İnsan hayatında 'şansın' ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz? İnsanlar kendi şanslarını kendileri mi yaratırlar, yoksa alın yazısı diye bir şey vardır, zaten yaşanacak olanlar yaşanacak mıdır? Karmaşık bir sorudur bu aslında.. Ne tam doğru yanıtı vardır, ne de yorumu.. Kişilerin karakteristik özelliklerine ve inançlarına göre değişir.
'Doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kişilerle' karşılaşmak pek çok kişiye başarı getirmiştir hayatta. Bu konuyla ilgili pek çok örnek vardır yaşamda. Yıllar önce, Türkiye'nin ilk kadın valisi Lale Aytaman'ın hikayesi bunlardan birisidir. Lale Hanım, Büyükelçi eşi Reha Aytaman ile birlikteyken, Turgut Özal Bangkok'a gelir bu ziyaret sırasında tanışırlar. Aradan geçen zaman içinde, bir daha görüşme şansları olmamıştır, 1991 yılında Türkiye'de ilk kadın valinin atanma düşüncesi gündeme gelinceye kadar. Aslında çok ilginç bir tesadüftür yaşananlar. Turgut Özal, aynı yıl içinde eğer Bangkok'a gelmemiş olsaydı, Lale Aytaman ile tanışması mümkün olmayacak, asla yolları kesişmeyecek ve ' vali' olamayacaktı. Böyle bir hikayeyi duyduğumuzda: 'işte şans buna denir' diyebiliriz. Doğrudur, muhteşem bir şanstır Lale Aytaman'ın hayatında…. Ancak sadece bu kadar mıdır bu konuyu açıklamak için eldeki bulgularımız.
O, bir büyükelçinin eşidir. Turgut Özal, onların görevde bulundukları zamanda, Bangkok'u ziyaret etmiştir. Kısacası: 'doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişi' ile karşılaşmıştır Lale Aytaman. Hiç kimse, Lale Aytaman'ın kim olduğunu düşünmez öncelikli olarak. Peki kimdir Lale Aytaman?. Türkiye'de seçilen ilk kadın delege Lale Aytaman'ın anneannesidir. Kocaeli Senatörü Abdullah Köseoğlu'nun kızı, eski Başbakan'larımızdan Nihat Erim'in yeğenidir. Yani, hayatı 'siyaset' içinde yoğrulmuş. Siyaseti, bürokrasiyi ve diplomasiyi en iyi şekilde bilen ve bu konuda kendini yetiştirmiş birisidir. Bu noktada, 'şansı yaratmak' gerek ifadesini kullanmak doğru olabilir gibi geldi bana.. hatta çok ilginçtir ki, bu hafta içinde tanıştığım eski Sabancı Holding CEO'su 'Hazım Kantarcı''nın hayatını dinlerken de aynı duygulara kapıldım.
Genellikle :'bu yola değil de, şu yola gitseydik acaba hayatımız ne olurdu?' deriz. Hazım Kantarcı'nın hayatında da ilginç '3 dönüm noktası' olmuş. Birincisi; 8 yaşındayken babasını kaybediyor. 1953 yıllarında, İstanbul'da büyük bir tuğla fabrikaları var iken, birden sıfırı tüketiyorlar. Hazım Bey, eğer o yaşlarda babamı kaybetmeseydim, her halde şu anda 'zengin bir fabrikatör' olurdum diyor.
İkinci dönüm noktası, babanın ölümü sonrasında annesi ile İstanbul'dan taşınıp, Adana'ya yerleşmesi ile yaşamı yeniden şekilleniyor. Dede, Hazım Bey'in normal bir ilköğretim okulunda okumasını isterken, annesi ısrarla bir Amerikan okulunda okumasını istiyor. O dönemlerde çok başarılı olan Talas Kolejine gidiyor. Burada tanıştığı çocuklarla kader birliği yapıyor. 'Katılımcılığı, paylaşımcılığı, arkadaşlığı, dürüstlüğü, acıyı, hasreti, merhameti, yılmamayı, sevmeyi, idare etmeyi ve edilmeyi' öğreniyor. Yani, bir insanın karakterinin şekillenmesine yardımcı olan en güçlü 'nüve'leri burada kazanıyor. Kendine soruyor, acaba dedemin arzusuna uyulmuş olsaydı, normal bir okuldan mezun olsaydım, acaba şimdiki Hazım Kantarcı olur muydum?
Üçüncü dönüm noktası ise, başarıyla ODTÜ'den mezun olduktan sonra, BOSSA'ya değil de, Çukurova Holding'e girseydi acaba ne olurdu? Hazım Kantarcı ile sohbet ederken, hep gel- git'ler yaşadım bende… Lale Aytaman'ın yaşam çizgisinde baktım. Hazım Kantarcı'nın, başarılı yöneticilik kariyerini gözden geçirdim ve hayatta hiçbir şeyin 'tesadüf' olmadığına bir kez daha karar verdim.
Yaşam aslında pamuk ipliğine sarılı bir 'pamuk şekeri'… Yaşadığımız her olay, acısı ve tatlısı ile bir 'deneyim'. Önemli olan bu deneyimlerden bir 'ders' çıkarabilmek. Hayatın özünü anlamak için, çok da kafa yormamak gerekiyor aslında.. Kişinin kendini tanıması, keşfetmesi bu aşamada çok önemli. Kendisinizi ne kadar erken tanırsanız, o kadar çabuk yol alabiliyorsunuz. Ne yapmak istediğinizi bilmek çok önemli. Hazım Kantarcı, ben ne yaptığımı yaşam boyunca bildim diyordu. Liseyi bitirdiğinde ODTÜ'ye (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) gitmek istemiş. Üniversiteyi bitirdiğinde, önüne iki seçenek çıkmış. Ya kendi işini kuracakmış, ya da profesyonel olacakmış. İkincisini tercih etmiş ama hemen ilave yapmış, bir şeyi yapacak isen, 'en iyisini yapacaksın' demiş kendine.. Bunun için koşmuş, bu yol onun yoluymuş ve başarmış..
Lale Aytaman, hep insanlık için bir şeyler yapmak istemiş, 'hizmet' yolu ona açılmış. Bir şehrin uzun bir süre valiliğini yapmış, sonra da aynı şehirden milletvekili seçilmiş. Muğla halkı ile hep iç içe yaşamış, şehrin sevilen 'Karya Prensesi' olmuş.
Yaşarken, unutulmaması gereken çok ince bir detay var. Hayatımızın ne zaman son bulacağını hiç birimiz bilmiyoruz? Dünyaya geldiğimizi biliyoruz, ama ne zaman öleceğimizi tahmin bile edemiyoruz. Bugün, yarın, belki de elli yıl sonra.. Nefesimizin kesileceği, son bulacağı noktayı bilmeyince de, aslında yaşama dört elle sarılmak gerekiyor. Yarın her şey bitecekmiş gibi yaşamak… Anı yaşamak, sevdiğin işleri yapmak, hayatın tadını çıkarmak.
Öncelikleri iyi belirlemek gerekiyor. Bu yöneticilik becerini geliştirmek için de geçerli... hayatımızı aslında kendimiz yönlendiriyoruz. Yaşam 'bir varmış, bir yokmuş' misali devam ediyor. Şansı yakalamak için, fırsatları iyi kollamak gerekiyor. Fırsatlar, her an, her yerde… Önemli olan bu fırsatları görebilmek ve değerlendirebilmek. Risk var mı? Şüphesiz var. Risk olmadan, başarmak hiçbir zaman mümkün olmadı.
-İşinizi değiştirmek mi istiyorsunuz, değiştirin..
-Arkadaş ortamınızı mı değiştirmek istiyorsunuz, değiştirin.
-Uzun bir tatile mi çıkmak istiyorsunuz, çıkın.
Sevdiğiniz ve sevildiğiniz ortamlarda her daim yaşamanız dileğiyle… Şansı yakalamak sizin elinizde..