80 yıl önce, neredeyse bugünlerdeydi…

Türkiye Cumhuriyeti…

Henüz 15 yaşında…

Takvimler; 27 Aralık 1939'u gösteriyor…

Kış, amansızca abanmış Doğu Anadolu'nun üstüne…

Kar yolları kapamış…

Kente, kasabaya yol vermiyor…

Elektrik sınırlı…

Evlerde gaz lambası…

Jeneratörler devrede ama; o da belli bir saate kadar…

Sonrası, zifiri karanlık…

Serhat kenti Erzincan…

Saat; 02.00… Sabaha daha çok var…

Önce sokak köpeklerinin uluması…

Ardından…

Yerin altından gelen büyük gürültü…

Çığlıklar, bağrışmalar, imdat seslenişleri…

Sabahın ilk ışıklarıyla…

Cılız inlemelere dönüşüyor…

Vatandaş uykuda can veriyor…

Erzincan'ı ve çevresini vuran…

Depremin şiddeti; 7.2…

Taş üstünde taş kalmıyor…

***

Taaa, 15 saat sonra Anadolu Ajansı haberi geçiyor:

''Geçici bilgilere göre Erzincan'da yıkım büyüktür... İnsan kaybı yüzleri geçmektedir... Kesin sayı bilinmemektedir…''

***

Düşünün, artık…

Depremin üstünden 24 saat geçmiş…

Ankara, her şeyi yeni öğreniyor…

Nasıl öğreniyor?

Erzincan Valisi'nin 'imdat' telgrafından…

Gece Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıyor…

Erzincan Valisi'nin telgrafı okunuyor:

''Çok şiddetli bir deprem oldu... Hükümet Konağı, Ordu Müfettişliği, Orduevi, Postane ve şehrin en sağlam binaları dahil olmak üzere bütün evler ve dükkánlar yıkıldı… Şehir baştan başa enkaz halinde... Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüş durumda... Ölü ve yaralılar var… Birçok nüfus enkaz altında… Az hasara uğrayan piyade ve topçu kışlalarından gelen askerlerle enkaz altındakilerin kurtarılmasına, yangınların söndürülmesine çalışılıyoruz... Şehirde haberleşme imkanı yok… Bu bilgiyi Dumanlı istasyonundan geçiyoruz... Şehir tamamen yıkıldığından, ekmek ihtiyacı var… Ayrıca ilaç, doktor ve çok sayıda çadır gerekiyor... Köylerde de geniş ölçüde tahribat ve kayıp olduğu anlaşılmaktadır… Elde edilecek bilgiler ayrıca arz edilecektir…''

***

Genç Cumhuriyet'in yaşadığı…

En büyük felakettir Erzincan Depremi…

Hatta…

Dünya tarihinin en ağır bedel ödenen depremlerinden biri olarak…

Kayıtlara geçer…

35 bin civarında insanımızı kaybettik…

100 binden fazla yaralı vardı…

Evlerin çoğu kerpiçten yapıldığı için yıkılmıştı…

Bir evin enkazından diğerine ulaşabilmek için…

Karların içinden tüneller kazıldı…

Donduran kış felaketi büyüttü…

Yardımlar vaktinde gönderilemedi…

***

Erzincan'da neredeyse ayakta kalan hiçbir yapı yokken…

Cezaevi binası da ağır hasar görmüştü…

Mahkumlar ateş yakarak ısınmaya çalışırken…

O günlerin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal

Mahkumları toplar ve…

Şu tarihi konuşmayı yapar:

'Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev yapmanız için serbest bırakacağım... Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler... Ancak bir koşulum var; hiç biriniz kaçmayacaksınız... Canla başla çalışacaksınız... İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz…'

İşte, Erzincan'daki o koşullarda…

Mahkumlar her sabah depremin yaralarını sarmak için…

Cezaevinden ayrılır; enkaz kaldırır, hayat kurtarır…

Ve akşam tekrar mapushaneye döner…

Devlet Baba'nın o savcısı…

Her akşam cezaevinde sayım yaptırır…

Bir kez olsun, eksik çıkmaz….

Deprem bölgesine özel bir trenle gelen…

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de…

Bu özverili çalışmaya tanık olur…

***

O acılı günlerde…

Mahkumların bin kişiyi kurtardığı kayıtlara geçer…

Bu iyi niyet ve fedakarlık karşısında…

TBMM'ye özel bir 'af kanunu' teklifi verilir…

O af kanunu 26 Nisan 1940'da yürürlüğe girer…

***

Erzincan'ın acısı kabuk tuttu…

60 yıl sonra…

Deprem Marmara'yı vurdu…

Yalova, Gölcük, Adapazarı ağır yara aldı…

Takvimler, 17 Ağustos 1999'u gösteriyordu…

O da, 7.2'ydi…

Kaybettiğimiz vatandaş sayısı…

Resmi rakamlara göre 20 bine yakındı…

Memleket yasa büründü…

İlk kez…

Enkazdan insanları canlı kurtarıyorduk…

'Orada kimse var mı?' seslenişi…

Hem yürek yaktı…

Hem kurtuluşun simgesi oldu…

O seslenişi…

Bu millet bi'daha hiç unutmadı…

***

Erzincan'ın üstünden 80 yıl…

Marmara'nın üstünden 20 yıl geçti…

Yaramız henüz çok taze ama…

Elazığ ve çevresini vuran '6.8' balyozunda…

Deprem'le bilinçli mücadeleyi…

Acılarla yoğrulmayı…

Soğukkanlı olmayı…

Teknolojiyi en randımanlı biçimde kullanmayı…

Hepsinden önemlisi…

Azrail'in kucağından can almayı…

Daha başarılı gerçekleştirmeye başladık…

Artık çok hızlı koordine oluyoruz…

Bu bile çok önemli…

***

Ah, bi'de…

'Çürük bina' yapma vicdansızlığının önüne geçebilsek…

Nokta…

Sonsöz: 'Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış… / Hz. Mevlana…'