Türkiye, Cumhuriyet Tarihinin en önemli döneminden geçiyor. Ülkede korku, baskı, yargının siyasallaşması, polis devleti olma yönündeki adımlar, Haziran ayında yapılacağı söylenen Genel Seçimlerin sağlıklı ve dürüst bir şekilde yapılmayacağı endişeleri, cezalandırma şekline dönüşen tutuklamalar, özerklik ve ayrı bayrak talepleri, ana dilde eğitim ve öğretim istekleri, şehir merkezlerine sıçrayan terör eylemleri, Cemaat ve tarikatların devletin en hassas birimlerini ele geçirip kendi insanlarımıza tuzak kurma çalışmaları, ’“Komşu ülkelerle sıfır problem’” deyip duvara toslayan bir dış politika, hüsranla sonlanan AB macerası, Cari Açığın ve işsizliğin tahammül edilemez hale gelmesi, ülkeyi ithalat cennetine döndüren ve bıçak sırtında yürüyen bir ekonomik politika’…
Kafası çalışan, gerçekleri gören, olayları analiz edebilen herkesin içini, tencerenin dibi gibi kapkara yapan bir garip durum.
Bir kısım yürekli aydının, yazarın, siyasetçinin bu kötü gidişi durdurabilme çabaları, her türlü güçlüğe rağmen devam ediyor.
Ülkesinin en önemli meseleleri karşısında, görüşlerini açıklayıp, hem siyasete hem de insanlarımıza yön vermesi gereken Üniversiteler yani Cumhuriyetin Üniversiteleri ise dillerini yutmuş durumdalar. Bu durumu hep merak etmişimdir; Nasıl oluyor da bu ülkenin bilim insanları, ülke meselelerine bu kadar kayıtsız, ilgisiz kalabiliyorlar?Cumhuriyetin, çağdaşlığın, ilericiliğin, aydınlığın temsilcisi olması gereken bilim insanları, nasıl oluyor da ülkemizi adım adım İran tipi bir ’“İslam Cumhuriyetine’” götüren politikalara karşı halkı aydınlatma görevlerini yapamıyorlar?..
Bizim bildiğimiz, Üniversite sadece ’“okul’” değildir. Üniversite ’“hür düşüncenin’” yatağıdır. Üniversite, öğrencilerine hem tartışmayı hem özgür düşünceyi, hem de sorgulamayı öğreten bilim yuvaları olmalıdır. Sinmiş, korkmuş, kendi ülkesini ve laik Cumhuriyetini savunmaktan aciz, kendi çocuklarının geleceğini bile düşünmeyen Üniversite hocaları mı özgür düşünceyi, sorgulamayı gençlere öğretecekler?Bu güne kadar göremedik, bekleyelim bakalım’…
ABD Dışişleri eski Bakanı Condoleezza Rice; ’“Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin sınırları değişecektir’” demişti. Başbakan Erdoğan ise ’“Ben bu projenin eşbaşkanıyım’” dedi. Şimdi etrafımızda yaşanan olayları görüyoruz. Tunus, Mısırla başlayan olaylar Libya’’yı sardı. Yakında tüm Ortadoğu’’ya sıçrayacak. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın yeniden düzenlenmesi anlamına gelen bu gelişmeleri okuyamayan ve geliyorum diye bağıran bu olayları dahi göremeyen, üstelik bu diktatörlerden ’“İnsan Hakları’” ödülü almayı hazmeden bir yönetimin, Türkiye’’nin bütünlüğünü koruyabilmesi konusunda ciddi endişeler mevcut. Böylesi bir durumda Üniversiteler niçin susarlar?
Dünyanın en eski üniversitesi 1088 yılında, yani 923 yıl evvel İtalya’’da kurulan Bologna Üniversitesidir. Bizde ise Osmanlı İmparatorluğu 1846 da Üniversite kurmuş fakat 1900 yılına kadar işletmemiştir. Cumhuriyete geldiğimizde Dar-ül Fünun vardır. Fakat Dar-ül Fünun bir üniversite değildir, çeşitli teknik bilimlerin okutulduğu okullar toplamıdır. Atatürk 1933 yılında İsviçre’’den ’“Morshe’” adlı bir uzman getirtiyor ve o yıl Türkiye’’nin ilk çağdaş üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi kurulmuş oluyor. Bologna Üniversitesinden tam tamına 845 yıl sonra, bu yıldan 78 yıl önce’…
Burada önemli olan hadise şudur; Büyük Atatürk, bu çağdaş üniversiteyi Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Toplumunun içine getirip yerleştirebiliyor. Bir Müslüman toplumunun içine çağdaş bir üniversite, yani medresenin yerine çağdaş üniversite. İşin güzel yanı Türk insanının bu projeyi desteklemesidir. Şimdi Türkiye’’nin üniversitesi olmayan yeri yoktur.
Şimdi ’“Üniversite nedir’” diye sorulduğu zaman, bizim üniversitelerimizi kuran Cumhuriyettir.
Dolayısıyla üniversitelerimiz, ’“Cumhuriyetin Üniversiteleridir.’”
Cumhuriyetin Üniversiteleri; Toplumu bilgilendirme, yapılan yanlışlara tamamen yasal yollara bağlı kalarak, demokratik haklarını kullanarak karşı çıkıp ’“uyarı’” görevlerini yapmak zorundadırlar. Bu onların görevidir. En azından bu kadarını Cumhuriyete borçlu olmaları gerekmez mi?..
Yoksa Selçuk Üniversitesindeki İlahiyat Profesörü kadar cesaretleri yok mu?...
Not: Biz ne yapabiliriz ki, diyen koca koca Profesörleri duyar gibiyim.
Peki alın size ilk görev. Türkiye’’de onlarca Hukuk Fakültesi, yüzlerce hukuk profesörü, yüzlerce hukuk doçenti, binlerce hukuk öğretim görevlisi var. Alın Balyoz davasının tüm iddia ve eklerini, hukuk ve insanlık adına inceleyin, kendinizi ’“Türk Milletinin Bilirkişisi’” yerine koyun ve kararınızı ’“Bilirkişi olarak kamuoyuna açıklayın. Yapamaz mısınız?Yoksa ’“Bilirkişi Ücreti’” ne olacak diye mi soruyorsunuz?Siz hele işinizi yapın, o ücreti millet olarak biz size öderiz. Sözümüz sözdür, Profesör beyler, unutmayın’…