Gene böyle alıngan mı olurdum
Büyüseydim ben başka odalarda?’¶
Hilmi Yavuz
Filmlerde psikiyatrist odaları nasıl sahnelenir?
Bir divan vardır, başvuran uzanır; psikiyatrist başlar çocukluğundan anlattırmaya… Sanki bugün olanlardan çocukluktaki kapalı kapılar ardındakiler sorumludur.
Şimdiki keyifsizlikler, mutsuzluklar, kaygılar, takıntılar ve uykusuzlukların tek kaynağı çocuklukta olanlardır.
Gerçekten böyle mi?
Yanıt: Hem “evet”, hem de “hayır”…
Evet, çünkü kişiliğimizin gelişiminde anne-babamız, bizi yetiştirenler, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız ve komşularımız rol oynar. Annemizin bize süt verip vermediği, ağladığımızda kucağına alıp almadığı, altımızı zamanında değiştirip değiştirmediği; babamızın bize koruyucu ortam sağlayıp sağlamadığı; ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin bize rehberlik yapıp yapmadığı ya da kuralları sunma biçimi önemlidir. Sevginin ve şefkatin nasıl sunulduğu, bize nasıl dokunulduğu, sınırların ve sınırsızlıkların nasıl öğretildiği ve gösterildiği de… Ancak yaşamda var olmak ve mücadele etmek için donanımız sadece bunlara bağlı değildir. Yani her şey bizim dışımızdakilere bağlı değildir. Ya da bize olanlardan sadece onlar sorumlu değildir.
Hepimizin bir mayası vardır: Doğduğumuz andan itibaren bize ait olan. Buna “huy” ya da “mizaç” diyoruz. İkizleri olanlar daha çabuk kavrayabilir. Kimi bebekler doğdukları andan itibaren yumuşak, sessiz ve “munis”tir. Aynı ortamda, aynı koşullarda neredeyse aynı dakikalarda doğmuş, aynı anne-babaya sahip diğer bebek ise uykusuz, huzursuz ve huysuz olabilir. İşte genetik! Hepimizin bir çekirdeği vardır: beden ve ruh çekirdeği… Büyürken dış etkenler (anne-baba, öğretmen, arkadaşlar vd.) bu çekirdeğin etrafını doldurur, olgunlaştırır.
Bir önceki yazımda “depresyon”dan söz etmiştim. Yaşam olaylarının depresyonu tetikleyebildiğini vurgulamıştım. Aynı yaşam olayına maruz kalan bireylerin aynı tepkiyi vermediklerinden…
Sık kullandığım analojilerden biri: Dolu tabancadır. Yaşam olayları sadece tetik çekicisidir, hastalıkların. Tabanca boşsa sonuç başka, mantar tabanca ise başka, kuru sıkı ise başka olur.
Doktorluk eğitiminde önce sağlıklı bedeni, sonra patolojileri öğrendim. Hastalıkları ve sağaltımlarını öğrenirken de “koruyucu” ve “önleyici” tıp ile bilgi aldım.
Doktor olarak iki türlü hizmet sunarız: hasta gelir ve tanı koyar, tedavi ederiz. Diğeri ise hastalıkların önlemesini sağlamaktır. Birinci basamakta yürütülen aşılama, çevre sağlığı; işyeri hekimleri tarafından yürütülen işçi sağlığı çalışmaları; hastalıklarla ilgili bilgilendirme toplantıları; genetik danışmanlık gibi…
Ruhsal hastalıklar için de aynı durum geçerlidir. Doğal felaketlerde sağlanan ruhsal-sosyal desteklerin düzenlenmesi ve yönetilmesi, çocukların yeterli ve gerekli bakımı, şefkati ve eğitimi alıp almadıklarının takibi, aile şiddetin önlenmesi, aile içi şiddete maruz kalanların koruyup kollanması, kriz ve intihar önleme çalışmaları, çocuk ve gençlerin alkol-madde kullanımını önleme etkinlikleri, ruhsal hastalıklar ile ilgili bilgilendirme toplantıları, ruhsal hastaların damgalanmasını önleme çalışmaları gibi… Amaç: Ruhsal hastalığın ortaya çıkmasını önlemektir. Bize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz: anne-baba olarak, öğretmen olarak, bakıcı olarak, komşu olarak, arkadaş olarak, insan olarak…
Önleyemediğimiz durumlar olacaktır.
“Başka odalarda büyüseydim” de gene takıntılı, alıngan ve keyifsiz olma olasılığım var…
Sağlıcakla kalınız.