Gönül Soyoğul
Benim cemaatim…
23 Şubat 2012 Perşembe

Hepimiz içinde, içi sağaltmaya, daralınca genişletmeye çalışan, kendi bildiğince işleyen ‘benden içeri’ bir ben var kanımca…
Hayallere dalıp gitme, çocukluğumuzun serin kuytularına sığınma anı gibi mesela…
Top oynamaktan yanaklarının kırmızıya çalındığı,
Bayram arifesinde, başucunda yeni bir çift iskarpinle gülümseyerek uykuya daldığın,
Okuma-yazmayı söktüğünde kapkara önlüğün üzerine çatal iğne ile iliştirilen kırmızı kurdeleyi, göğsünü şişirerek/gerinerek taşıdığın, mahallelinin gözüne sokmaya çalıştığın gün,
Nacar markalı ilk saatini koluna taktığın,
Hayal bile edemeyeceğin mandolini, sana armağan edilmek üzere dayının elinde gördüğün an gibi…
 
Türkiye’den sıkılanların İzmir’e kaçtığı söylenir ya…
İzmir’de yaşayan ben, kaçacak başka bir yer bilmediğimden belki, çocukluğumun yaz aylarına doğru rücû ederim zaman zaman.
Nazilli’nin o yapış yapış nemini, hortumla yıkanmış o taş avlunun sıcaklığını/serinliğini çekerim içime.
Kuyuda soğutulmuş kan kırmızı karpuzun yanaklarımdan süzülen suyunu içerim tatlı tatlı.
Halamın ‘hışırım’ diye seven nasırlı ellerinin yumuşaklığını hala yanaklarımda/saçlarımda hisseder, Ayşe Ablamın, Gürsan Ablamın, Ahmet ve İhsan Ağabeylerin gürültülü sohbetlerini, yaz gecelerinin sessizliğinde ağustos böceklerinin senfonisine karışan kahkahalarını duyarım kulaklarımda.
Tatil anılarımın sıcak sığınağında gezinir, çocukluğumun tasasız/kaygısız günlerinde kaybolurum saatlerce…
O merhemin nasıl iyi geldiğini, beni şimdinin güçlüklerine/hoyratlıklarına/zalimliklerine karşı yeniden nasıl dirilttiğini iyi bilirim her defasında…
İçimdeki şifacının, kendiliğinden yıllar öncesine uzanmasını, beni kendime getirecek gücü derleyip toplamaya çıkışını, dingin bir iç huzuruyla izlerim…
Beni, her defasında ona; onun güvenli yolculuğuna bırakırım…
 
Yaklaşık bir-birbuçuk ay önce, Ahmet Abi’min önderlik ettiği bir buluşmada, ortak duygular içinde harmanlandık maaile.
90 yaşına basan babamla, 86 yaşına basan halamın doğum günlerini kutladık Karşıyaka’daki hala evinde.
Ahmet ve İhsan Abi’mler, Gürsan ve Ayşe Ablamlar, eşleri, çocukları, çocuklarının eşleri, onların çocuklarıyla kocaman bir kalabalıktık o gece.
Bütün sıkıntılarına/yorgunluklarına/hastalıklarına rağmen… Hayata hep bir çocuk gibi şaşarak/sevinçle bakabilen, ağlamak kadar ağız dolusu kahkahalar da atabilen, gönülleri biz gençlerden de genç iki yaşlının, o gece çocuk kahkahalarıyla, mutluluk gözyaşlarıyla pastalarının mumunu söndürüşünü izledik.
Onlar, onlara yaptığımız bu kutlamanın keyfini çıkarırken ve bunun için hepimize teşekkür ederken; bilmiyorlardı ki biz, onların yaşam sevincinin bize de geçişini hissediyorduk.
Bir asra doğru yaklaşan ömürlerinde ilk kez böylesi bir kalabalıkla/pastalarla/armağanlarla kutladıkları bir yaş gününün, aslında her birimizin kendimize verdiğimiz gizli hediyeler olduğunu...
Gençken hafiften burun kıvırdığımız aile ortamlarının, aslında ne kadar önemli/güzel/sihirli olduğunun itirafını, gizliden yaşadığımızı bilmiyorlardı.
O gece o evde kurulan kalabalık sofrada tandır etleriyle, bademli pilavlarla, binbir çeşit zeytinyağlı/otlarla tıka basa doyanın karınlarımız değil, ruhlarımızın olduğunu da elbet…
*
O gecenin anısını ölümsüzleştiren fotoğrafları, dün akşam mailime gönderen Ayşe Ablamın güzel kızı Ahu, ‘bizim gençlerin doğum günü’ diye not düşmüş yanlarına.
Gülümseyerek, dakikalarca üzerinden geçtiğim o resimlere bakarken, içimden sürekli ‘işte benim cemaatim’ diye mırıldandığı fark edince…
Kendi cemaatlerimizi kaybettiğimizde sarınılan o sahte cemaatlerin varlık nedenlerinin altında yatanın belki de bu eksiklik olduğunu…
Cemaat-iktidar kavgaları/tartışmalarının kıyıcılığından, ruhumuzu/benliğimizi koruyacak belki de yegane duygunun, kendi cemaatlerimize/iktidarımıza…
Yani ailelerimize/dostlarımıza daha sıkı sıkıya sarılmaktan geçtiğini düşündüm…
Ve oturdum yazdım.
“En iyi anne/anneanne/babaanne/hala’ ve ‘en iyi baba/dede/dayı’ Oscarlarına sıkı sıkı sarılmış, olanca güzellikleriyle gülen halamla babamın, onları aynı gülüşle izleyen annemin fotoğraflarını…
Bu özel günümüzün özel anını sizlere yazıyorsam eğer…
Kendi cemaatlerinize daha sıkı sarılmayı, onlarla daha uzun/daha candan zamanlar geçirmeyi ihmal etmenin, aslında ‘kendi mutluluğunuzu ıskalamak, yaşamı eksiltmek’ demeye geldiğini yaşayarak anlamış biri olarak sizlerle paylaşmak için…
Hiçbir cemaat, içinizdeki boşluğu, ‘kendi cemaatiniz gibi dolduramaz’ demek için…
Ve hiçbir zaman, ‘bunun için artık çok geç’ dememeniz için…
Sadece bunlar için…   

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Gönlüm hep seni arıyor neredesin?
Ayda ÖZEREN
Ayda ÖZEREN
Kirpi ikilemi – Hayır deme sanatı
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
İzmirli giderek kendini daha kötü hissediyor
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Netameli meseleler 7
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Bir portre: Sadullah Usumi
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Tire pazarında…
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
İsrailli çocuklara mektuplar (2) Barış sizin elinizde çocuklar!
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Nasıl toprak reformu yapılmalı?
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Yaşamak...
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
19’undaki genç, dedesi yaşındaki adama nasıl yumruk atar?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva