Nedim ATİLLA
Karaburun’dan rüzgârlı öyküler
16 Aralık 2023 Cumartesi

Mübadele döneminde Karaburun’dan göç etmek zorunda bırakılan Rumlardan yadigâr kalmıştı Kopanisti peyniri.

Hamza daha çocuk yaşta babasından öğrendi peynirin yapımını. O günden bu yana da hemen her sene yapıp yapıp sattı. Kendisi için de ayırdı hep bir iki sepet.

Emek istiyordu Kopanisti. Diğer peynirlerden daha da fazla emek ve katkısız keçi sütü lazımdı yapmak için. Peynir altı suyundan alınan lor yazın temmuz-ağustos sıcağında mayalandıktan sonra içi sırlı çömleklerde en az bir ay boyunca her gün karıştırılıyor, yoğruluyordu.

Bir ay kadar sonra keskin bir koku ile lor çatladığında tuz eklemek gerekiyor ve bir on gün kadar da bu halde yoğruluyordu. Sonra sepetlere basılıyor ve üzerine zeytin yağı dökülüyordu.

İris Gölü’nün kıyısında yetişen “kuva” ya da “kındıra” denilen diken gibi ince, uzun otlarından yapılıyordu bu sepetler. Sepeti örmesi de ayrı bir incelik ve emek istiyordu.

Kucak kucak söktü kökünden kuvaları Hamza. Patpatının küçük vagonuna doldurdu ve her yanından bağladı, rüzgâr uçurmasın diye.

İlk Aşk, İlk Ayrılık...

Dönmeden önce yolu epeyce uzatma pahasına terk edilmiş Sazak köyüne uğradı. Sazak da Kopanisti peyniri gibi Rumların yadigarıydı Karaburunlulara. Her taşına hüzün sinmiş sihirli bir yerdi Sazak, Hamza için. Çocukluğunun, ilk gençliğinin gizleri vardı şimdi etleri dökülmüş, çırılçıplak soyulmuş bir iskelet halini alan bu bahtsız, “hayalet köy”de. O, bu köyde ilk aşkı ve ayrılığı tatmıştı...

Tıpkı bugünkü gibi bir kış günü, güneş Sakız Adası’na doğru denizi kızıla boyayarak batarken görünmüştü o “hayal” gözüne. Bir taş evin duvarı üzerinden denize dalıp gitmişti “hayal”. Keçilerin çıngıraklarına dönmüş ve Hamza’ya deniz mavisi gözleriyle uzun uzun bakmıştı.

İris Gölü’nün kıyısında yetişen “kuva” ya da “kındıra” denilen diken gibi ince, uzun otlarından yapılıyordu bu sepetler. Sepeti örmesi de ayrı bir incelik ve emek istiyordu.

Kucak kucak söktü kökünden kuvaları Hamza. Patpatının küçük vagonuna doldurdu ve her yanından bağladı, rüzgâr uçurmasın diye.

İlk Aşk, İlk Ayrılık...

Dönmeden önce yolu epeyce uzatma pahasına terk edilmiş Sazak köyüne uğradı. Sazak da Kopanisti peyniri gibi Rumların yadigarıydı Karaburunlulara. Her taşına hüzün sinmiş sihirli bir yerdi Sazak, Hamza için. Çocukluğunun, ilk gençliğinin gizleri vardı şimdi etleri dökülmüş, çırılçıplak soyulmuş bir iskelet halini alan bu bahtsız, “hayalet köy”de. O, bu köyde ilk aşkı ve ayrılığı tatmıştı...

Tıpkı bugünkü gibi bir kış günü, güneş Sakız Adası’na doğru denizi kızıla boyayarak batarken görünmüştü o “hayal” gözüne. Bir taş evin duvarı üzerinden denize dalıp gitmişti “hayal”. Keçilerin çıngıraklarına dönmüş ve Hamza’ya deniz mavisi gözleriyle uzun uzun bakmıştı.

Hamza neredeyse tüm yaşamı boyunca o deniz mavisi gülen bakışları hiç unutmadı. Binyıl boyunca o bakışlara dalıp gitmeyi, o bakışlarda kaybolmayı istedi hep. Oysa “hayal” duvardan inip Badembükü’ne doğru kızıl saçlarını tel tel rüzgârda savurarak, yokuş aşağı adeta uçarcasına inip kaybolmuştu.

Hamza adını “hayal” koyduğu bu güzel kızı bir daha hiç görmedi. Ama, gençliğinin yüreğini ilk kez bu kadar sıkıp bırakan, boğazına kadar getirip içine taş gibi oturtan bu tuhaf duygu ile tanıştığı anı da hiç unutmadı. Karısıyla evlenmeden önce gelip içini yokladı aynı duygu. Uzun belikli, kara saçlı, ürkek çekik gözlü Yörük güzeline deli divane olduğu günlerde aklından çıkıp gitti o “hayal”.

Evlendikten, çoluk çocuğa karıştıktan yıllar sonra yine geldi yüreğinin başına çöreklendi. Sanki daha dün oradaymış da hiç gitmemiş gibi...

Yaşadığını Hissetmek!

Şimdilerde, yaşı yetmişi geçmişken o “hayal”e çok ihtiyacı olduğunu hissediyordu Hamza. O Hayal’in yine içini yakmasını, soluğunu tıkamasını, geceleri kendisini uykusuz bırakmasını özlüyordu. Yaşadığını hissetmek istiyordu Hamza. Ömrünün son demine gelmişken içini kor düşmüşçesine yakan bir Hayal’i olsun istiyordu.

Günü, Sakız’ın tepelerinde batırdı. Ege anbean karardı ve güneş kızıl saçlı bir “hayal” olup Sakız Adası’nın dağlarına doğru yavaş yavaş yürüdü gitti. Hayal’in saçlarının son kızıl teli dağların ardında kaybolana kadar yerinden ayrılmadı Hamza.

Dönüşte, kuzinesine irice odunlar atıp harladı. Yan taraftaki kilerde, tavana asılı kavunlardan bir tanesini kesti. Bal gibiydi kavun!..

Sobanın yanına İris Gölü’nden topladığı kuvalardan bir kucak getirip bıraktı. Yere, bin yamalı minderin üzerine oturdu. İnce belli çay bardağındaki rakıyı bir dikişte içti nefessiz. Yanına çıkardığı keskin kokulu Kopanisti peynirinden parmaklarıyla küçük bir parça alıp ağzına attı.

Küçük küçük yenirdi Kopanisti. Tadı da kokusu da çok keskindi. Alışık olmayanlar için yemesi zor olsa da yanına kavunu yoldaş ettiniz miydi tadına doyum olmazdı.

Dışarıda, damın yanı başında tek düze dönüp duran RES direğinin sesini duymamak için radyonun düğmesine dokundu. İçeriye odun çıtırtıları eşliğinde bir bozlak doldu. Sazak köyündeki “hayal”e aldı götürdü bozlak onu yeniden. Elleri alışkın alışkın sepet örüyor, hiç durmayan rüzgâr damın kapısını yokluyor ve o radyodan yükselen türküye eşlik ediyordu.

“Bilmem hayal gibi bilmem düş gibi/ Geldi geçti buralardan kış gibi/ Şahin pençesine düşmüş kuş gibi/ Tuttu birer birer yoldu dert beni”

***

Kopanisti peyniri

İris Gölü’nün kuvaları, kındıraları…

Hayalet köy Sazak’taki hayal…

Karşıdaki Sakız Adası…

Duyulunca sinirlerin bozulduğu RES direklerinin sesi.

Özer Akdemir’in Sakin Kitap’tan çıkan “Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa…Karaburun Öyküleri” adlı kitabını büyük keyifle okudum. Karaburun şu İzmir’in ev sevdiğim yerlerinden biridir. Hele Yeni Liman’dan ötesine bayılırım.

Karaburunluların “itirazcı” kimliklerini çok severim…. Sanırım rüzgarlı Mimas’tan gelir bu itiraz kültürü… Ama Karaburun’un geleceği için, bölgenin keçileri ve zeytin ağaçları için hayli karamsarız… Yazar da bu duygulara tercüman olmuş.

Kitabevinin yayın yönetmeni Çağrı Öner, kitabın editörü Fatma Bengü Akyürek, kapak ve iç sayfa tasarımını Dilek Şişli yapmış. Kapak fotoğrafı da yazara ait: Özer Akdemir…

Bütün Karaburun dostları adına teşekkürler…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Hilmiye 18 Aralık 2023 Pazartesi 15:14

Batı köyleri de doğdum izmir de okudum yazıyı okudum çok doğru bu yazılanları o yörede oturanlar bilir . Batının en batisi bu köylere Badembuku,küçükbahce,salman hiç yatırım yapılmaması dikkat çekici batının en batisi hiç hizmet yok doğuda çalıştım ben oraları daha çok hizmet almış ayrıca arazin var evini yapamıyorsun bunlar yanlış kısacası herşey yanlis

Yorumu oyla      1      1  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türkiye'nin İslam’la sınavı
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve bugün Türkiye (1)
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Kamu yararı Çeşme Projesi’nin neresinde?
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
12 Eylül ve yeni Anayasa
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
İlk '4' madde neden rahatsız ediyor?
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Atatürk’ün Toprak Kanunu ya da feodalizmin tasfiyesi uğraşısı
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
Siber ve milli!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Germir bağları
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Müzik ve mandolin
Ayda ÖZEREN
Ayda ÖZEREN
 Narin (İnce) Habercilik ve Medya Etiği
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva