Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Özlem Yüzak’ın: “Bangladeş’in BRAC’ı Türkiye Modeli Olabilir Mi?” başlıklı yazısında, insana ve doğaya yönelik durmak bilmeyen şiddeti aktardığı yazı oldukça ilgimi çekti. Bu yazıda, dünyanın en büyük yoksulluk mücadele örgütü olan Bangladeş Kırsal Kalkınma Kurulu’nun (BRAC) kurucusu Sir Fazle Abed’in kalkınmada iki önemli anahtar olarak sunduğu “Laik eğitim ve Güçlü Sivil Toplum Düşüncesi” bence, ülkemiz içinde uygulamaya konulacak bir proje…
Abed, sivil toplum sorununun sadece Türkiye’de değil bütün İslam dünyasının da önemli bir sorunu olarak ifade etmesi, Türkiye’de bu konuda neler yapılması gerektiğinin de bence kıvılcımlarını ateşlemesi gerektiriyor. İlginç bir sözdür:” Demokrasileri cılız, otoriter rejimlerde, eleştiriye tahammülü olmayan liderler sivil toplumu dar alanlara hapserler”. Çok doğrudur bu düşünce, yıllardır sivil toplum örgütlerinde aktif çalışan ve içinde olan birisi olarak aslında dünyada sivil toplum örgütlerinin “devrimler” yaratma becerisine sahip olurlarken, ülkemizde “sen-ben-bizim oğlan” mantığıyla örgütlenen derneklerin neden amaclarına uygun olarak çalışmadıklarını görmek, ve otoriter liderliği benimseyen liderler için de bu tür ortamlar yaratıldığını görmek oldukça üzücü…
Shell Oil şirketinde yönetici olarak çalışıp ayrılıp, ülkesinin bağımsızlık mücadelesine katılan, sonra da kendisini toplum hizmetlerine adayan birisi olan Abey’e göre yoksullukla mücadele de “para yardımı” yaparak “kalkınmak” mümkün değil. “Balık tutmayı öğretmeden bu işi başarmak mümkün değil”.
Sadece yoksulluğun yoğun olduğu bölgelerde değil, ülkelerin bütün bölgelerinde “eğitim ve kamu sağlığı” konusunda çok ciddi çalışmaların yapılması gerekiyor. İlk defa Muhammed Yunus tarafından 1976 yılında yoksulları girişimci yapmak amacıyla Grameen Bankası’nda başlayan “mikro kredi” uygulamaları, istihdam yaratmak ve yeni iş modelleri ile kadınlara ve gençlere ne ölçüde balık tutmayı öğretebildi bilmiyorum ama ülkemizde halen bu sorunun tam ciddiye alınmamış olduğunu görmek şaşırtıcı bir durum. Çünkü ülkemizde istihdam yaratma adına, girişimciliğin desteklenmesi adına atılan bu adımlar ciddiye alınması gereken önemli konu başlıklarıdır.
BRAC Vakfı’nın ele aldığı önemli konulardan bir diğeri de, işsizliğe çözüm bulabilmek için “tarım sektörü”nden yaralanma düşüncesidir. Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik konum nedeniyle “yüksek kaliteli tohum” üreterek çevre ülkelere sadece tohum ve gıda ürünleri ihracatı yaparak “zengin ülkeler” kategorisine girilebileceğine inanıyorum.
BRAC’ın halen aktif olarak uyguladığı projeler kapsamında; çoğunluğu kadın olan 5 milyon insana mikro kredi veriyor; kurduğu 2 bin 300 sağlık merkezinde hizmet veren 97 bin gönüllü sayesinde 30 milyon Bangladeşliye sağlık hizmeti sunuyor; tam ve yarım gün kadrolu 35 bin öğretmenle 70 bin köyde eğitim veriyor; vakfın kurduğu Brac Üniversitesi’nde 2 bin öğrenci okuyor.
Böyle olunca da şöyle bir düşünüyorsun. Aklın yolu bir diyorsun; aslında ne yapılacağını hepimiz biliyoruz. İnatla bilmek istemediğimiz konuları göz ardı ederek, görmemezliğe gelerek bir adım dahi ilerlememiz mümkün olamayacaktır. Bazı “radikal” kararları almadan çözümlere ulaşmak mümkün değildir. Burada mesele “sen yaptın, ben yaptım” da değildir. Her sektörün kendine uygun bir modeli vardır. Bu SRC olabilir ya da MNF olabilir hiç de fark etmez. Önemli olan olaylara yukarıdan ve daha objektif olarak bakabilme becerisidir.
Bazen çok küçük bir sorunu bile göremiyoruz, çünkü bakmak ve görmek arasındaki küçük nüansı kaçırıyoruz. Okuduklarımızı, uygulamaya geçiremiyoruz. Yanlış yöntemler kullanarak doğruyu bulmaya çalışıyoruz. Yanlış insanların sözlerini dinlemeye çalışıyoruz ve işin ilginç tarafı yaptıklarımızın da doğru olduğunu zannediyoruz.
Akbank’ın yeni reklamını gördünüz mü? İlk defa duyduğumda bir ürperdim. “Yürüyelim Arkadaşlar” diyor. Evet mesele yürümekte, adım atmakta… El sıkışmakta, dostluk kurmakta,” Kazan-kazan” mantığının yaşatılmadığı bir iş yerinde ya da kurumlarda artık kazanmak mümkün değil. Bütün işletmeler, bütün kurumlar kendilerini iyi değerlendirmek zorunda. Kendi SWOT analizlerini (güçlü, zayıf yönlerini ve tehdit ve fırsatlarını) iyi görmeleri gerekir. Stratejik düşünmediğiniz, bunu işletme politikalarımız ile içselleştirmediğiniz her adımda başarısız olmaya mahkumuz.
Çok hırslı, çok kararlı bir insan değilim, ama çevremi göremeyecek kadar da “kör” olduğumu zannetmiyorum. Dünyada neler olup bittiğinin farkındayım; insan kaynaklarımı, temel işletme/kurum kaynaklarımı biliyorum. Hangi adımı atarsam yükseleceğimi, hangi adımı atarsam düşeceğimi “ön görümleyebiliyorum”. Gelecek beş yıl içinde kendimi nerede gördüğümü söyleyebiliyorum. Ülkemin temel sorunlarına aşinayım ve duyduklarımı analiz edebiliyor ve uygulamaya geçebiliyorum.
Bana verilen eğitimin ciddiyetine inanarak sorunlara çözüm bulabileceğimi biliyorum. Hani denir ya, eee o zaman ne eksik. Yağ var, şeker var, sıra da sadece bunu “karmak” kalıyor. YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR ifadesi bu açıdan benim için bir “challange-“ yani kendimle bir mücadele; bu mücadeleyi her bir kimse kendisi yapmak zorunda. Geliştirmeye açık yönlerimiz bunlar çünkü; iyi bir yönetici olmak mı istiyorsunuz; iyi bir girişimci mi; iyi bir sanayici mi? Bunların hepsi belli, yeter ki siz “iyi olmak” isteyin.
Ben de “iyi bir ülkede” yaşamak istiyorum. Ben “laik ve demokratik bir ülkede” yaşamak istiyorum. Ben “komşularımla kavga etmediğim” bir ülkede yaşamak istiyorum. Ben “ülkemin yöneticileri” ile aynı inanç ile çalışmak, yorulmak istiyorum. Ama nerde, halen bir adım ileri, iki adım geri gitmeye devam ediyoruz. Ne acı değil mi? Olsun yine de YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR….