Bazen yaşanan gelişmeler karşısında öylesine şaşkınlığa düşer ve nutkumuz tutulur ki, ne bir şey söyleyebilir ne de bir yorum yapabiliriz. İşte şu sıralar o durumdayız sanırım. Geçtiğimiz yaz aylarından beri, tam 1 yıldır özellikle. 11 yılın üzerine eklenen bu son yıl, hepsinin tuzu biberi oldu. Gezi olaylarındaki hükümetin tavrı 'ülkenin çivisi çıktı' dedirtti bizlere. Yitirdiğimiz ve ardından gözyaşı döktüğümüz gençlerimizi kaybedeli tam bir yıl oldu. Yaralananlar, biber gazından hasta olup mağdur olan hatta hayatını kaybedenlerin sayısını bilmiyoruz bile. Birer birer acılar tazelendi bu ay başından beri.
Yüreği kan ağlayan analar ağıt yakıyorlar içlerinde. Evlatlarını kaybeden acılı analar birbirlerinin yüreğindeki yangını söndürmek istercesine yan yana duruyorlar. Oğlunun ölüm yıldönümünde içi yanan anayı diğer acılı ana ayakta tutmaya çalışıyor. Biliyorlar ki, onların kendilerinden başka kimsesi yok! Ethemler, Mehmetler, Berkinler...Onlar yok artık. 'Onlar gitti, ama başka kayıplar olmasın' diye haykırıyor analar. Sesleri gitmiyor ki birilerinin kulağına. Çünkü yine şiddet kol geziyor. Acılarına acı katacak sözler duyuyorlar üstelik, bir devlet büyüğünden! Olayların en alevlendiği zamanlarda baştakinin hiddeti aşağıdakinin şiddetine dönüşüyor. Acılı anaların ve vicdanlı insanların yüreği sızlarken, olanlar karşısında dudaklar uçuklarken; birileri ego hesabı yapıyor. Egosunun esiri olanlar öylesine uzak kalmışlar ki vicdanlarının sesinden.
Kimimiz protesto ediyor yaşananları, haksız ölümleri; kimimiz sessiz bir çığlık olmuş; kimimiz ise çaresiz bir sessizlikte beklemeyi tercih ediyor. Ses çıkaranlar şiddet görüyor, dövülüyor; sessiz kalanlar da içten içe dövüyor kendini zaten. Bir kısırdöngüdür gidiyor. Ben de bu kısırdöngünün içinde yaşadığımız her siyasi gelişme sonrasında ne yazacağımı bilemez durumdayım artık. Aslında bu olanlara 'Siyasi Gelişme' demek doğru olmaz. 'Siyasi Yozlaşma' demeliyiz en iyi tabirle. Kalemimiz yazdıkça bu yozlaşmalar tükenmiyor adeta yenisini üretiyor bir önceki.
Özellikle geçtiğimiz yaz aylarından beri hükümete ve ne yazık ki devlete karşı yaşadığımız büyük güven kaybından sonra 17 Aralık'taki yolsuzluk tapeleri çıkmıştı karşımıza. Bu tape ve kayıtlar çıktıktan sonra, çocukların bile inanmayacağı 'Montaj' denilen bu tapelerdeki konuşmalar tüylerimizi ürpertti. Montaj bahanesiyle içinde para, ihale, rüşvet geçen konuşmalar yok sayıldı. (Bu arada geçen gün TÜBİTAK aracılığıyla bir açıklama yapıldı. Kasetlerin 'montaj' olduğuna dair! Devletin en önemli bilimsel kurumlarından TÜBİTAK'ın bu yalana ortak olması daha da tüyler ürperticiydi.)
Bu sıkıntılarla boğuşan Türkiye, bir de Soma'daki maden faciası ile sarsıldı. Keşke yetkililerin dediği gibi 'takdir-i ilahi' olsaydı bu facia. Bu felaket başa gelecekse bile her türlü tedbir alınmış olsaydı. Baştakiler yolsuzluklarının üstünü örtmek için çalışıp zaman kaybecedeğine, yüzlerce işçimizin hayatı için gereken o tedbirleri almış olsalardı! Ekmek parasını çıkartmak için kürek mahkumu olan çaresiz insanlarımız pisi pisine ölmeselerdi!
Son zamanlarda bir vahim durumla daha karşı karşıyayız. Güneydoğu'da devlet içinde devlet olmaya çalışan bir terör örgütü var. Liderleri, bebek katili terörist Abdullah Öcalan, destekçileri Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanı olan bir terör örgütü bu. Bir de bunların uzantısı bir partileri var; sözde kürt vatandaşların hakları için kurulmuş olan. Böyle bir örgütün bir şehir yapılanmasına dönüşmesi, onun terör örgütü olmasını değiştirmiyor ki! Şu ana kadar Doğu'da yol kesmelerden, kimlik kontrollerinden tutun, çocukların kaçırılmasına kadar varan olaylarda gelinen son nokta ise, bayrağımızın indirilme cüreti oldu! Bir terörist Diyarbakır Lice'de en önemli hava üslerimizden biri olan 2. Hava Kuvvet Komutanlığı'ndaki bayrağımızı indirdi. Şu ana kadar Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan gelişmelere sırf 'Kürt Açılımı' nedeniyle ses çıkarmayan hükümet cephesinden, konu ile ilgili hem gülünesi hem ağlanası açıklamalar geliyor. Başbakan her zamanki hiddetiyle, 'Ankara'dan gelip de o bayrağı indireni ben mi indireyim' diye askeri fırçalıyor. Başbakan Yardımcısı, 'Sabır ile olayları takip ediyoruz' diyor. Ülkenin Genelkurmay Başkanı ise özetle,'Olayların takipçisiyiz' demekle yetiniyor. Görünürde sadece tepki gösteriyorlar! Peki bu zemin kimler tarafından oluşturuldu acaba!? Bu zemin hangi devlet politikasıyla çürüdü de çökmeye başladı!? Daha düne kadar çözüm sürecinden bahsediyorlardı. Hala bahsediyorlar. Onlar çözüm sürecinden bahsetsinler hala. Biz bu sürecin ne zaman biteceğini düşünelim hala kara kara...
Seçim öncesinde 'Türk Bayrağı' temalı reklam yapmışlardı ya, demek ki reklam yapmak kadar kolay değilmiş bayrağı korumak, değil mi?