Hanzade Ünuz, İzmir’de her zaman gündemde olan Folkart Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Sancak ile konuşulmayanları konuştu....

Zor bir röportajdı.

Buluşmak, oturup sohbet etmek epey güç oldu.

İzmir'in hemen her köşesinden görülen Folkart ikiz kulelerinde 43. kattaki makamında buluştuk iki kez.

Devasa, şık döşeli odada kulelerin kralı gibi oturan Mesut Sancak ile görüşmemiz,

Zorunlu talihsiz sebeplerle yarım kaldı.

Allah'ın hakkı üçtür dedik…

Sonunda Folkart Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Sancak ile röportaj yapabildik.

Bu kez makamında değil, bir cafede oturduk.

Gökdelen karşıtlarıyla tartışmalar yaşayan,

İnşaat sektöründeki iştahıyla sık sık çevrecilerin tepkisini çeken Mesut Sancak,

Gardını indirmiş, 43. kat patron stresini ve çatık kaşlarını makam odasında bırakmıştı.

Neşeli, rahat bir Mesut Sancak vardı karşımda.

Sular seller gibi anlattı...

Belli ki Mesut Bey de doluymuş..

İzmir'de ona kızanlar olduğu gibi, onun da kızdıkları vardı.

İçini döktü, kendi cephesinden anlattı.

Mesut Sancak sıra dışı bir karakter.

Akıl almaz derecede titiz, santim düzensizliğe tahammülü yok.

Kesinlikle çok zeki…

Tutkulu, iddialı ve inatçı ama tersi de fena…

Gözleri kolaylıkla dolan, 'Ağlamak güzeldir' diyebilen bir erkek.

En iyi arkadaşlarım dediği down sendromlu gençlerle sık sık buluşup, bowling oynuyor…

Hayata karşı meraklı, Basmane'de ara sokaklarda yürümeye bayılıyor.

14 yıldır İzmir'de yaşıyor, henüz 45 yaşında...

'Bazen kendimi 100 yaşında hissediyorum' derken yorgun…

'Cingözün teki olsaydım' derken bitirim…

'Sessiz eleman olmayı sevmiyorum' derken iddialı…

'Çok iyi fıkra anlatırım, tavlada babamı tanımam' derken fel fecir…

'Sokakta olmayı seviyorum, ben sokak çocuğuyum ' derken samimi…

Ama sonuçta yine de gayet patron kıvamlı,

Her şeyi hemen oldurtmayı isteyen biri.

Mesut Sancak, Siirt'te kalabalık, varlıklı sayılacak bir evde doğdu.

Hiç yokluk çekmedi ama...

Tutumlu baba terbiyesi ile hep tek çift ayakkabısı oldu, eskiyinceye kadar yenisi alınmadı.

Şimdi neredeyse her gün başka bir ayakkabı giyiyor, onlarca ve onlarca ayakkabısı var.

Giyimine çok düşkün, her evinde ayrı bir gardırop hazırda bekliyor.

Özel stilisti ve yaşam koçu var.

Müzik sistemlerine, elektronik oyuncaklara, hızlı lüks arabalara ve her erkek gibi futbola düşkün.

Fırlamalığa iki kala gibi muzır bir hali var.

Görülen işler yapmak, ortaya eser koymak istiyor.

Parayla da farklı bir ilişkisi var...

'Parayı başımda taşımam, üzerinde yükselirim' diyor.

Sevdiği, ilgi duyduğu her şeye eli titremeden ciddi yatırım yapıyor.

Sanat galerisi mi? Tamam en iyisini yapalım...

Sinema mı, Pink Cinema gelsin...

Spor salonu mu, Carrera ile anlaşalım...

Futbol mu? Sponsorluklar gelsin, hibeler gitsin...

Mesut Sancak'ın derdi, fark yaratmak.

Farklı olmak istiyor.

'Şaşırtamıyorsan, sıradansın' diye düşünüyor.

Öyle sanıyorum ki Mesut Sancak,

Hayata İzmir'den imza atmak,

Ve bizleri şaşırtmak istiyor…

HİÇ BOŞ DURMAZDIKBen 8 yaşımda babamın dükkanına gitmeye başladım, toptan gıda işi yapıyorduk. Van'da 14 odalı bir evde yaşıyorduk. Okul zamanı sabahtan öğleye kadar işe giderdik, babam bizi hayatta boş bırakmazdı. Ne tatillerde, ne pazar günü boş durmak yoktu. Babamın durumu iyiydi ama ekmek parası nasıl kazanılır öğretmek, bizi yetiştirmek için işe götürürdü. Belki zamanında çok fazla çalıştık, çocukluğumuzu yaşayamadık ama bugün o eğitimin faydasını görüyoruz. Bazı melekeler o yaşlarda gelişiyor. Babam beni hayatı boyunca üç kere dövdü, biri sigara içtiğim için, biri arabayı kaçırdığım için. Araba merakım çoktu, 12 yaşımda gece kamyon kaçırıp, sabaha kadar turluyordum. Üçüncüsü de bir pazar günü dükkana gitmediğim için dayak yemiştim. Bizim oralarda dayak cennetten çıkmadır, ben az yedim yani üç kere onun için anlatıyorum (kahkahalar)…

AYAKKABIMI YIRTARDIM

Çocukken hiç iki çift ayakkabım olmadı, babam varlıklıydı ama israf olur diye almazdı. Ne bize, ne kendisine almazdı, o ayakkabı iyice eskiyinceye kadar giyilirdi. Bize almazdı ama ihtiyaçlı çocuklar için yüzlerce ayakkabı alıp dağıtırdı. Bazen sıkılıyordum hep aynı ayakkabıyı giymekten, elimle yırtıyordum ayakkabıyı. Babam da anlıyordu, 'Bunu sen yırtmışsın' diyordu. Ben şeytandım ama babamın benden aşağı kalır yanı yoktu. Tutumlu olmamızı isterdi, eli sıkıydı fazla harçlık vermezdi. İsrafa karşıydı ama asla cimri değildi. Müthiş yardımseverdi, bize vereceği paranın yüz katını ihtiyaçlılara dağıtırdı. Her zaman cebinde bir tomar parayla gezer, zekat olarak dağıtırdı. Sekiz kez hacca gitmişti, hacıların hacısıydı yani. Ben şimdilik sadece umreye gittim bir baktım, ne oluyor orada diye… (gülüyor).

SOKAK ÇOCUÐUYUMSiirt'te doğdum, Van'da çocukluğum geçti, İstanbul'da büyüdüm, İzmir'de olgunlaştım. 14 yıldan beri İzmir'deyim. 140 sene kadar daha da İzmir'de kalmayı düşünüyorum (kahkahalar). İzmir'i çok seviyorum, mutluluğun resmini yapabilir misin? İzmir'i neden sevdiğini de anlatamazsın. Havası, denizi, insanları, kurduğum dostluklar. Ben günde 10 kilometre yürürüm, hızlı tempolu yürüyüş yaparım. Genelde Alsancak'ta gezerim, Kordon'da çimlerde otururum, Basmane tarafında yürürüm, hafta sonları Kadifekale tarafında gezerim. Oranın insanlarıyla sohbet etmeyi, oturup tavla oynamayı severim.

Bazen Mesut Sancak olarak, bazen kendimi hiç tanıtmadan otururum. Yürümeyi seviyorum, şehri tanımayı seviyorum, bütün ara sokakları bilirim. Bu da belki İzmir sevgisinden kaynaklanıyor, yoksa spor salonunda da yürürüm. Şu anda Türkiye'nin en modern spor salonu Carrera bana ait. 15 trainer var çalışan, makinalar 10 numara ama ben Basmane'de yürümeyi seviyorum. Orada insanlarla oturup çay içmeyi, sohbet etmeyi daha çok seviyorum. Sokakta insanlarla oturmayı seviyorum, ben oradan geldim çünkü. Orada da kalmaya devam edeceğim, bakmayın işim gereği 43. kattayım. O işim gereği, onun dışında sokaklarda olmayı seviyorum. Akşamları sokaklardayım yani… Sokak çocuğuyum… (gülüyor)

AŞIRI TİTİZİM, ZOR BİR İNSANIM

Ben zor bir insanım, aşırı titizim örneğin. Çocukken de çok titizdim, evde herkes aynı havluyu kullanırdı, ben o havluya elimi sürmezdim. İlkokulda bile ütüsüz sokağa çıkmazdım. O titizlik şimdi işime yansıyor, gözüm detayı ve hatayı hemen görür. Düzensiz olan, yerinde olmayan her şeyi görürüm. Sigara içmem, ne ben içiyorum ne de şirkette kimse sigara içmiyor. Folkart'ta geri hizmette 350 çalışan var, biz sigara içenlerle çalışmıyoruz. İşe alımda mülakat yaparız, ilk sorumuz sigara içiyor musun olur. Örnek bir şirket olmaya çalışıyoruz.

Kızınca çok sinirli biri olurum ama alevim ateşim hemen söner. Çabuk alınırım, yalana çok kızarım. Ben de söylememeye gayret ederim. Ticari anlamda birini kazıklamaya yönelik asla yalan söylemem. Doğru olmaya her zaman özen göstermişimdir. Hem çalışanlarıma, hem müşterilerime, hem de çevreme karşı. Şu anda benim küs olduğum bir Allah'ın kulu yoktur, kırgın olduğum vardır ama küs değilimdir. Herkes hata yapabilir, insanı öyle kabul etmek önemli. Can Yücel'in dediği gibi hiçbir şeyi abartmayacaksın, hiçbir şeyi de sahiplenmeyeceksin. Hatta diyor, elini ayağını bile sahiplenmeyeceksin, bir gün onları da kaybedebilirsin diyor. Kaybettiğin zaman üzülmemek, incinmemek için…

İZMİR KALİTEDEN ANLIYOR Lamborghini, Aston Martin getirdik İzmir'e. Neden İzmir'de Ferrari olmasın diye rica ettim. Folkart'ta da show room açtılar, bence İzmir'e çok yakıştı. Geçen sene Türkiye'de 31, İzmir'de 6 tane Aston Martin araba sattı arkadaşlar. İzmirli kaliteden anlıyor, İzmir'e kaliteyi sunduğunuz zaman olumlu tepkiyi veriyor. Kaliteyi görüyor ve sahipleniyor. Bunu kendi yaptığımız işlerden de biliyorum. Benim kaliteyle ilgili bir takıntım var, kalitesiz hiçbir şeyi sevmiyorum. Marka ve kalite arayışım her zaman olmuştur, hangi sektörde olursa olsun fark yaratan ürünü severim. Doğru ürünü, doğru zamanda sunarsan karşılığını alırsın. İzmirli önce bekler, eğer güvenirse doğru işi satın alır. İzmirli sağ olsun bu anlamda bizi aldı en tepeye çıkardı. İzmir kaliteden anlıyor, kaliteyi kovalıyor. Kalite fark yaratma işidir, fark yaratma işini iyi yapıyoruz diye düşünüyorum.

ŞAŞIRTAMIYORSAN SIRADANSIN

Hayatım boyunca bir başkasının yaptığı işi yapmamaya çalıştım. Daha önce ilaç sektöründe çalışırken de böyleydim. Hep farklı sürprizler yapmak hoşuma gitti. İnsanları şaşırtmaktan her zaman keyif aldım. Şaşırtamıyorsan sıradansındır. Benim bu anlamda parayla hiç işim olmadı, mutlaka sevdiğiniz işi yapmanız gerekiyor. Yaptığınız işi sevmeniz çok önemli, mesela ben masa başı işleri sevmem. Sadece rakamlarla oynanan işleri de sevmem. Ecza depoculuğu benim ilk yaptığım işlerden biri, ne yapıyorsunuz siz şirkettesiniz aşağıda mallar giriyor çıkıyor. Siz sadece rakamları görüyorsunuz, bugün ciro şu kadar bugün kar bu kadar. Bunlar benim işim değil, benim görmem lazım, elle tutulması gözle görülmesi lazım. Sadece rakamların olduğu işleri hiç sevmem.

TÜRKİYE'NİN BÜTÜN BANKALARINI VERSENİZ…

Ben eser yaratmak isterim, yaptığım işi görmek isterim. Finans sektörü mesela hiç işim olmaz. Türkiye'nin bütün bankaları benim olacağına Folkart benim olsun. Yaptığım bina 100 yıl sonra yine yaşasın, kullanılsın, şehrin simgesi olsun. Türkiye'nin bütün bankalarını da verseniz ben inşaat işini tercih ederim. Ben finans işinde hayatta başarılı olamam, para geliyor gidiyor siz hiçbir şey görmüyorsunuz. Ben görselliği olan işleri iyi yaparım diye düşünüyorum. Örneğin bir gün araba üreticisi olsam, çok kafa yorarım ve iyi bir araba yaparım. En iyisini yapmaya çalışırım. Giyim konusunda çalışsam fark yaratmaya çalışırım. Görülebilen, ölçülebilen, tartılabilen her şeyi seviyorum.

FOLKART ADINI KİM BULDU?Bundan 14 sene önce İzmir'e ilaç işimiz nedeniyle geldim, bir sene kalıp sonra geri dönmem gerekiyordu. İzmir'de özellikle inşaatta A plus segmentindeki eksikliği gördüm. Küçüklüğümden beri merakım vardı, babam inşaat işi de yapmıştı. İzmir'i çok sevdim ve İstanbul'a dönemedim. Annemin , kardeşlerimin her türlü itirazına rağmen İzmir'de yaşamaya karar verdim. 12 sene önce şirketi ilk kuracağımız zaman bir isim bulmamız gerekiyordu. O tarihte de birkaç ajansla çalışıyorduk, onlarca isim önerisi geldi. Bir gün arkadaşım Recep Altekin'in resim öğretmeni eşi aile dostumuz Berrin Altekin kahvaltıda sohbet ederken 'Ben sana isim buldum, Folkart' olsun dedi. Folk İngilizce halk demek, Art da sanat anlamında Folkart halk sanatı anlamına geliyor diye anlamını anlattı, çok hoşuma gitti. Biz o gün şirketimizin adının Folkart olmasına karar verdik, tamamı ile bir aile dostunun önerisidir Folkart. O gün o ismi koyduk, Pazartesi günü o isimle başladık.

KENDİMİ 100 YAŞINDA HİSSEDİYORUM

Kendimi kaç yaşında hissediyorum, her gün değişiyor aslında. Bazen 20, bazen de 100 yaşında hissediyorum. Bugün mesela ortalama yaşımdayım 45 hissediyorum (gülüyor)… Ben 15 yaşımda 200 kişinin personel müdürü olarak çalıştım. 23 yaşında genel müdür oldum, bunun faydasını görüyorum tabii. Hata yaparım, hata yapmadan iş yapamazsınız. Hep en doğrusunu yapacağım derseniz hiç iş yapamazsınız ama bunlar hayati hatalar olmamalı. Kararlarımda hızlıyımdır, aşırı detaya takılmam. Günlük hayattaki aşırı detay insanı kanser eder, hasta olursun. Hata yapmaktan korkmamak lazım, hata eğitim aracıdır. Bazen gerçeği hata yaparak görürsün bir sonraki kararını daha iyi verirsin. Ben hatamı kabul eden, özür dilemeyi de bilen biriyim. Ben de herkes gibi egomun yüksek olmadığını (gülüyor), mülayim olduğumu düşünüyorum.

HİÇ PISIRIK DEÐİLİMİnsan denen varlığı gözümüzde çok abartmamalıyız ki, hatasını gördüğümüz zaman çok fazla üzülmeyelim ve etkisinde kalmayalım. Zamanla, tecrübeyle bunu öğreniyorsunuz. Siz yükseldikçe insanların sizden beklentisi artıyor, tabii ki size yaklaşmaya çalışıyor. Sizin gücünüzden, paranızdan, imkanlarınızdan faydalanmaya çalışanlar oluyor, bunları görüyorsun. Böyle kişiler azınlıkta ama varlar. Genç yaşıma rağmen artık meseleyi anladığımı düşünüyorum. Darılarak, küserek, kızarak bir yere varılamayacağını fark ettim, insanı anlamaya çalışıyorum.

İş hayatında siz büyüdükçe, ilerledikçe size her türlü ilgi fazlalaşıyor. Olumlu ilgi de, olumsuzu da artıyor. İyi niyetli insanla da tanışıyorsunuz, kötü niyetli insanla da. Hoşgörülü olmayı öğreniyorsunuz, Ben son yıllarda öyle yapmaya çalışıyorum. Danışmayı çok severim, küçüklerime de, büyüklerime de akıl danışırım. Bir projeyi yaparken çalışanlarıma da danışırım. En az beş mimara ikişer proje çizdiririm, on projeden ilk üçü belirleriz. Sonra İzmir'de bin kişilik anket yaparız, katkı koymalarını isteriz. Sonra şoförüm dahil çalışanlara sorarım, siz ne görüyorsunuz nasıl düşünüyorsunuz diye. Bazen siz işin içinde olduğunuz için göremeyebiliyorsunuz, dışarıdan gözlere ihtiyaç oluyor. Hayati, önemli konularda önemli konularda danışırım. Mutlaka kulak veririm ama son kararı ben veririm, o konuda hiç pısırık değilimdir.

ŞEHİR ESTETİK KURULU ŞART

Bana göre estetik anlamda Şehir Estetik Kurulu diye bir kurul olması gerekiyor ve yapılacak bütün projelerin özellikle sekiz, on kat üzerindeki yüksek yapıların ve kamuya mal olmuş önemli noktalardaki yapıların mutlaka bu kuruldan onay alması gerekir. Müteahhidin istediği gibi bina yapması olmaz, bakıyorsunuz tombul bir bina yapıyor, satıyor ama kentle bir alakası yok. Şehrin olumsuz anlamda simgesi oluyor. Ben bu konuda kendime çok güveniyorum, böyle bir kurul olsa benim bütün projelerim o kuruldan geçer. Binaların zarafeti çok önemli. Odaların varlığı tabii ki çok önemli, uzman kişilerden oluşuyor. Şehir Estetik Kurulu'nda bu arkadaşlar da olacak şüphesiz. Biz müteahhitler binaları yapıyoruz, satıyoruz. Yaptığımız gün bize ait, sattığımız gün artık şehre ait oluyorlar. Belki de yüzlerce yıl şehrin simgesi oluyor.

MÜTEAHHİTLERE VİCDANİ SORUMLULUK DÜŞÜYORİzmir'de yüksek yapı lazım çünkü çevresi dağlık önü deniz, araya sıkışmış. Her yıl nüfus 50 bin kişi artıyor, konut, büro yapmak lazım ama arazi yok. Bu bir şehir plancılığı meselesi, villaların olduğu bölge, yüksek yapıların olduğu bölge, sekiz katlı binaların olduğu bölge diye planlanırsa alt yapı ihtiyaçları düşünülürse hiç problem olmaz. Kentlerde İzmir'de Yeni Kent Merkezi örneğindeki gibi planlama yapılmalı, bu önemli bir şehir plancılığı örneğidir. Bence Cumhurbaşkanı'nın da sürekli vurguladığı da bu, sekiz katlı planlanan bir yerde 40 katlı bina yaparsan absürt bir görüntü olur, yanlış olan bu. Kadifekale'nin, Basmane'nin dokusunun korunması çok önemli, bütün İzmir sahili aynı dili konuşmalı ona özen gösterilmeli. Müteahhitlere de burada vicdani sorumluluk düşüyor, yaptıkları işlerin şehre ait olduğunu unutmadan, bu bilinçle hareket etmelerini istiyorum. Ben şahsen öyle yapmaya çalışıyorum. Müteahhidin kafasına göre proje yapamaması gerekiyor, o nedenle Şehir Estetik Kurulları şart, ucuza mal edeceğim diye ifadesiz mimari dili olmayan işler yapamamalı diye düşünüyorum.

BASMANE'YE İMAR VERMEZDİMBen tabii ki İzmir'in İstanbul olmasını dilemem, şehir plancılığı kurallarına uyulduğu müddetçe İstanbul gibi olmayacağını düşünüyorum. Şu anki şehir plancılığını doğru buluyorum, örneğin Sasalı villa bölgesi, örneğin Güzelbahçe villa bölgesi, Alsancak sekiz katlı binaların olduğu bölge, sadece bazı parsel özelliklerinden dolayı bir arka sırada yüksek yapı vermişler, onu da çok doğru bulmuyorum o ayrı bir konu. Basmane'ye 20 sene önce imar durumu verilmemiş olsaydı, ben de imar vermezdim. Ben bunu açık yüreklilikle söylüyorum ama bunu ne ben yaptım, ne de bugünkü duruma getirdim. Bu şekilde kalması doğru mudur, değildir. O sorunu ortadan kaldırmak lazım. Ben de Alsancak bölgesinin en fazla sekiz kat olmasını isterim, şehir plancısı olsam böyle karar alırım, fikrim bu. Bizim yüksek yapı projelerimiz 480 hektarlık liman arkasından başlayan Halkalı, Halkapınar, Bayraklı, Turan'ı kapsayan yeni kent merkezi dediğimiz alan içinde önümüzdeki yıllarda da olacak. Hatta Halkapınar Şaraphane'de bin dairelik çok özel bir projeye başlıyoruz iki ay içinde.

TÜRKİYE'NİN SİMGESİ OLACAK

Basmane Çukuru'na gelirsek 20 sene önce ihale edilmiş, şu anda İzmir'in başına bela bir iş. 20 senedir yatırımcılara dönük İzmir'le ilgili algıyı çok kötü etkiledi. 20 sene önce 5 emsalden ihale edilmiş maalesef, bina böyle yapılacak diye tanımlanmış. Basmane meydanından 160 metre çekeceksin, sonra yükselmeye başlayacaksın diyor. Binanın şekli 20 sene önce tarif edilmiş, şeklini ben belirlemiyorum. Tüm binada 200 konut ve aşağıda butik bir çarşı olacak şeklinde planlanıyor. İzmir markalarının toplanacağı, Ege markalarının bulunacağı bir çarşı olacak. Biz ne yapıyoruz, en azından yüksek yapının yarattığı kirliliği telafi edebilmek için ahşap ve yeşil bir bina tasarladık, baktığınızda yemyeşil bir bina göreceksiniz. En tepesine kadar yeşil bir bina olacak, 100 metrenin üzerine kadar yüksek ağaçlar koyacağız. Mimari dil anlamında Avrupa'nın en özel projesini yapacağız, İzmir'in değil Türkiye'nin simgesi olacak. Kültürpark'ın yeşil dokusuna en ufak zarar vermeden, onu tamamlayan bir yapı olacak. Helikopterle baktığınızda yeşil, düşey bir orman göreceksiniz. Yeşilden görülmeyen bir bina olacak, dünyada o yüksekliğe ağaç çıkaran ilk biz olacağız.

KÜLTÜRPARKA KAST EDECEK BİRİ DÜŞMANIMDIR

Kültürpark bana göre şehrin kalbi demek. Şehrin kalbine kast edecek biri benim de düşmanımdır. O kalp bana da ait, herkese ait. Bu şehrin bir tane kalbi var, onu korumak da herkesin olduğu gibi Folkart'ın da görevidir. Bırakın zarar vermeyi, dokunmayı, işgali… Kültürpark'ı yaşatmak her işadamının, her İzmirlinin görevidir. Bizim de görevimiz, Kültürpark bütün İzmir'in arka bahçesi, herkes faydalanıyor. Bizim Basmane projemizin Kültürpark ile hiçbir bağlantısı yok, konuşulanlar tamamen yalan. Biz Kültürpark ile sadece görsel yeşil doku anlamında bütünleşeceğiz. Büyükşehir Belediyesi'nin projesi bana göre çok mantıklı bir proje, yeşili artıran binaları azaltan bir plan, çok çok güzel harika bir plan. Ben o projeyi sonuna kadar destekliyorum, şehre ciddi anlamda değer katacak bir projedir.

CİNGÖZÜN TEKİ OLSAYDIM…Ben herkesle iç içeyim öyle mi? AK Parti ile ve CHP'li Büyükşehir ile… Demek ki ben insan üstü bir şeyim. Ben neyim anlamadım ki, ben insanları seviyorum, insanlar da beni seviyor. Ben Büyükşehir Belediye Başkanımı da seviyorum, bu şehrin Valisini de, Emniyet Müdürünü de seviyorum. Şu anda devleti yönetenleri de seviyorum, bu kadar bitti. Ben işadamıyım herkesle iyi geçiniyorum, kimseden haksız bir şey istemediğim için herkes de beni seviyor. Kimi sevmiyorum? Riyakarları ve sahtekarları sevmiyorum. Bütün düzgün, dürüst insanları seviyorum. Yerel yönetimle, hükümetle ilgili herkesin bana iyi davrandığını görüyorum ben de onları seviyorum. Benim iyi şeyler yaptığımı düşünüyorlar. Benim İzmir'de işlerimin yüzde 90'ı büyükşehir ve ilçe belediyelerle, bütün ruhsatlarımı onlardan alıyorum. AK Parti'ye yakınlığımın buna ne katkısı olabilir. Bu bir tezat değil mi? Ben iyi bir adamım, ben iyi adam olunca kimse de bana kötülük yapmaya kalkmıyor. Ben eğer cingözün teki olsaydım herkes de bana ona göre davranacaktı. Ben kimseden haksız bir şey istemiyorum, istediklerim şehrin faydasınadır. Ben İzmir için iyi şeyler istiyorum, insanlar da bunu görüyor, takdir ediyor ve önümü açıyor.

İZMİR'DEN SONRA SIRA BERLİN'DEBenim İzmir'den sonra yatırım yapacağım şehir Berlin. Yaklaşık bir senedir Berlin'le ilgili çalışıyorum, özellikle konut ve ofis yapacağız. Münih, Berlin, Londra, Amsterdam ile ilgili iş yapmayı istiyoruz. Dünyanın en büyük 250 inşaat şirketinin arasında yaklaşık 40 Türk inşaat şirketi var. Biz Folkart olarak çok yakında Avrupa'ya gidip Türklerin neler yapabileceğini göstermek istiyoruz. Çok ciddi arz sorunu var, girişimci ruh zayıflamış orada bizim gibi adamlara ihtiyaç var.

İzmir'in Berlin'den sonra emlakta en değerlenen kent seçilmesi de tesadüf değil, gayrimenkul fiyatı artıyor, kent değerleniyor demektir bu. Önümüzdeki 20 yıl bu ivme böyle gidecek, Türkiye'de her yıl 700 bin konut ihtiyacı var, her sene 1.5 milyon konut satılıyor bunun 700 bini sıfır yapılar. Yeni binaların yüzde 5'i İzmir'de yapılıyor. Bu ne demek? 35 bin konut demek, biz İzmir'de bugüne dek 7 milyon liralık, yaklaşık 2 milyar dolarlık yatırım yaptık. Bu artarak devam edecek, İzmir'de yapılacak çok iş var, dönüşmesi gereken 325 bin konut var. Bunlar önümüzdeki 30 yılda yıkılacak, yerine 800 bin konut yapılacak.

Bu da sadece kentsel dönüşümde 100 milyar dolarlık bir hacim demektir, İzmir'de her yıl 3.5 milyar dolarlık bir ekonomi dönecek demektir. İzmir'de Yeni Kent Merkezi'nde 20 yıl sonra 500 bin kişi yaşayacak, bölge parlayan yıldız olacak. İnşaat Türkiye'de her 100 sektörün 30'unu besler, bu da ciddi bir istihdamdır. Türkiye'de dönüşmesi gereken 7 milyon konut var. Gelecek 30 yılda Türkiye'de sadece kentsel dönüşümde 2 katrilyon dolar hareket olacak. O nedenle inşaat kötü bir şey değil, tiksinmemek gerekir.

TRAFİK VAKFI VE ÇEKİCİLER OLAYI

Beş altı sene önce zamanın Valisi ve Emniyet Müdürü benden rica ettiler, böyle bir vakıf kurmamız lazım, en az güvenilir iki kişi olması lazım yapar mısın dediler. Tabii ki yaparım dedim. Büyükşehirlerde genelde yapılan bir uygulama. Vatandaşla karşı karşıya gelmek istemedikleri için hem emniyet araç çekmek istemiyor, hem Büyükşehir araç çekmek istemiyorlar. Ara formül olarak bir vakıf kuruyorlar, bu İstanbul'da, Ankara'da, Bursa'da da var. Bir vakıf oluyor, bu vakfa ait bir şirket oluyor, büyükşehir belediyesi çeki araçlarını devretti. Şirket araçları çekince vakfın şirketi çekmiş oluyor, vatandaşla karşı karşıya kalmıyorlar. Bu şirket elde ettiği geliri vakfa aktarıyor, vakıf da özellikle emniyetin ve kamunun yararına kullanıyor. Ben bu vakıfta başkan oldum, Rıza Akça da başkan yardımcısı oldu. Kanun gereği o günün parasıyla vakfa 25'şer bin lira koyduk.

BİR DAHA OLSA YİNE YAPARIMMesut Sancak burada hem zamanını, hem de parasını harcadı ama maalesef Folkart bu vakıf sayesinde Folkart oldu diyen vicdansızlar oldu. Benim bu vakfın kazanacağı paraya ihtiyacım mı var? Böyle bir vicdansızlık olur mu? Bana bunu yakıştırmak vicdansızlıktır. Sistemi oturttuktan sonra bana ihtiyaç kalmadı ve görevi Başsavcımız Celal Kocabaş'a devrettim. Şu anda Başkan kendisi ama ben hala iyi bir şey yaptığımı düşünüyorum, bir daha olsa yine yaparım. Kentin büyükleri beni güvenilir buldu, görev verdiler. Çünkü suistimale açık olabilirdi, en sağlam kim yapar Mesut Sancak, Rıza Akça yapar dediler. Ama maalesef bize her şeyde karşı olanlar olduğu gibi burada da karşı olduklarını gördük, hiç umurumda da değil.

NAMAZA DA GİTMEM, ORUÇ DA TUTMAM...

Ben şu anda sadece inşaat işimde 5 katrilyonluk iş yapıyorum. Benim Pharmactive ilaç fabrikam şu anda Türkiye'nin en büyük kapasitesine sahip, benim Volt elektrik fabrikam şu anda Türkiye'nin en büyük ikinci elektrikli motor fabrikası, benim ciddi maden işlerim var. Benim ailemde, yani tüm Sancak ailesinde şu anda toplamda 35 bin kişi çalışıyor. Benim çekilecek iki arabaya, orada yılda kazanılacak 300 bin liraya ihtiyacım mı var? Ben bu kadar ufak bir işadamı mıyım? Bizim verdiğimiz zekat yılda 20 milyon lirayı geçiyor, biz 3 bin 500 öğrenci okutuyoruz. Zekat bize babamızın vasiyetidir, olmasaydı da yapardık. Benim en çok keyif aldığım şey yardımlaşmadır, kazandığını bölüşmektir.

BU YAKIŞTIRMALAR ÇOK AYIP

Ben vakıftan çaldığım parayla mı çocuk okutacağım, 20 milyon lira zekat mı vereceğim? O zaman vakıftan çalacağıma zekattan keserim, 20 vereceğime 19 veririm, daha karda olurum. Oradan alacağım 300 bin lirayı, verdiğim 20 milyon liralık zekatın içine mi koyacağım. Ben hayatımda namaz kılmamışım, oruç da tutmamışım o ayrı bir konu. Ama ben zekat veririm, insanlarla paylaşmanın keyfi için zekat veriyorum, farz olduğu için değil. Ben zekatın islamiyetin en güzel, en anlamlı kuralı olduğunu düşünüyorum. Uyguladığım tek bir şey varsa odur, başkası gider her gün namazını kılar, camiden çıkmaz, her sene hacca gider. Ama bir insana üç kuruş yardım etmez, ben öyle değilim kardeşim. Böyle yakıştırmalar ayıptır, çok kızıyorum. Namaza da gitmiyorum, oruç da tutmuyorum ama zekatımı bir kuruş dahi eksik etmem.

KEFENLE GİDECEÐİMİZİ BİLMİYOR MUYUM?Neden mi bu kadar çok çalışıyorum? Yaradılış meselesi, çalışmayı seviyorum. Sorumluluk sahibiyim, hayat sizi oraya götürüyor. Bu kadar insan çalıştırıyorsak, o kadar zekat veriyorsak demek ki bu kadar da para kazanıyoruz. Ben bilmiyor muyum şu anda ölünceye kadar, torunlarım ölünceye kadar bu paranın bana yeteceğini? Yatlar, katlar gezmeyi bilmiyor muyum? Bu saatten sonra bizim gibi insanların sadece kendimiz için yaşamadığımızı biliyoruz. Yanımızda çalışan insanlar için de yaşıyoruz. Ben o şehirde yaşayan insanlar için de çalıştığımızı düşünüyorum, bu düsturla hareket ediyorum.

Ben kendim için çalışmıyorum, eğer karakteriniz buna uygunsa hayat sizi alıyor o insanların hizmetkarı haline getiriyor. Biz hizmetkarız, bu şirketler çalışan 35 bin kişiye ait, biz üç beş kişiyiz sadece üç beş kişiye ait olabilir mi bu şirketler? Olamaz. Kim beraberinde götürmüş? Ona ait olmadığını Sabancı'da da gördük, kendi öz abimden de gördüm. İşte 50 yaşında öz abim benimle aynı şartlara sahipti, bir sene önce kefeniyle gitti. Ben bunu bilmiyor muyum? Niye bu kadar çalışıyorum, çünkü ben sorumluluk sahibiyim. İnsanlar beni seviyor, sayıyor ben de buna karşılık vermeye çalışıyorum. Ben sessiz eleman olmayı sevmiyorum, bu karakter meselesi.

SADECE BİR EVİM VAR

Benim şahsımın sadece İstanbul Hadımköy'de bizim ailenin, Sancakların yaşadığı 43 tane villadan oluşan bir sitede evi var. İlk evim orasıdır, başka tapulu evim de yok. Biz de her şey Folkart'a aittir, benim sadece bir tane evim var. Çeşme'deki, Narlıdere'deki, buradaki evlerim hep şirkete ait. Birinde oturuyorum, sonra satıyorum, diğerine geçiyorum. Ama seversem değiştirmem, benim özelliğimdir bu. Bir şeyi seversem sonuna kadar onunla beraberimdir. Bir restoranta giderim, seversem önemli bir hatayla karşılaşmazsam çok uzun yıllar hep aynı restoranta giderim. Bazı alışkanlıklarım vardır, kesinlikle değiştirmem. Örneğin aynı restoranta giderim, kendi yastığım ve yatağım olmadan asla yatamam. O nedenle seyahate gitmeyi çok sevmiyorum, çok zor uyuyorum.

TABUTUMU TAŞIYACAK DÖRT DOST YETERDostlarımı da öyle, birisine bağlandım mı hayatta bırakmam. Bana çok çok büyük hata yapan olmadıkça, ki hiç karşılaşmadım Allah'a çok şükür, dostluklarım çok uzun sürelidir. Gerçekten menfaatsiz dostluklardır. Zaten onu hissettiğin zaman dostluk oluyor, öbür türlü başka bir şey oluyor, arkadaş oluyor. Arkadaş da zaten 100 bin tane var ama dost diyebileceğin kişi beşi geçmez. Bence herkeste de öyledir, zaten beşi geçerse başka bir şey olur, arkadaş olur. Arkadaş çok ama dost beşi geçmez. Zaten dört tane dostun olsun yeter, tabutunu taşısın tamamdır. Ben bir tane de yedekte tutuyorum, arada ölen olur diye (gülüyor)... Tabutumu taşıyacak dört adam yeter.

İYİ İŞLER, İYİ ADAMLARLA YAPILIRBen aynı şeyleri, herkesin yaptığı şeyleri yaparsam hiç keyif almam. İşin herhangi bir parçası olsaydım mutlu olmazdım. O işi benim yaratmam lazım, ekibimle birlikte benim geliştirmem lazım. Çok iyi organize edilmiş bir işin örneğin Apple'ın CEO'su ol deseler olmam. Onlar yapacağını yapmış, ben bir şey yapmış olmayacağım. Ben ekibe çok önem veririm, işi ekip yapar. İyi futbol iyi futbolcularla oynanır, iman gücüyle olmaz. Ben iyi işlerin iyi adamlarla yapıldığını kesinlikle biliyorum. İyi adam seçmeye çok özen gösteririm, o iyi adamların iyi gelir elde etmesini eşdeğerlerinden daha iyi ücret almasını sağlarım. Aklı dışarda olmamalı, işini sevmeli, yaptığı işin karşılığını aldığını hissetmeli, buna çok önem veririm. İyi işler, iyi adamlarla yapılır buna çok inanırım. İşyerinde sevgiye saygıya çok önem veririm, sevilmeyen bir adam isterse milyon dolar kazandırsın önemli değil. Sevilmeyen insanla çalışmam, bunu herkes bilir.

TAVLADA HERKESİ DAÐITIRIM

Süratli arabaya binerim ama sürati sevmem. Göstergede370 yazar ama şoförümün otobanda bile 140'ı geçmesi yasaktır. Sevmem gereksiz görürüm, ben hızın hiçbir işe yaramadığını biliyorum. Çeşme'ye giderken 10 dakika en fazla fark ettiğini biliyorum, deli gibi araba kullanmak aptallık. Kendi hayatını başkasının eline veriyorsun, hızlı gitmek enayilik senin hata yapmaman yetmiyor çünkü. Neşeyi severim, çok iyi fıkra anlatırım, iyi türkü söylediğimi söylerler. Halk müziğini, türküleri, sanat müziğini severim. Bilmediğim türkü çok azdır, bilmediğim fıkra da azdır. İyi futbol oynarım, çok iyi bir bowling oyuncusuyum, severim. Tavlayı iyi oynarım, tavlada mütevazı olamam. Tavlada babam olsa affetmem, 25 senedir oynuyorum bilek gücü, şans ve öngörü meselesi. Tavla benim en dinlendiğim oyundur, iddialıyımdır. Tavlada herkesi dağıtırım, varsa gelen buyursun. Tavlada üfürmeyi iddiayı da severim, aynı ticaretteki gibidir risk almamak çok risklidir.

BÜYÜK YANLIŞ YAPMADIMAllah'a şükür hayatım boyunca çok büyük yanlış bir karar vermedim. Ne işim konusunda, ne eşim konusunda, ne çevreyle ilişkilerim konusunda. Hızlı düşünüp doğru karar vermek çok önemli. Hızlı düşünüp on kararın beşini yanlış veriyorsa bir anlam ifade etmiyor. Hızlı düşündüğü halde doğru karar veren kişi muteberdir. Ona da zeki insan deniyor zaten. Ivır zıvır şeyle oyalananı sevmem, ben detaya baksam iş yapabilir miyim. Üstten fotoğraf çekerim, ben yönetim kurulu başkanıyım. Aşağı inip yukarıya baksam hata yaparım.

Bir yönetici 15 gün işe gitmediğinde işler tıkır tıkır yürüyorsa sorun yok, süper yönetici demektir. Ama bir yönetici gidiyor, üç ay gelmiyor ve işler yine tıkır tıkır yürüyorsa işte o zaman o yönetici hiçbir halta yaramıyor demektir (gülüyor)... 60 yaşımda işleri bıraktığımda şirket kaldığı yerden tıkır tıkır devam eder diye düşünüyorum. Sosyal sorumluluk projelerine kendim adayacağım, kesinlikle çok daha fazla zevk alıyorum. Özellikle down sendromlu insanları çok özel buluyorum ve önemsiyorum. Bizim burada Ege Artı var, ben normal insanlara çok kızdığım zaman gidip onlarla muhabbet ediyorum. Onlarla çok dinleniyorum, çok mutlu oluyorum.

ALİ KOÇ FENERBAHÇE İÇİN BÜYÜK JESTTİR

Evet, ben koyu Fenerbahçeliyim ama bu aralar Fenerbahçeliliğe ara verdim. Bir kulübün başında birisinin 25 sene olması bana doğru gelmiyor. Çünkü kendisini kulübün sahibi zannetmeye başlıyor, halbuki Fenerbahçeli olarak ben sahibiyim zannediyorum. Ali Koç Başkan olursa bence Fenerbahçe için büyük jest yapmış olur. Onun Başkan olma isteği Fenerbahçe için kesinlikle bir jesttir. Ali Koç Fenerbahçe'nin başına gelebilecek en iyi şeylerden bir tanesidir. 25 sene Başkanlık ne demek? Ben bunu doğru bulmuyorum, değişim şart. İTO'da da Özgener İzmir için taze bir kan olmuştur, İzmirlinin sevdiği bir insan, iyi şeyler yapacağını düşünüyorum. Yapmasını da diliyorum, çünkü her şey İzmir için. Ben ne şimdi, ne ileride odalarda görev almayı düşünmüyorum, yapı meselesi ben kendi işimin patronu olmayı, kendime hesap vermeyi seviyorum. Mesela siyaset de benim tarzım değil, sevmiyorum dahil olmayı kesinlikle düşünmüyorum. Çünkü ben aklıma geleni söylemeyi seviyorum, bazen bazı şeyleri söylememek gerekiyor, ben söylerim o zaman da oy alamam, başarılı olamam. Ben de bu özgürlüğümü kimseye vermek istemem.

KARŞIYAKA ŞİRKETLEŞMELİKarşıyaka'ya yaklaşık 3 milyona yakın bir para ödedik, yabancı futbolcuların parası ödendi o sorundan kurtuldu. Karşıyaka takımının önde gelenleri geldiler, bu sorunu anlattılar. Ben de vicdanen takımın ceza almasını istemedim, şirketin kaynaklarından ödedik. Niye ödedim çünkü bu şehrin 106 yıllık önemli bir takımı, Atatürk'ün yıldız taktığı üç takımdan biri, Ankaragücü, Beşiktaş ve Karşıyaka formasında ay yıldız izin verdiği takımlar. Benim bir beklentim yok, ben bu şehirde para kazanıyorum. Bunun bir görev olduğunu düşündüm. Şu anda şehrin yedi takımına sponsorluk yapıyoruz. Karşıyaka üçüncü lige düştü, kulübün hala 55 milyon lira civarında borcu var. Bir şirketin Karşıyaka'ya sahip çıkması gerekiyor, kurtuluşunu böyle görüyorum.

YAŞAR GRUBU YAPMAZSA…

Bana göre Karşıyaka futbol takımı her şirketin uğraşacağı bir takım değil. Ama bir transferler için 20-25 milyon lira gibi kaynak yaratılması gerekiyor. Taşıma suyuyla değirmen dönmez. Karşıyaka Basket takımı Yaşar Grubu olabilir, biz olabiliriz kurumsal bir şirkete devredilir, oradan gelecek kaynakla kulübün yaraları sarılır transferler yapılır. Hiçbir şey yapmayacağım derseniz futbol alacaklıları basketbolun da üzerine tedbir koyar, haciz koyar. Kulübün bütün branşları batar 5 sene sonra Karşıyaka Kulübü kalmaz. Tek çare basket şubesinin şirketleşmesi, kulübe gelir getirmesi. Ben bunun aslında Yaşar Grubu'nun görevi olduğunu düşünüyorum. Ama eğer yapmazlarsa birileri bunu yapacak, o ben mi olurum başkası mı onu zaman gösterecek. İzmir'de para kazanan bütün şirketlerin bütçelerinden kulüplere her sene bu kaynağı ayırmaları gerekiyor.

PARAYI AYAÐINIZIN ALTINA ALIRSANIZ BOYUNUZ UZARSiz parayı ne kadar önemserseniz, para sizi o kadar önemsiz hale getirir. Parayı sırtınıza alırsanız sizi ezer, ne kadar çoğalırsa altında o kadar ezilirsiniz. Ben parayı başımın üstüne koymam. Parayı ayağınızın altına alırsanız boyunuz o kadar uzar, o kadar yükselirsiniz. Benim parayla ilgili tahlilim bu, ben parayı ayağımın altına almasını biliyorum. Parayı gereğinden fazla önemsemiyorum. Parayı gereğinden fazla önemserseniz size karşı doğrultulmuş silaha dönüşür, gerektiği kadar önemserseniz size hizmet eder, saygınlığınızı artırır. Kimi koca işadamları bir çayın hesabını yapıyor, bırakın zekat vermeyi. Gönlü fakir olan adamın istediği kadar parası olsun, o parayı kullanmayı bilmediği için zengin olma ihtimali yoktur. Ben gönlümün zengin olduğunu düşünüyorum, paylaştıkça arttığını görüyorum.