Uşak'ta gözlerini dünyaya açtığında...

Takvimden kopan yaprağın üstünde...

18 Temmuz 1953 yazıyordu...

Ege'nin kendine has tüm özelliklerini üstünde toplayan...

Kara yağız bir çocuktu...

Sesi etkileyici, taklitleri şahaneydi...

İlkokulu, ortaokulu Uşak'ta bitirdi...

Halkevlerinde sahneye çıkmaya minicikten başlamıştı...

Liseyi Ankara'da bitirdi...

Üniversite sınavına girdi; iki okul birden kazandı...

Hem Hukuk hem Konservatuvar...

Sevincin doruğunda hayatının şokunu yaşadı...

Bir gece eve gelen polisler...

'Siyasi olaylara karışmışsın!' deyip, götürdüler...

O'nu Ulucanlar Cezaevi'ne tıktıklarında 18'ine yeni girmişti...

Aylarca işkence gördü...

Öyle ağır eziyet yaşadı ki...

Baba olma özelliğini kaybetti...

**

Mapusta zaman geçmiyordu...

Fıkraları oyunlaştırdı, mahkumlara rol verdi...

Koğuştaki yıllarında...

Ne kadar yetenekli bir sahne adamı olduğunun farkına vardı...

**

Cezaevi...

Hayatının en güzel sekiz yılını çalmıştı...

Hürriyetine kavuştuğunda kendine söz verdi:

'Buraya tekrar gireceğim ve mahkum çocukları kurtaracağım...'

Ve, dediğini yaptı...

**

Çok hırslı, çok yetenekli ve çok çalışkandı...

Demir parmaklıklar ardında cezasını tamamlarken...

Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü'nden mezun oldu...

Ama...

Verdiği sözü unutmadı...

Konservatuvarda eğitim alırken...

Mahkumlardan bir grup oluşturdu...

Üniversiteyi bitirmeden mapus damında rejisör oldu...

Her oyun sahneye konduğunda...

Aileleri, aktör mahkumları izlemeye gelirdi...

Ve o yaşta...

Oyun sona erip konuklar gittiğinde...

Koca koca adamların...

Ailesinin oturduğu koltuğu nasıl kokladığını gördü!

Gözyaşlarını içine akıttı...

Çünkü...

Bundan böyle tiyatro...

O'nun için insan kokusuydu!

**

Mahkum çocuklarının dramı...

O'nun mangal gibi yüreğini yakıyordu...

Ani bir karar verdi...

O kader mahkumlarının yavrularını okutacak...

Vatana, millete faydalı bireyler olsunlar diye çırpınacaktı...

**

Bir yemin etti...

Dönemem misali...

**

Hemen kolları sıvadı...

Geçmişteki koğuş arkadaşlarıyla konuştu:

'Emanet eder misiniz yavrularınızı bana?' diye sordu...

Ve, O yaratıcı aktör...

Türkiye'nin...

Belki de en büyük 'gönül ailesi'ni yarattı!

**

Şimdi...

Oğulları, kızları hatta torunları var...

Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıkıyor...

Dizilerde oynuyor...

Dublaj yapıyor...

Yetmiyor...

Eşi Zehra Hanım'la çay ocağı işletiyor...

Neden?

Sırf o çocuklara bakabilsin diye...

**

Belki inanmayacaksınız ama...

An itibarıyla...

Tam '101 kişilik' kocaman bir ailesi var...

Bakımını üstlendiği...

Sorumluluğunu aldığı ilk çocuk...

Bugün 45 yaşında...

O da manevi babasının izinde...

O da çocuk okutuyor...

Manevi evlatlar...

Beş ayrı eve dağılmışlar...

O evlerin biri İzmir Buca'da...

İkisi İstanbul, ikisi de Ankara'da...

Küçük olanlar Uşak'ta köyde yaşıyorlar...

Sadece minik bir kuralı var mangal yürekli aktörün...

Gözü gibi baktığı o şanslı gençler...

Üniversiteyi mutlaka...

İstanbul, Ankara ya da İzmir'den kazanmak zorunda...

O gençlerin 17'si halen üniversite eğitimi görüyor...

Yüksek eğitimi tamamlayıp...

Savcı, hakim, mühendis, doktor, öğretmen çıkanlar var...

Hayatın zorluğuna küçükten alışıyorlar...

Mesela...

Birinin elbisesini, diğeri tamir edip giyiyor!

Mesela...

Savcı olan genç...

Ortaokulda alınan telefonla üniversiteyi bitirmiş...

Olacak şey değil...

**

Bizim memlekette...

Geç de olsa 'pırlanta kalpli' insanların farkına varılıyor...

Üç ay oluyor...

Üsküdar Üniversitesi...

Bu 'baba' sanatçıyı...

'Yüksek İnsani Değerler Ödülü'ne layık gördü...

Üniversite gerekçeyi açıklarken gözler yaşarttı:

'Mesleğini iyilik adına kullandığı ve yardımseverliği ile hapishaneyi, Medres-i Yusufiye gibi gören yaklaşımı ile...'

Usta bir oyuncuydu...

Rol yapabilme yetisi Allah vergisiydi...

Bu sefer rol yapamadı...

Yaşadı; hüngür hüngür ağladı...

Sözcükler boğazında düğümleniyordu...

Şu kadarını söyleyebildi:

'Hep Devlet baktı bana... Tanımadığım insanların vergileri, benim ve yavrularımın kursağından geçiyor... Aslında kendime iyilik yapıyorum... Özlem duyduklarımı evlatlarımla paylaşıyorum... Ne zaman cezaevindeki çocuk sokak çocuklarıyla, sokak çocukları da senin evindeki çocukla aynı salıncakta hep birlikte sallanırsa; işte o zaman ülkemde barışı yakalarsın...'

**

Bitiriyoruz...

Dün 'Babalar Günü'ydü...

Aradık... Arandık...

Mutlu ettik... Mutlu olduk...

Ancaaak...

Dün itibarıyla...

Türkiye'nin en mutlu babası...

Emin olun ki...

Devlet Tiyaroları'nın kıdemli aktörü...

Sinemanın ve TV dizilerinin unutulmaz oyuncusu...

Turgay Tanülkü'ydü...

Çünkü, O...

Yaptıklarıyla...

Üstlendiği muhteşem misyonla...

Memleketin 'en baba' gibi babası olduğunu...

Kalplere yazmaya acayip bi'şekilde yazmaya devam ediyor...

Kutlu olsun...

Nokta...

Sonsöz: 'Baba, çınar ağacı gibidir... Meyvesi olmasa bile O'nun gölgesi yeter... / Anonim...'