Akşam eve gidiş rotam hiç değişmez…

'253' no'lu otobüsle…

Alsancak'tan Konak'taki 'otobüs tarlası'na…

Oradan da…

'21' numara ile Halil Rifat Paşa son durağa…

Minik otobüslerle seyahat ediyoruz…

Pikniğe gider gibi…

Aynı hattın üstünde yaşadığımız için hep aşina yüzler…

O meşhur cadde…

Sağlı / sollu park eden araçlar nedeniyle…

Otobüsümüzün şoförü…

Kim olursa olsun…

Özellikle saat 18.00'den sonra…

Adeta 'Sırat Köprüsü'nden geçer gibi…

Direksiyon sallıyor…

Onları kutlamak gerek…

Ancak…

Şu acıklı olayı yaşadıktan sonra…

Adı ister İZULAŞ olsun isterse ESHOT…

Vatandaşa azıcık daha 'saygılı' olması bence şart!

***

Vakamız aslında yurttaşlık dersi gibi kısa 'film' sanki…

Endişelenmeyin…

Yaralı filan yok ama kalpler kırık!

Tamiri de pek kolay değil…

***

Saat, 19.05…

Konak'taki 'tarla'da…

'21' numaralı otobüsün önünde sıra var…

Şoför 'ihtiyaç' molasında olduğu için…

Kapılar kapalı…

Hava buz gibi…

Saat: 19.15…

Otobüsün kalkması gerekiyor ama…

Şoför hala ortalıkta yok!

Saat: 19.30…

Oh; nihayet şoför uzaktan göründü…

Hepimiz buz kesmişiz…

'Şükürler olsun' diyerek…

Sırayla kartımızı basıp otobüsümüze biniyoruz…

Hiç olmazsa otobüsün içi sıcak…

Ancak…

Vatandaş tepkili; aralarında şoföre laf çarpanlar var!

'Neden bu kadar geç kalkıyoruz? Yazık değil mi bize?'

Şoför, kestirmeden gitmeyi seviyor…

'Bana değil; hareket şefine söyleyeceksiniz…'

Ah be şoför kardeşim…

Vatandaş tepkili, söyleme işte bunu…

Bak…

Hala sinirden söyleniyor yolcular…

***

İşte; tam o sırada…

Otobüse binmişiz… Kartımızı basmışız… Tam harekat ediyoruz…

Şoförün cep telefonu çalıyor…

Karşı taraf bi'şiler diyor ama duyamıyoruz…

Ancak…

Bizim otobüsün kaptanı tepkili:

'İyi ama herkes kartını bastı; otobüs tıklım tıklım hareket etmek üzereyim!'

Telefonun öbür ucunda belli ki hareket memuru var…

Ve…

Yine belli ki…

Daha fazla itirazın anlamı yok…

Bizim şoför ayağa kalkıp…

Arkaya kadar dolu otobüsteki bizlere…

İsteksiz de olsa…

Söyleyeceğini söylüyor:

'Arkaya yeni bir 21 numara geldi… Şimdi inip o otobüse bineceksiniz?'

Haydaaa, kartları bastık bu otobüse…

N'olacak şimdi…

Hani, filmlerdeki gibi…

'Müessesemizin hediyesi…' filan derler ya…

Aynen o sahneyi yaşıyoruz…

Bizim kaptan, lütfeder gibi içimizi rahatlattı:

'Arkadaki otobüse kart basmanıza gerek yok!'

Söylene söylene indik…

Arkadaki piknik otobüsüne doğru seğirttik…

Gelgelelim…

'Yedekçi Otobüs' öyle bi'yerde durmuş ki…

Derince bir yağmur suyuna basıp, otobüse öyle biniyoruz…

Yeni otobüsümüzün şoförü…

Aracı milim kıpırdatmıyor…

Daha da sinirlenmeye başlarken…

Yaşasın…

Sonunda hareket ediyoruz…

O sırada saatler 19:47'yi gösteriyor…

***

Ancak o şehir hikayesi burada bitmiyor…

Yılan gibi kıvrılıp 'Varyant'a sardığımızda…

Orta yaşlı bir yolcu…

Tam 'ortalık yatışmış' gibi fotoğraf verirken…

Her kesin duyabileceği biçimde…

Ne desin, beğenirsiniz?

'Bu rezaletin belediye başkanı ile ilgisi yok…'

Oysa…

O sırada kimse İzmir Belediyesi'nden ya da…

Belediye başkanından söz etmiyor…

Masum bi'şekilde…

'Otobüsümüz neden zamanında kalkmıyor?'

Diye yakınıyordu…

O yolcu ne zaman 'belediye başkanı' diye ağzını açtı…

Gerisini tahmin edersiniz…

Nokta…

Sonsöz: Güle sormuşlar; 'Neden dikenlisin?' diye… O güzel çiçek de dile gelmiş: 'Beni yalandan değil, gerçekten seven tutabilsin diye!'