Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bir kez daha...

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...

Bunu yaparken de...

'Atatürk'ün Uşağıydım' kitabının yazarı…

Cemal Granda'yı…

Saygıyla analım…

***

Son 19 Mayıs törenini Ankara'da izledi…

Hem duygulandı…

Hem de yakınlarını duygulandırdı…

Son Güney Anadolu gezisine çıktı…

Aklı, fikri Hatay'daydı…

İstanbul'a döndüğünde…

Hastalığının yarattığı bitkinlik yüzünden okunuyordu…

İki gün dinlendi hemen 'Savarona'ya koştu…

Yatta kalmaya başladı…

Ne de çok seviyordu o gösterişli kuğu gibi tekneyi…

***

Aslında bu O'nun başkentten son ayrılışıydı…

Bir daha Ankara'yı göremedi…

Artık rahatsızlığı iyice ilerlemişti…

Deniz havasının iyi geleceğini düşünerek…

O'nun için 'Savarona' yatını hazırlamışlardı…

Atatürk…

İster Köşk'te ya da Dolmabahçe'de olsun…

Hiçbir zaman yatak odasının dışında pijamayla dolaşmazdı…

Uşaklarının önünde bile elbisesini giyerek otururdu…

O gün…

Atatürk'ü pijamayla gördüklerinde…

Herkes çok şaşırdı…

Deve tüyü rengindeki 'Jeagu' sabahlığı da üstündeydi…

Çehresi soluk, hali üzüntü vericiydi…

Boynu ve ensesi çok incelmiş, kulakları bile şeffaf bir renk almıştı…

***

Aklı, fikri 'Hatay Meselesi'ndeydi…

O konunun sorumlusu…

CHP Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya idi…

Çok güvendiği o bakanını…

Acil olarak İstanbul'a çağırdı…

Savarona'da kamarasının yanında Bakanı'na bir yer hazırlatmıştı…

Şükrü Kaya, zaman kaybetmeden İstanbul'a geldi…

Ayağının tozuyla Savarona'ya çıkıp…

Ulu Önder'le baş başa görüşmeye başladı…

Meclis'teki kanunlar ve Hatay konusunda bilgi aldıktan sonra…

Nasıl olduysa…

Şükrü Kaya'nın açık lacivert yazlık ceketine dikkatle bakarken…

Kendini tutamadı…

Beğenisini dile getirdi:

'Ne güzel ceket böyle…'

Şükrü Kaya, saniye sektirmedi…

Hemen ceketini çıkardı ve şöyle dedi:

'Beğendiyseniz buyurun, güle güle giyiniz efendim… Ben başkasını yaptırırım…'

Bu jest Atatürk'ün çok hoşuna gitmişti…

Şükrü Kaya'nın elbiselerini her zaman çok beğenirdi…

Daha önce de…

Palto ve pardösüsünü alıp giymişti…

Aslında Atatürk de…

Bazı elbiselerini bakanına hediye etmek gibi bir alışkanlığı vardı…

Hiç zaman kaybetmedi…

Yardımcılarının desteği ile Şükrü Kaya'nın ceketini giydi…

Gelgelelim…

İyice büyüyen karnı…

Ceketin düğmelerini iliklemesine engel oluyordu..

Bir iç geçirdi ve…

Çevresindekilere bakarak…

Üzüntülü bir şekilde mırıldandı:

'Galiba hepimiz unuttuk… (göbeğini göstererek) Bu karınla bu ceket giyilir mi? Karnımda asit varmış… Ne olacak bilemem…'

***

Aslında…

Atatürk hastalığının nedenini çok iyi biliyordu…

Doktorların saklamasına rağmen…

Ansiklopedi ve tıp dergilerinden 'siroz' bölümlerini okuduğunu ve…

Hastalığının sonucunu da pek iyi görmediğini…

Yakın çevresindeki herkes biliyordu…

Zaten…

O büyük önder üzülmesin diye…

En yakınındakiler bile hastalığı bilmezlikten geliyordu…

Bu konuda…

Sanki Atatürk ve yakınları…

Gizli bir anlaşma yapmış gibiydiler…

O dağ gibi lider…

Kimseye halinden yakınmıyordu…

Hastalığının ağılaştığından…

Hele hele ölümden hiç söz etmiyordu…

Her zaman şunu söylerdi:

'Ölümden korkmak ahmaklıktır…'

***

O tabloyu gören Şükrü Kaya…

Atatürk'ün üzüntüsünü geçiştirmek için şöyle dedi:

'Sizin hastalığınız tedaviyle geçecek efendim… Yarın kumaş getirtelim; yeni ölçüde bir elbise yaptıralım… İyileştiğiniz zaman daraltırız...'

Atatürk, inanmamıştı ama…

Gözleriyle 'onay' verdi…

Hiç zaman kaybetmeden…

Ankara'ya terzisi Mümtaz Ökmen'e telgraf çekildi…

Kumaşlar geldi…

Ne var ki…

Diktirmek ve giymek kısmet olmadı…

'O kumaşlara n'oldu?' diye merak ettiniz di'mi?

Belli bir zaman sonra…

O şahane kumaşlar…

'Üç top Ankara sofu' diye…

Atatürk'ün tereke (*) listesinde çıkmıştı…

Nokta…

(*) Miras bırakan kişinin mal varlıkları ile borçlarını kayıt altına alındığı deftere 'tereke' denir…

Sonsöz: 'Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız… Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir… / Gazi Mustafa Kemal Atatürk…'