Yaklaşık üç senedir günlük siyasi, ekonomik, sosyal olaylarla ilgili olarak yazılar yazarak düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum. Özellikle yakın tarihte başımıza gelenleri gençlerimize hatırlatarak onları, günümüz için dersler çıkarmalarını, stratejik düşünceyi, araştırmayı, ülke meseleleriyle ilgilenmeleri için teşvik etmeye çalışıyorum. Yazılarım çok sayıda internet sitesinde yayınlandığı gibi, bazı dost ve arkadaşlarıma da gönderiyorum. Günlük gazetelerdeki değerli köşe yazarları da defalarca yazılarımı ya aynen yayınladılar veya alıntı yaptılar. Bu da beni sonsuz mutlu etti.
Defalarca ifade ettiğim gibi ben bir köşe yazarı değilim. Bu konuda hiçbir iddiam yok. Yakın tarihimizi çok iyi inceleyen ve bugün başımıza gelen dertlerin, belaların geçmişte yaşanmış olanların benzerleri olduğunu net olarak ortaya koyan iki adet kitabı, 2000 ve 2004 yıllarında yayınlamıştım.
Ülkemizi 2002 yılından beri yöneten kadronun kurmay heyetini gerek kişilikleri , gerekse kafa yapıları itibarıyla çok iyi tanıyordum. AKP denilen
'dış kurgulu cemaatler birliğinin' normal bir siyasi parti olmadığını, bu partinin tepe noktasındaki üç-beş kişinin kafasında İran tipi bir İslam Cumhuriyeti olduğunu tahmin ediyordum. 'İnşallah yanılırım' düşüncesiyle AKP iktidarının ilk dönemini bekledim ve dikkatle izledim. İlk dönemden sonra, 2007 Genel Seçimlerinde oy oranını arttıran AKP, benim korktuğum hedefine gitmek için kendince çok akıllı bir strateji izlemeye başladı.
Toplum, Üniversiteler, Siyasi Partiler, STK lar, Sendikalar tehlikeyi gördükleri halde, ilginç bir şekilde suskun kalmayı tercih etmişlerdi. Medyanın büyük bir kısmı iktidarın yandaşı haline gelmiş, direnenler ya devlet bankalarından verilen kredilerle satın alınıp akraba basın(!) haline getirilmiş, ya da vergi cezaları yoluyla el değiştirmeleri sağlanmıştı. İş aleminin ismi büyük kuruluşları(!), kendilerine üstelik basın yoluyla, 'Bitaraf olan, Bertaraf olur' veya 'sonucuna katlanırlar' diyerek yapılan tehdit ve hakaretleri yalayıp yutarak, insanların hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını 'nasılsa bize dokunmazlar' diye görmezden geliyorlardı.
İşte böyle herkesin sindiği, muhalif köşe yazarlarının iktidarın emriyle işten çıkarıldığı, gerçek gazetecilerin hapse atıldığı, diğerlerinin de 'Patron gazeteciliği' yaptığı bir ortamda, insanların korkmaması gerektiğini, bir kişinin bile haksız yere özgürlüklerinin kısıtlandığı bir ortamda, haysiyet sahibi insanların seslerini yükseltmelerinin şart olduğunu göstermek için yazmaya başladım.
Üzülerek söylemeliyim ki, zaman beni haklı çıkardı. Baskı her geçen gün arttı. Yüksek Yargı, iktidar tarafından tamamen ele geçirildi. Kişi hak ve özgürlüklerini sorgusuz sualsiz kısıtlayacak yasalar, herkesin gözü önünde, parmak fazlalığı ile kabul edildi. Polisin en önemli birimlerini ele geçiren cemaat yandaşları, insanlara tuzak kurmaya, sahte deliller, sahte dijital veriler üreterek insanları kuldan utanmadan, Allahtan korkmadan suçsuz yere hapse attırmaya başladılar. Türk Ordusu, tarihinde olmadığı kadar hırpalanmış, itilmiş, kakılmıştı. Zamanın, Albaylıktan Generalliğe yükseldiğinde cemaatin bayram ettiği Genelkurmay Başkanı ise, emrindeki subaylar tutuklanırken 'Ben kasaptaki ete soğan doğramam' diyerek bir zavallılık örneği veriyordu…
Bu arada ben de, insanları uyandırmak için yazılarımın sertlik derecesini arttırarak sürdürüyordum.
Yazdığım doğruları çürütemeyenler iki gerekçe ile yazılarıma karşı çıkıyorlardı;
*İyi de Rifat Bey, siz yıllarca görev yaptınız, sizin hiç kabahatiniz yok mu? Bunları sizin yanlış uygulamalarınız iktidara getirmedi mi? O zaman bunları niçin söylemediniz?....
* Tamam Rifat Bey ama, sizde hep AKP'ye yükleniyorsunuz, bunların yaptığı iyi şeyler yok mu? Hep AKP, hep AKP !...
Bak istikrar var, para kazanıyoruz, aman istikrar sürsün…
Yazılara eleştiriler genelde bu iki başlıkta toplanıyordu. Bu arada hakkımda açılan yirmiden fazla dava için, mahkemeden, mahkemeye koşuşturup duruyorum…
Yukarıdaki iki eleştiriden birincisinin haklılık payı elbette ki var. Geçmişte yapılan hizmetleri, eserleri sahiplenip, yapılan yanlışları, ciddi hataları üstlenmemek ancak siyaset kurnazlarının işidir, ciddi devlet adamlarının değil… Geçmişte görev yaptığım süreler boyunca her olayı, istenen her ortamda tartışmaya hazır olduğumu defalarca yazdım. Fakat, o günlerin şartlarını bugünün şartlarında değerlendirmenin yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Her olayı, yaşandığı zamanın şartları içinde değerlendirmek ve varsa hataları, yanlışları kabullenmek bana daha uygun geliyor.
İkinci eleştiriyi asla kabullenemem. Bu eleştiri şuna benzer; 'Benim damadım çok iyidir. Bizi hep arar, sorar. Her geldiğinde bizi hediyelere boğar. Onun sayesinde istikrarımız sürüyor. Ne iş mi yapıyor? Tam bilmiyorum ama komşular hem eroin satıyor, hem kadın ticareti yapıyor, hem de tetikçilik yapıyor diye konuşuyorlar, aman bize ne, ne yaparsa yapsın, bizim işimiz iyi olsun da, gerisinden bize ne ?..'
Ben körü körüne bir AKP karşıtı değilim. Ben Atatürk devrimlerinin, Laik Cumhuriyetin, Sosyal Hukuk Devletinin, Üniter Yapının, Ülke bütünlüğünün, Demokrasinin, İnanç ve İbadet özgürlüğünün yılmaz savunucusuyum. Ülkenin imar ve inşasının, zenginleşmesinin takipçisiyim. Bu güzel ülkeye kim bir olumlu iş yapar, kim bu ülkenin bir insanına iş, aş verir onu başımda taşırım. Kutsal dinimizin siyaset cambazlarının, seccade şeytanlarının eline geçmemesi için mücadele ederim. Allahın emretmediği, Kuran-ı Kerimde yazmayan 'Ruhban' sınıfını yaratmaya çalışan, dinimizi siyaset ve ticaret için kullanan tarikat ve cemaat şarlatanlarıyla yasalar ve anayasanın bana, vatandaş olarak yüklediği sorumluluklar derecesinde mücadele ederim.
Gazze'deki zulüm için de üzülürüm. Ama ne zaman ki bir şehit haberi duyarım, dünyam kararır, yıkılırım. Gazze için gözyaşı döküp, Irak'taki-Libya'daki Müslüman katliamına bekçilik yapıp, bir tane bile şehit cenazesine gitmeyenlerle hiç mi hiç işim olmaz.
Benim tüm bu kutsallarıma karşı olduğu için, ülkemi ortaçağın karanlık rejimlerine geri götürmek istediği için, tutarsız, çağdışı ve sığ politikalarla ülke insanımı karşı karşıya getirdiği için, teröre ve teröriste fırsat verdiği için ben AKP karşıtıyım.
Diyeceksiniz ki, AKP %50 ye yakın oy aldı. Olabilir, insanlar yanılıp Hitler'e de %65, Hüsnü Mübarek'e de %80 oy vermişlerdi.
Bu, beni mücadelemden çeviremez. Tüm siyasi hayatım boyunca defalarca her şeyim didik didik edildi. Darbelere hesap vererek geldim. Bu yüzden AKP'den de, yapacaklarından da korkmam. İşkence mi, gördüm. Aç bırakılmak mı, yaşadım. Yalnızlaştırılmak mı, başıma çok geldi. Bunların bana yapabileceklerini ben defalarca yaşadım. Türkiye'de namuslu kalarak siyaset yapmanın zorluklarını iyi bilirim. Allahtan hep istediğim, beni gerçek dostlarımdan ayırmaması ve beni onlara mahcup etmemesidir.
Ben bu yazılarımı, tehlike devam etiği müddetçe yazmaya devam edeceğim. Beğenmeyen, korkan, çekinen okumaz. Kendilerine yazı gönderdiklerimden istemeyen olursa lütfen bana bir mail atsınlar, onları listemden hemen silerim.
Önümüzdeki dönemde, bu suskunluk, bu pısırıklık, bu neme lazımcılık sürerse olabilecekleri tahmin etmek zor değil.
Toplumda itibar gören, önderlik yapabilecek kişilerden çok sayıda insan çeşitli isimlerdeki operasyonlarla tutuklanacak. Hepsi için 'soruşturmanın gizliliği' ilkesi yine ihlal edilecek, gazete ve televizyonlar günlerce insanları rezil edecekler. Delil denilen uydurma şeyler suçlanan kişilere de, Avukatlarına da verilmeyecek. Çok sıkışılırsa 'İtirafçı-Gizli Tanıklar' hazır..
Toplum iyice korkunca da, ABD isteği ve desteği ile, Öcalan ile yapılan anlaşma gereği oluşan AKP Anayasa taslağı ortaya çıkarılacak.
TBMM den AKP+BDP işbirliği ile geçilecek. Tek taraflı propaganda ve baskı ile üstü şeker kaplanmış zehirli maddeler aziz ve necip Türk Milletine 'Hap gibi' içirilip kabul ettirilecek.
Sonra da sıra bugün susanlara, görmezden gelenlere gelecek…
O zaman onlar için konuşacak, haklarını koruyacak kimse kalır mı, bilemem !…