği oryantal dans…

O'nu yıllarca 'bir numara' yaptı…

Kıskananlar, şikayet ettiler…

'Müstehcen fotoğraf çektiriyor…' dediler…

Mahkemeye çıktı, tek celsede beraat etti…

Şimdi size tuhaf gelecek ama…

Dansöz kıyafetiyle fotoğrafları gazetelerde boy boy çıkınca yargılandı! Sahnenin önünde onu polisler bekliyordu…

Dikkatleri üstüne çekmeye bayılırdı…

Mesela…

Çıplak vücuduna desenler çizdirdi ve sahneye öyle çıktı…

Yer yerinden oynadı…

***

Takvimler 1980 yılını gösterirken…

San'at ve Siyaset dünyasında inanılmaz bi'olay yaşandı…

Demirel'in kurduğu 'Milliyetçi Cephe Hükümeti' iş başındaydı…

MSP ve MHP…

Adalet Partisi'ni dışarıdan, gönülsüz destekliyordu…

Kültür Bakanı Tevfik Koraltan

Başbakan Demirel'e, '25 yılını doldurmuş sanatçılara onur belgesi verelim' dedi…

Baba, 'Çok iyi olur…' dedi, kabul etti…

Onur belgesi alacakların listesinde…

O sarışın dansöz-film yıldızı da vardı…

Bir dansöze 'şeref belgesi' verileceği haberi…

Kültür Bakanlığı'nda deprem yarattı…

Bakanlık'tan istifa edenler bile oldu…

Milli Selamet Partisi, Başbakan Demirel'e soru önergesi verdi…

Hatta, daha ileri gidip…

'Madalyayı bizzat siz takmak ister misiniz?' diye sordu…

Taaa o günlerden bu günlere…

'Özcan Tekgül gibi kıvırma…' sözü siyasetçiler arasında…

Bir hakaret ve suçlama cümlesi olarak bol bol kullanıldı…

***

Dansözdü…

Sinema oyuncusuydu ama…

Adını hiç dedikodulara karıştırmadı…

Erken yaşta köşesine çekildiğinde…

Babasının emekli maaşından başka bir serveti yoktu!

Hayatını hep tek cümlede özetlerdi:

'Çok güzel günler de yaşadım, çok acıklı günler de!'

***

1986'da dansı bıraktı…

Önce bir restoran işletmek istedi; olmadı şansı yaver gitmedi…

Babasından kalan emekli maaşıyla yaşayacağı…

Son durak olan Antalya Kemer'e gitti…

Burası, 'Son adresim olsun' diyordu…

***

Dört hastaneden raporu olan siroz hastasıydı…

Güzelliklerle acıların hep kardeş olduğunu söyler…

Arkasından şunu eklerdi:

'Ya sahnede dans ederken ya da film setinde ölmek isterim!'

Oysa…

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en ünlü oryantali…

Yeşilçam'ın vamp yıldızı Özcan Tekgül'ün…

Bu dünyaya nasıl veda ettiğini bilseniz gözleriniz dolar…

***

Dokuz yıl önce bugünlerde…

Antalya-Serik yolunda akşam saatleriydi…

Gece geç saatlerde evine giderken…

Son gördüğü…

Karşıdan gelen otomobilin ışıklarıydı…

Acaba, diyorum…

Tam o sırada…

Gençliğindeki sahne ışıklarını mı hatırlamıştı?

Ambulans olay yerine geldiğinde…

70 yaşındaki Özcan Tekgül…

Son nefesini çoktan vermişti…

Kimse tanıyamadı…

Üstünden hüviyet de çıkmamıştı…

Morga yerleştirdiler cenazesini…

15 gün boyunca kimseler gelip, sormadı…

Tam 'Garipler Mezarlığı'na defnedilecekken…

Tesadüfen morga gelen bir genç O'nu tanıdı…

'Bu Özcan Tekgül… Ha'ni ünlü dansöz vardı ya!' deyiverdi…

Gerisini getiremedi…

***

Cenazeye bir hayırsever sahip çıktı…

Birbirini tanımayan beş kişi camide saf tuttu…

O beş kişi…

Bir zamanlar…

Cihan'ı yakan ama…

Şimdi kimsesi olmayan o güzel kadına sahip çıktı…

Özcan Tekgül…

Siyah-beyaz hayatların…

Güzelliği hiç solmayan bir kadınıydı…

***

Bitiriyoruz…

O'nun dansına ve filmlerine yetişenler iyi bilir…

Özcan Tekgül…

Kendi adaletini, kendi mizah duygusuyla arardı…

Kendisine dava açan bir kentin valisine inat…

Dekolte poz vermek için…

Mahkemeden resmi izin isteyen tek yıldız olarak tarihe geçti…

Nurlar içinde yatsın!

Nokta…

Sonsöz: 'Sus gönlüm! Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus… / Hz. Mevlana…'