Balyoz operasyonunun geldiği noktada anladık ki, bu ne olduğu belirsiz davanın ana hedefi Türk Silahlı Kuvvetlerine indirilecek son darbe imiş’…’¶

Dünyanın hiçbir yerinde, ülke içinde ayaklanmış dış destekli bir etnik-bölücü gruba karşı, savaş boyutunda mücadele veren, kahramanca çarpışan bir orduya, yok etme planı uygulanmaz. Bu planın uygulayıcıları, inanılmaz bir pervasızlık içinde yapıyorlar bu işi’…
İş öyle bir noktaya geldi ki, hiçbir kaçma, delil karartma imkanları olmayan görev başındaki komutanları içeri tıkıyorlar ve dalga geçer gibi 5 ay sonrasına mahkeme günü veriyorlar. Yani ’“sizi, kafadan 7-8 ay hapiste tutacağız’” diyorlar. BU, dünyada bir tek Guantanamo hapishanesinde uygulanmış bir yöntemdir.
Olayın hemen arkasından, Tansu Çiller’’in siyasete soktuğu, ’“Türkleri sevmediğini’” söyleyen, AKP’’nin öndeki isimlerinden ve Kürtçü kanadından Hüseyin Çelik bile tepki koyuyor ve ’“5 ay önceden tutuklamaya ne gerek var’” diye soruyor.
İşte bu nokta çok önemli. Bu tepki bir şeylerin ters gittiğinin göstergesi; bazı şeylerin kontrolden çıktığının kanıtı’…
Daha evvelki yazılarımda sıkça bahsetmiştim. Emperyalist dünya düzenine karşı ABD, 2.Dünya Savaşından sonra kendi özgün modelini yaratmıştır.
Bu modelin ana özelliği, dünyada mümkün olduğunca çok, küçük, güçsüz ve sözde bağımsız devlet yaratmak, sonra da bu devletçikleri bir biçimde piyon haline getirerek yönetmektir. Yani ABD, ’“Genel Vali’” modeli yerine, satın alınmış yerel yönetici veya aptal kendini ressam zanneden yöneticiler modelini uygulamaktadır.
Türkiye, ABD’’nin bu bölgedeki çıkarlarına uygun olmayacak kadar büyük ve güçlü bir ülkedir.
Öte yandan, Avrupa Birliği de, bu bölgede küçük ve yönlendirilebilir devletleri tercih etmektedir. Kısaca Türkiye bölünmeli, klasik Ortadoğu devletlerinden biri olmalıdır. Eğer bu yapılamazsa, ikinci plan, Türkiye’’yi önemli ve büyük sorunlarla boğuşturup, zayıf ve güçsüz bırakmaktır.
Ne acıdır ki, bu taktiklerin hiçbiri yeni değildir. Dün Can Ataklı ’“Vaka-i Hayriye bitti, sıra Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’’de’” başlıklı bir yazı yazmış. O yeni ordunun kuruluş safhasında, yani ülke neredeyse ordusuz iken, Osmanlı Devleti bir yandan Rum isyanları ile uğraşıyor, öte yandan donanma Navarin’’de baskına uğruyor,Tuna deltası ve Kafkasya tamamen Rusya’’ya kaptırılıyor, Cezayir’’i Fransa işgal ediyor, Mısır’’dan da Mehmet Ali Paşa Osmanlı’’ya saldırıyordu.
Kısacası, batılısı-doğulusu Osmanlı Ordusundaki bu zafiyeti fevkalade güzel kullanıyor, her önüne gelen, bir parçamızı koparıyordu.
Sonunda iş, Sevr’’e kadar vardı. Anadolu’’nun ortasında küçücük bir toprak parçasını yeterli gördüler Türk Milletine’…
İşte ’“Mavi Gözlü Dev’” bu milletin kaderini arada değiştirdi. Bugün, cemaatin gazetesinde, ’“Sevr bir barış projesidir’” diye yazan Sevr’’i parçalayıp attı.
Ama Cumhuriyet kurulduktan sonra da batının ve onların işbirlikçilerinin çabaları devam etti. İngilizler tam Musul gündeme geldiğinde, Şeyh Sait isyanını çıkarttılar. Bunun belgelerini, 50 yıl sonra, 1975 te açıkladılar. Fransızlar ise Hatay sorununu çıkmaza sokmak için, Dersim isyanını planladılar.
Sonra 2.Dünya Savaşı ve Avrupa’’nın yeniden yapılandırılması’… Bu dönemde Türkiye üzerine oynanan oyunlar, Kıbrıs meselesiyle, Suriye sorunuyla başlatılan oyunlar, 1970’’lerde daha da farklılaştı.
Önce ülkeyi sağ-sol diye böldüler, Alevi-Sünni meselesini kaşıdılar. Tam ülke bir iç savaşa gidiyordu ki, Pakistan’’da Ziya-ül Hak’’ın seçimleri kazanması, İran’’da Humeyni devrimi, ABD’’nin bölgedeki tek kalesi konumunda kalan Türkiye’’yi sağlama alma gereğini ortaya çıkardı ve ABD, Kenan Evren’’i kullanarak 12 Eylül darbesini gerçekleştirdi.
12 Eylül öncesi sağ-sol kavgaları bir gecede bitiverdi. Halbuki ülke genelindeki çatışmalar öyle bir boyuta varmıştı ki, ne sola ne de sağa liderleri hakim olabiliyordu. Bu hareketler tamamen dışarıdan beslendikleri için kontrolden çıkmışlardı. Aynen bugün dışarıdan beslenen cemaat ve tarikatların kontrolden çıkması gibi’…
Bugün Türkiye’’nin vardığı nokta çok vahimdir. Kontrol AKP’’den çıkmıştır.
Başbakan, özellikle son üç yıldır inanılmaz ’“abuk’” bir dış politika uygulamaya mecbur bırakılmıştır.
Dışarıdan beslenen cemaat ve tarikatlar artık AKP’’nin kontrolünde değil, AKP onların kontrolündedir.
Ve ülke, tıpkı 1918’’deki gibi uçurumun kenarına gelmiştir’…