Sayın Cumhurbaşkanım, 1994 yılında Akademi'ye başladığım zaman hiç kimse bana bu yolun bu kadar uzun ve zor olacağını söylememişti. Sadece içimde bir duygu vardı; başarılı bir eğitmen olacak ve pek çok öğrencimin hayatına bir fener misali yol açacaktım. Buna o kadar inanıyordum ki, dağları bile devirmeye hazırdım.

Ege Üniversitesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden mezun olmuştum. Ama ben bu alanda başarılı olmam mümkün değildi çünkü mesleğimi hiç sevmemiş, arzu ettiğim bir yerde olamamıştım. Türkiye'de siz de biliyorsunuz insan kendini çok geç keşfediyor. Ailesini kırmamak için, onların istediği bölümlerde ve okullarda okuyan nice gençler var çevremizde.. Ben çok şanslıydım ki, tam 29 yaşında bu dünyaya neden geldiğimi öğrenmenin yanında, 'Ben kimim?' sorusuna da yanıt bulabilmiştim. Böylelikle hayatımın zorluklarının neler olacağını bilmeden ciddi bir oyunun içinde buldum kendimi..

Sayın Cumhurbaşkanım, bahsetmiş olduğum bu yolda ilk barikatım 'yüksek lisans' yapmaktı. Bundan kaçınmak mümkün değildi. O yıllarda Muğla'da yaşıyordum, ne yazık ki kendi üniversitemde 'işletme alanında henüz yüksek lisans dersleri açılmamıştı. En yakın üniversite olan Adnan Menderes Üniversitesine gitmek zorunda kaldım. Her gün 2,5 saat gidiyor ve geliyordum. Küçücük bir arabam vardı, ekonomik olsun diye almıştık. Sabah erkenden gidiyor, saat 08.30'da derse girebiliyordum. Tam iki yıl bu tempo ile git-gel yaptım.

Sayın Cumhurbaşkanım, biliyor musunuz hiç bu süreç içerisinde 'yoruldum, bıktım' demedim. Günde beş saat yol, evde bekleyen bir ilkokul mezunu çocuk, yemek bekleyen bir eş ve Muğla Üniversitesi'nde aynı zamanda beni bekleyen işler..Neden mi? Çünkü biliyordum ki, çok iyi akademisyen olacaktım. Beni dinleyen öğrencilerim kendinden parçalar bulacaktı benimle birlikte olduklarında. 'Meltem Hocamız yaptıysa, biz de yapabiliriz' diyeceklerdi. Onların yüzlerini, gözlerini görerek 'yapacağım, başaracağım' dedim.

Sayın Cumhurbaşkanım, ülkemizde ne yazık ki 'bir dostun yok ise, ne iş bulma ne de başarılı olma şansın var' ama ben inanarak, gücümü içimdeki coşkudan alarak iki yılımın sonuna geldim. Tam bitti derken, karşıma o dönem KPSS denilen bir dil sınavı çıktı. Yüksek lisansı bitirmem ve doktora yapmam için en aşağı 70 puan almam gerekiyordu.

Sayın Cumhurbaşkanım, 'iyi de ben kolejlerde okumamıştım, ben bir memur ailenin kızıydım, çok şanslıydım Ege Üniversitesi'ni bitirmiştim ama benim dönemde üniversitemizde Türkçe eğitim veriliyordu'. Nasıl alacaktım bu notu? Tam üç defa girdim bu sınavlara hepsinden kaldım. İnanır mısınız, bu süreç içinde iki defa YÖK Başkanına mektup yazdım. Bizim zamanımızda henüz internet gelişmemişti, mail yazma diye bir şey yoktu. Ona, bana ne öğrettiniz de ne istiyorsunuz dedim durdum. Ama işe yaramadı tabiî ki, şansın yoktu sadece çalıştım, çalıştım, çalıştım.

Sayın Cumhurbaşkanım, 'insan isterse yapar ya, ben de başardım' ve sonunda 70 puan alarak doktora yapmayı hak kazandım. Artık doktoramı yapacak, hayalini kurduğum akademik başarılarıma ulaşacaktım. Hedef denilen olgunun o zamanlarda nasıl olduğunu çok iyi tespit etmiştim. Duvarlara yazıyordum, kendimi resmediyordum. Doktor ünvanı almış bir Meltem Onay olacaktım. İnsan yolda düz yürümeye başlamayınca, ne kadar karmaşık yol var ise onunla karşılaşıyor. Ben de öyle bir duvara tosladım ki düşmemek için, geri dönmemek için çok dik durmak zorunda kaldım.

Sayın Cumhurbaşkanım, beni Muğla Üniversitesi 'kaçak memur' olmakla suçladı. Benim yüksek lisans yapmama izin veren Rektörüm ilk defa benim haberim yoktur diyerek işin içinden sıyrılmak istedi. Tam iki yıl gitmiş gelmiş, kendimde, ailemden, eşimden zaman çalmıştım. Ve şimdi neler yaşıyordum. O günlerimi hiç unutmamam. Bir avukatın karşısına çıkıp, kendimi anlatmaya çalışıyordum. Avukat beni dinlemiyordu bile, Meltem Hanım ben sizin hakkınızda kararımı verdim diyordu. Ağlamak istiyordum, ama düğümlenmişti her şey boğazıma, verdiğim emekler, öğrencilerim ile olacağım anlar, puslu birer hayale dönüyordu nerdeyse.

Sevgili Cumhurbaşkanım, sonra birden dünya aydınlandı, bahsettiğim avukat dönerek şöyle dedi: 'Sizi ben izledim ve bu yola gerçekten kendisinizi adadığınızı gördüm. Öğrencilerinizi çok seveceğinize eminim, her an yanınızda olacağım. Eğer Rektörlük sizinle bir daha uğraşırsa, karşısında beni bulacaktır' dedi. Bu an benim hayatımdaki dönüm noktalarımdan biridir. Evet bir yola baş koymuştum. Sadece iyi bir 'bilim insanı olmak 'için buradaydım. Bu dünyadaki görevi buydu. Ve ben sonuna kadar eğer ki öleceksem bile yine 'kürsüde ölerek, görevimi sonuna kadar yapacaktım'.

Sevgili Cumhurbaşkanım, doçentlik sınavım sırasında küçük bir üniversite öğretim üyesi olduğum için, Boğaziçi'li hocalarım tarafından küçümsendim, iyi İngilizce halen konuşamadığım için, hep ikinci planda kalan kişi oldum. Kendimi zayıf hissedip çektiğimde, 'hedefin Meltem, hedefin' diyerek çalıştım, çalıştım. Doçent olmak için 6 puan toplaman gerekiyordu, ben 24 puan ile müracaat ettim. Makale yazmanın, araştırma yapmanın ülkemizde ne kadar zor olduğunu bildiğim halde, iyi bir akademik eğitim almamış olmama rağmen, doğru kişileri modelleyerek, bugün git, yarın gel misali; o kongre benim, bu kongre benim koştum. Gitttiğim her ülkede, konuştuğum her akademisyenden bir şeyler öğrendim. Üniversiteme geldiğimde, bunları öğrencilerime anlattım.

Sevgili Cumhurbaşkanım, her halde biliyorsunuzdur. Akademisyenler maaşları henüz biraz daha iyi olmaya birkaç sene içinde başladı. Yeni mezun bir polis bile inanın biz profesörlerden daha fazla maaş alıyorlardı. Ama ben hiç şikayet etmedim. Eğer yapacaksak en iyisini yapacaktık. Verecek isek, en iyi performansı gösterecektik. Bunun arkasında maddi kaygıyı hissedersen gelişemezsen çünkü… sen gelişmezsen, yetiştirdiğin öğrenciler de gelişmez. Ülkemizin yetişmiş gençlere, ufku açık, demokrat, sorgulayan gençlere ihtiyacı var.

Sevgili cumhurbaşkanım, bütün bunları size neden yazdım biliyor musunuz? 8 Ağustos'ta Londra'da yapılacak olan akademik bir kongreye, sizden gelen bir talimat üzere gidemiyoruz. Bunun iki boyutu var. Birincisi, biz akademisyenler sadece ve sadece 'bilim neferleriyiz' yani bilim yapmakla görevliyiz. Her kongre, her yurt dışında tanıştığımız akademisyen bizim dünya görüşümüzü değiştiriyor. Onlarla yapılan araştırmalar böylelikle dünya dergilerinde yayınlandığında YÖK'ün zorladığı puan skalasını tutturmuş oluyoruz. Bunu sizler getirdiniz bizlerin başına. Mecburuz bu kriterlere uymaya… Eğer bu tür buluşma ortamları sağlayamazsak, dünya vatandaşı da olmamız mümkün değil.

Bu çok önemli ilk konu. Bir diğeri de, bu kongreye ne yazık ki kendi cebimizden karşılıyoruz. Ben sadece bu kongre için, uçak bileti, kongre ücreti ve otel için 2500 lira ödedim. Maaşımın ne olduğunu siz de biliyorsunuz. Bu parayı ben üniversitemden alamıyorum. Ama dedim ya, sorumlu olduğum öğrencilerim var. Kendime olan sorumluluklarım ve sözüm var. İyi olacağım ve iyi olmak isteyen insanlar yetiştireceğim.

Sevgili Cumhurbaşkanım, 8 Ağustos'a kadar eğer ki, benim gibi biliyorum ki, onlarca akademisyen paraları yanmış, umutları kaçmış bir şekilde sizden gelecek bir ikinci kararı bekliyor. Bugün ve yarın gidecek olanlar ise, talimat gelmediği için, zaten gidemediler. Ben şanslıyım ki, biraz zamanım var.

Sevgili Cumhurbaşkanım, ben FTÖ dediğiniz grubun bir üyesi değilim. Ben ülkesini çok seven, üniversitesi için çalışmaktan mutluluk duyan, kalbini ve ruhunu önce öğrencisine sonra da insanlığa adamış bir dervişim. Hem de kalender bir derviş. Tek yolun, sevgi olduğuna.. sevginin ve bilginin de paylaşıldıkça büyüyeceğine inanan birisiyim.Bizler gerçekten çok mağdur durumdayız.

Bu mağduriyetimizi gidermenizi rica eder, 'Bilim Işığının' ülkemizde her zaman yanması için bu acil kararı vermenizi dilerim. Sayın Cumhurbaşkanım