Pazar günleri benim için özeldir. Kahvaltımı yaparken bir yandan da gazetemi okurum. Yaşamın koşuşturması içinde, her ne kadar gazete okumayı alışkanlık haline getirsem de, vaktimi tam olarak gazete okumaya yıramıyorum. Bu nedenledir ki, bazen gazetelerin köşe yazılarını keserek hafta sonları okurum. Bazen de okuyucumlarımla bu yazıları paylaşırım. Bu hafta da Haber Türk yazarlarından Soli Özel'in Kadir Has Üniversitesi'nin beşincisini yayınladığı 'Türkiye Siyasal-Sosyal Eğilimler Araştırması' hakkında yazdıkları dikkatimi çekti. 2015 yılına yönelik çıkan rapordaki bazı bulgular beni düşündürdü.

Örneğin; 'terör' konusu, 2014'de yüzde 13.9'dan bu yıl 39.3'le liste başına geçmiş. 'İşsizlik' ise ikinci sırada 16.3 ile yerini almış. Geçinemiyorum diyenlerin oranı artmış, ekonomik olarak kötü durumdayım diyenler yüzde 53.2'yi bulmuş. Bu arada Türkiye'de 'demokrasinin' daha ileri gittiğine inanların oranında da ciddi bir artış olmuş.

Barış süreci döneminde bile bu kadar yüksek olmayan 'bölünme korkusu' oranı bu sene olağanın çok daha üstüne çıkmış yani yüzde 54.2'ye ulaşmış. Türk kökenli denekler bile geçen yıl yüzde 51.4 oranıyla Kürtler bağımsız devlet istiyor demişlerken, bu yıl bu oran da 34.6'ya düşmüş. Geleceğe yönelik kaygı verici unsur 'IŞID'I terör örgütü' olarak görenlerin oranının 2014'de yüzde 93.2'den 86.4'e, tehdit olarak değerlendirenlerinse yüzde 82.3'ten 78'e düştüğü tespit edilmiş.

Dış politikada 'gerçekçilik' prim yapmaya başlamış. Rusya büyük bir sıçramayla yüzde 28.2'den 64.7'ye geçmiş. Böylece en büyük tehdidin geldiği ülke sıralamasında başa geçmiş. Müzmin şampiyon İsrail ikinci sıraya düşmüş. 59.5 ile ile…Her ne kadar Türk toplumu dış politikada 'yalnız kurt' gibi hareket etmeyi seviyorsa da buna yönelik istek 34.4'ten 29.7'ye düşmüş. Tıpkı Müslüman ülkeler ve Ortadoğu ülkeleriyle birlikte hareket edelim arzusunun azaldığı gibi. Ve son olarak 'Suriyeli göçmenlerin' varlığından memnun olanların oranı yüzde 15, olmayanların 60.9 olduğu bir ülkede yaşıyor olduğumuz gerçeğini bu rakamlar ile net bir şekilde ortada…

Sonuç şu yada bu, ülke bizim ve bu ülkede yaşamaya bu şartlar içinde devam etmek zorundayız. Memnun olma yada olmama 'lüksümüz' ne yazık ki yok.. Yazılanlar ve söylenenleri bir yana bırakırsak, en son seçimlerden sonra pek çok kimsenin umudu mu kırıldı, yoksa heyecanı mı azaldı bilmiyorum, bir başı boşluk aldı başını gidiyor gibime geliyor. Siz ne dersiniz?

Beni ilgilendiren şu günlerde iki önemli haber vardı. Bunlardan birincisi 'CHP kurultayı', diğeri ise bir akademisyen olmam nedeniyle basında çıkan üzücü yorumlar, yazılan yazılar. Ne tarafa bakacağımı bilemedim. İnandığım tüm düşünceler yeniden yerle bir oldu. Bu düşüncelerin başında ise 'demokrasi' kavramı geliyordu. Neydi 'demokrasi?'

Tüm vatandaşların ve üyelerin, organizasyonlar yada devlet politikalarını şekillendirmede eşit haklara sahip olduğu bir yönetim biçimiyse ve demokrasinin araçları arasında; parlamento, siyasi partiler, anayasa ve sivil toplum örgütleri var ise, soruyorum bu kurumlar ne kadar 'bağımsız' ki, 'demokrasi'den söz etmemiz mümkün olabilsin?

Bir partinin genel başkanı kaçıncı kez partisini bana kalırsa 'yenilgiye' uğratıyor, ama aynı aşk ve iştahla yeniden aday oluyor. Karşısına bir kişi bile çıkamıyor. Çıkmamaları için nasıl bir mantık sunuyorsunuz? Pehlivanlar 'er meydanında' yenilirmiş. Keşke aday olanlar, bu meydana çıksalardı da: 'yenildik ama yine de dim dik istediğimizi söyledik' diyebilseydiler !.. Kaybeden aslında 'halk' oldu, seçmenler oldu, bunu anlayan yok bile…

Ben bir akademisyenim, bilimin ışığında, özgürce duygularımı söylemeliyim ki, 'sorgulayan bir nesil yetiştireyim'. Eğer ki, günün 'erk'i: 'bu gücü' benim elimden alırsa, neyimiz kalır ki? Bırakınız herkes birbirini eleştirsin. Daha iyi yapabilmek için bu tarz bir anlayışa sahip olalım.

Geçtiğimiz günlerde, oğlum Cem ile birlikte TRT KENT Radyo 99.1'de program yapmaya başladık. 'Anne-oğul' olarak yapmaya başladığımız bu programın özel bir nedeni vardı. Bir ebeveyn olarak yaptığım hataları 'dinleyenler' ile paylaşmak istemiştim. Bir anne-baba okuluna gidemediğim için, ne yazık ki oğlumu büyütürken çok yanlışlıklar yapmıştım. Bunu dinleyenlere anlatırsam, kimbilir belki de hata yapmadan onların düşünmesini sağlayabilirim demiştim. Bu düşüncelerle oğlum ile konuşurken, birden onun söylediği bir söz üzerine, durup: 'senden özür diliyorum' demiştim.

Eve dönerken beni telefonla arayanlar: 'helal olsun sana, nasıl oldu da, herkesin önünde oğlundan özür diledin' demişti. Budur aslında 'erdemli olmaya çalışma tutkusu'. Ancak bir şeylerden özür dilediğimizde, yaptığımız hatalardan ders aldığımızda, bir daha yapmamaya çalıştığımızda hayata farklı bakmayı öğreneceğiz. Yada öğreteceğiz.

Yine hata yapıyoruz, yine aynı tarihsel perspektiften bakmaya devam ediyoruz. Aynı kişileri seçerek 'demokrasi' olmaz. Söylediğim sözlerden dolayı 'suçlanarak' ve 'cezalandırılarak' yada 'korkutularak', 'DEMOKRASi' olmaz. Buna ne mi denir? 2025 yılından ümitli olmamak demektir. Ben ki, 2025 hedeflerimi çoktan koydum. Hatta diyebilirim ki, 2050 hedeflerim bile var. Görmesem bile, inanan kalbim var. Bunu paylaşacağım kişiler var.

17-18 Şubat 'İktisat Kongresi'nin kutlandığı çok özel bir gün. İzmir'de bulunan bütün üniversitelerden seçilmiş bazı öğrenciler ile bugün buluştum. Tek söylediğim söz şu oldu: 'İktisat Kongresi'nin Ruhunu Yaşatmak' gerekiyor dedim onlara. Bu 'ruh' yaşatılmalı. Aynı 'demokrasi ruhu' gibi. Bunun için o güne gitmek gerek. Neden başladılar, neleri amaçladılar? Neredeyiz şimdi? Nerede hata yaptık? Neleri düzeltebilirsek ileri gidebiliriz? Var mı gelecek? Evet var… Nerede? 2025'de önce.. Ya sonra 2050.. Sanayisi, ticareti, sivil toplum örgütü, sendikası, tarım politikaları ile geçmişi ortaya çıkaracağız. Nerden nereye geldik, ve unuttuklarımızı hatırlamak lazım. İşte bu 'ruh' ile başlanırsa, sorgulanırsa, 'demokrasi' yeniden ortaya çıkacaktır. Halka demokrasinin ne anlama geldiğini öğretmekte, ne yazık ki bizlere düşünüyor. Biraz 'acı' da olsa gerçek bu..